Miraç kısaca nedir sorusu ile başlayarak miracın inebildiğimiz kadar derin manalarına yolculuk yapmaya çalışacağımız bu yazımız da inşallah manaları aşıp biz de Miraç denilen o ulvi olayın şuuruna muzaffer oluruz.Miraç kelimesi dini literatürde ''yolculuk yapmak '' kelimesinden türemiş olup, gece yolculuğu anlamına gelmektedir. O halde peygamberimiz efendimiz S.A.V bir gece yolculuğu yaptığını hemen anlayabiliyoruz. Bu gece yolculuğu nereden nereye yapıldı sorusu ile devam edelim. Mekke'deki Mescid -i Haram'dan , Mescid -i Aksaya Allah tarafından gönderilen bir burak(binek) ile yapılan ve akabinde de Mescidi Aksa'dan gök yüzüne yükseltilerek Allah ile peygamberin buluşmasına Miraç denilmektedir.
Mescid-i Haram dediğimiz yer Kabeyi de içine alan bir alanı kapsayan büyük mesciddir. Mescidi Aksa ise Kudüs de yer alan ve gerçekte Filistin'e ait olan bu topraklar şuanda İsrail'in elindedir. Miraç meselesine dönecek olursak sadece Kabe'den , Mescid-i Aksaya gidişini ele alacak olursak o zamanın şartlarına göre oradan oraya bir gece de gidip geri gelmek mümkün değildi. Bu durum daha sonra deve vakıası ile bir gece de gerçekleştiği ispatlanmıştır. Kafirler bu açık mucizenin gerçekliğini anladıkları halde şeytana yönelmiş istikametlerinden dünyalıklar uğruna dönmemeyi tercih etmişlerdir. Daha sonra bu olayı zamanımız yeterse yazarız.
''Âyetlerimizi göstermek için, kulunu geceleyin Mescid-i Haram'dan, etrafını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa'ya yürüten Allah, Sübhan'dır (bütün noksanlıklardan münezzehtir). Muhakkak ki O, en iyi işiten, en iyi görendir.''(İSRA SURESİ 1. AYET)
İsra suresi 1 ayette Peygamberimizin miracının başlangıç kısmı olan Mescid-i Haram'dan(kabe) mescid-i aksaya olan yolculuğu anlatılmıştır.
Peygamberimiz Efendimiz s.a.v sırasıyla eski Aksa denen bugünkü el-Aksa Camiinin altındaki yerden Mescid-i Aksa alanına girmiş, oradan Kubbet-üs-sahra'nın bulunduğu alana geçmiş ve orada İsa, Musa, Zekeriya peygamberlerle buluşmuştur. Günümüzde Nebi Minberi'nin bulunduğu alanda bütün peygamberlere namaz kıldırmış, oradan da Miraç Minberi'nin bulunduğu alandan göğe yükselmiştir.
Hadislere göre peygamberimiz s.a.v bu yükselmede gök katlarını Cebrail ile birlikte aşarken sırayla Âdem, Yusuf, Yahya ve İsa, İdris, Harun, Musa ve İbrahim peygamberleri görmüş, yedinci kat gökten sonra Sidret'ül Münteha’ya çıkmıştır. Cebrail’in Sidretü’l-Münteha’dan ileriye geçememesi üzerine yolculuğunu tek olarak sürdürmüş, zaman, mekân ve cihetin olmadığı ifade edilen katta Allah ile aracısız görüşmüştür.
Kimilerine göre bu yükselme fiziksel, kimilerine göre manevi, kimilerine göre hem maddi hem manevi, kimilerine göre de ne tam anlamıyla maddi ne de tam anlamıyla manevidir.Bazı yorumcular ve din bilginleri ayetteki "kuluyla birlikte" ifadesini ve Burak adlı bineğin kullanılmasını gerekçe göstererek söz konusu yolculuğun ruhsal bir deneyim olduğu tezine karşı çıkmıştır.
Bana göre bu yükselme kesinlikle hem maddi hem manevi bir yükseliştir...Sadece manevi yani ruhsal değildir. Ruhsal olamaz. Çünkü ruhsal deneyimleri veli kullar yaşayabiliyorlar. Hatta ve hatta velilerin hem ruhsal hem bedensel yolculuk yaptıklarını deneyimleyen insanlar sofiler, safiler vardır. Miraç gibi bir olayın sadece ruhsal bir vakıa olduğunu asla düşünmüyorum. Bunu daha da açacak olursak Miraç da maddesel olarak maddenin gidebileceği yere kadar maddesel yolculuk yapmış olduğunu maddenin gitmesinin mümkün olmadığı yere de ruhsal geçiş yaptığını düşünüyorum. Diğer yukarıda sayılan peygamberlerin makamlarını aşarak geçmesi de diğer bu peygamberlerden makam mevki derece olarak yüksek olduğunun bir göstergesidir. Peygamberlerin Allah katındaki derecesi de yukarıda anlatılan sıraya yukarı çıkış sırasına göredir. Allah katında bütün varlıkların bir derecesi vardır. Allah katında en ileri derece takva iledir. Bu alemin yaratılış sebebi peygamberimiz efendimiz s.a.v dir. Allah katında en yüksek dereceye sahip olan varlık Peygamberimiz s.a.v dir. Peygamberimiz Efendimiz s.a.v olmasaydı olmazdık. Allah habibim diyor Efendimize..Peygamberimiz tüm kainata peygamber olarak gönderilmiştir. Bazı peygamberler sadece bir kavimin peygamberidir. Fakat Efendimiz s.a.v ise tüm kainatın peygamberidir. Tüm yaratılmışlardan üstün meziyette yaratılmış ilk varlıktır. İlk yaratılan varlıktır son peygamber olarak vücuda girmiştir.
Şimdi şunu bir açığa kavuşturmak gerektiğine karar verdim. Maddi bir yolculuk mudur ruhsal bir yolculuk mudur bunun ceset halinde bir yolculuk olduğunu kanıtlamam gerekiyor. Bu yazının uzamaması için söylemiş olduğum şeylerin sağlamasını anlatmadan geçmek istiyorum fakat bu noktaya temas etmem gerektiğini düşünüyorum.Bendeniz ayetsel kanıt aramam sürekli fakat illaki kanıt isteyenler için bu konudaki ayetin kanıtını verelim. Kur'an Kur'an ile açıklanırsa açığa kavuşur. Kur'an ayet hadis dışındaki yöntemlerle açıklanmaya kalkılırsa bu hatalı bir yorum olur. O nedenle ayetin içinde geçen kelimelerin köklerine iniş yapmalıyız. Tabi bilgi ile giriş yapacağız diğer ayetlerleri dikkate alarak iniş yapacağız.
''Subhânellezî esrâ bi abdihî leylen minel mescidil harâmi ilel mescidil aksallezî bâreknâ havlehu li nuriyehu min âyâtinâ, innehu huves semîul basîr(basîru).''(İSRA 1 AYET)
Âyetlerimizi göstermek için, kulunu geceleyin Mescid-i Haram'dan, etrafını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa'ya yürüten Allah, Sübhan'dır (bütün noksanlıklardan münezzehtir). Muhakkak ki O, en iyi işiten, en iyi görendir.(İSRA 1)
Ayette kırmızı ile yazılı olan kısım yani Allah abd kelimesini kullanmıştır. Mescidi haramdan mescidi aksaya geçen abd dır. Abd kime denir önce bunu açmamız lazım. Yaratılış sebebini anlatan ayeti kerime de abdiyetin kulluk olduğunu anlıyoruz.Abdiyet ruh ve nefsin toplamıdır. Yani şuan ki halimiz ceset ve ruhun olduğu hal..Şimdi ölünce ruh bedenden ayrılıyor. Ruh bedene girmeden öncede vardı. Yani bezmi elezde henüz cesetle birleşmeden önce ruhlarımız ruhlar aleminde idi. Orada Allah'a kim cevap verdi :''Ruhumuz cevap verdi'' Vardı ama Abd değildik.Dolayısı ile insanın abd olması için ruhun ceset giymiş olması gerekir. Nitekim dirilişten sonra hesap görülmesi de ayrı bir kanıtıdır. Derin sular da fazla yüzmek istemiyorum. Zira anlattığımız kısım hikmet boyutuna girmektedir.
Haddi aşmadan çok bilinen şeylerin dışında şeyler yazmak istiyorum aslında. O yüzden herkes bildiği şekilde anlatmayacağız Miracı bir çok insanın bilmediği noktalara girmeye çalışıyorum. Kim neresini biliyor nerelerini bilmiyor onu da bilmiyoruz da... Sadece Efendimizin bilip kimsenin bilmediği noktalar da vardır o da ayrı bir konu...
Bir kere şu iyi bilinmelidir ki miraç Efendimizin yegane miracı değildir. Resmi miracıdır. Efendimizin resmi olmayan miraçları da vardır. Bu biraz ehil olduktan sonra öğrenilecek bazı özel kitaplarla okunacak öğrenilecek şeylerdir. Ama şu bilinmelidir, Efendimizin miracı tek değildir; bilinen 27 Recep'teki gece olan hadise resmi miraçtır.
Hz. Mevlana bir şahitlik mevzuu ile ilgili bir şey anlatırken, malum İslam hukukunda hürlerin şahitliği geçerlidir, kölelerin şahitleri geçerli değildir. Hürriyeti tarif ederken Hz. Mevlana, Efendimizin miracından haber veriyor. Misal veriyor. Yani Hz. Mevlana gibi bir Zatı Şerif bilmiyor, bir takım takvim arkası okuyup Şeyhül İslam kesilenler biliyor. Böyle ucuz bir şey değil bunlar canım. Hürriyet ancak Efendimiz Aleyhisselam'a mahsustur. Çünkü biz ne kadar hür olursak olalım, gidebildiğimiz yer ile sınırlı olarak hapisteyiz. Ama iki cihan serveri Efendimiz yaradılmışlığın hududunun dışına çıkmıştır. İşte hür diye O'na derler. Dolayısıyla O'nun şehadeti makbuldür. O La ilahe illallah diyorsa sadece O'ndan dolayı biz La ilahe illallah deriz diyor Hz. Mevlana. Bir kere O böyle anlatıyor.
Süleyman Çelebi Hazretlerini lalettayin bir şair olarak görmekte fevkalade yanlıştır. Süleyman Çelebi Hazretleri Emir Sultan Hazretlerinin dervişidir. Yani Nurbahşiyye dervişidir. Bugün Türkiye de devamı kalmamış, zaman içinde Emir Sultan Tekkeside Nakşibendiyeye dönüşmüştür falan filan. Ama Nurbahşiyye, Muhammed Nurbaş Hazretlerinin kurduğu bir yani piri olduğu bir tarikattir. Emir Sultan Hazretleri de Bursa da bunun büyük bir şeyhidir. O'nun dervişidir. Ayrıca Yıldırım Bayezit Han'ın Niğbolu Zaferinin ganimet hissesiyle kendi cebinden yaptırdığı Ulu Caminin ilk imamı ve hatibidir. Düşünün ki Hamidi Veli gibi Molla Fenari gibi Zevatı Kiramın olduğu bir toplum kesiminde Cami Kebir İmamı ve Hatibi. Kazara bir yanlış laf söyledimiydi, Molla Fenari var ki Molla Fenari Hazretleri çok da asabi bir Zattır yani. Katiyen yanlışlığa müsaade etmez. Öyle bir Zat. Ve Molla Fenari Hazretlerinin dahi iltifat ettiği ve açılış konuşmasını O yapsın dediği Hamidi Veli var. Sonuncu O. Onların yanında onlarla beraber bir ilim adamıdır, Süleyman Çelebi Hazretleri. Ve mevlidine miraç bahri koymuştur. Ve mevlidin miraç bahri bir iki lügate bakarak miracı en kolay şekilde anlamamızı temin edecek metinlerden biridir.
Ayrıcada niçün şiir? Bakın bir çok büyük Zatı Şerif bazı mevzuları şiir ile yazmıştır. Bunun içine İbni Sina dahildir. İbni Sina'yı biz hepimiz doktor biliriz. Yani İbni Sina namına hastane var. Ama mesela bir İbni Sina namına felsefe kürsüsü ben yok biliyorum. Halbuki felsefe ve mantıkta İbni Sina Hazretleri doktorluğu kadar en az çok önemli bir zattır. Ama mesela bazı mantık ilmiyle ilgili meseleleri özel olarak şiirle yazmıştır. Çünkü şiirin kafiye ve vezinden doğan ahenkten kaynaklanan kolay ezberlenme hali vardır. Kur'an-ı Kerimin kendi gizli ehline aşikar kendi gizli ahengi dünyanın en kolay ezberlenen kitabı olmasını temin etmiştir. Hafız Efendiler Hazeratı fevkalade bak hep. Affetsinler Hafız Hanımlar beni. Ne kadar kötü bir alışkanlığınız var. Hafız Efendiler niye hafız efendiler? Hafız Hanımlar yok mu? Hepsinin ellerinden öperiz. Hafızlar demek lazım. Alıştırılmışız bu şekilde. Gayriihtiyari yanlış yapıyoruz. Hafız Efendiler. Niye Hafız Efendiler yav. Hafız Ablalar, Hafız Teyzeler, Hafız Kardeşler, Hafız Hemşireler nerede onlar, niye söylemiyoruz? Dolayısıyla Muhterem Hafızlar hepsi efendim. Onlar işte Kur'an-ı Kerim'in iç ahengini farkındalardır ve Onlar çok kolay ezberlemişlerdir.
Bunun yanısıra insanın icat ettiği kalıp vezin ve kafiye de kainatın ahengiyle paralellik teşkil ettiği ve tabii olduğu için nesir metinden daha kolay ezberlenir. İbni Sina bile en önemli bir mantık - çok zordur mantık ilmi - o ilim kolay kalsın diye kaidelerini şiir halinde yazmıştır. Süleyman Çelebi Hazretleri de miraç mevzuundaki bilgilerini mevlidi şerifin içine yani "vesiletün necat" isimli eserinin içine koymuş insanların aklında kolay kalsın diye. Tabi 600 sene evvel yazılmış bir metin olduğu için bir takım tabirler ve o günün Türkçesi bazı özellikler taşımaktadır. Ama bir iki lügate bakarak öğrenilir. Mutlaka artık kaç haftadır konuşuyoruz sevgili dinleyenlerle onlarda artık bizim kulak komşumuz, arkadaşımız oldular; mevlidin miraç bahrini mutlaka okuyalım. Oradan öğreneceğimiz çok şey var.
Mesela Kur'an-ı Kerim'deki Hazreti Adem'in yeryüzüne Allah'ın Halifesi olarak gönderilmesi iradesini beyan ettiğinde Meleklerin itirazları sırasında sarf ettikleri "Biz tespih ederiz, takdis ederiz" vesaire türünden. Şimdi "ibadet ederiz" bunların nasıl olduğunu anlatıyor Süleyman Çelebi. "Gök Ehlini gördüm" diye Resülu Kibriya Efendimizin ağzından oradaki ahvali anlatırken namazın şeklini de tarif ediyor. "Bir kısmı secdedeydi" diyor. "Bir kısmı rükudaydı, bir kısmı kıyamdaydı, bir kısmı kadedeydi" ve bunlar hep böyle devam ediyorlar tek hareketle. İnsan namaz kılmak suretiyle Gök Ehlinin teker teker yaptığı bu ibadet şekillerini iki rekatlık bir namaz içerisinde kendi zatında toplar. Bunu anlatıyor. Bak bak bak bak. Namazın ehemniyetini biz bir anlasak.
Bir Zatı Şerif'ten duydum. Cümleye aynen böyle başladı: "Namazın ehemniyetini bir anlasak yeme içmeyi unuturuz" dedi. Bırak para kazanmayı çalışmayı hevesin peşinde koşmayı, yeme içme aklımıza gelmez. "Karnımız acıkmaz" dedi. Namaz böyle önemlidir. Süleyman Çelebi işte oraya dikkat çekiyor. Bütün gök ehlinin ibadet şekillerini namazla insan kendinde topluyor. Sonra yine bir kısmı valehü hayran diyor. Vale hali bir haldir, hayranlığın çok ileri bir derecesidir. Tarif ederken lügatler değilde dil bilginleri, hamile bir hanımın hayranlıktan doğan şaşkınlıkla çocuk düşürme halidir diyor. Vale hali. Aaa diyor çocuğu düşüyor. Öyle bir şaşkınlık. O halde neyi seyrediyorlar? Cemalullahı seyrediyorlar. Tabi O'nu seyredecek kudret sahibi olmak lazımdır. Herkes seyredemez. Bunları anlatıyor.
"Resülullah Efendimiz şöyle gitti" bir başka bir mesele anlatıyor. Buda tasavvufla ilgilidir. "Ya Rabbi ben geri dönmem" dedi Efendimiz. "Miraçtayım, tamam artık dönmem dünyaya" Allahü Zülcelal "Olmaz" dedi. "Vazifen var döneceksin" Tabi Allah'ın emri, eyvallah dedi Efendimiz döndü. Bu seyri sülukü anlatır. Bir mertebeye geldim yükseldim bitti. Hint felsefesinin nirvanası gibi değildir, İslam tasavvufu. Turuku Aliyye böyle değildir. Bir yere gelinmez. Gelinir, dönülür, vazifeye devam edilir.
Seyri İlallah..
Ondan sonra Seyri Maallah. Minallah ve Maallah aşağı yukarı birbirinin içindedir zaten. Takip eder. Takip etmekten ziyade birbirinin içindeki küreler gibidir. Öyle bir kat'i sınırda yoktur zaten. Ayrı mesele, izah babında şeyler. Şimdi bir zatı şerif bir yere gelip "tamam benim işim bitti" demiyor. Neden? E Peygamberimiz demiyor çünkü. Miraçtan daha yukarıda bir yer yok. En yücelik orası. Ama yine geliyor ehli dünya olarak yine çoluktu çocuktu şuydu buydu harpti darpti hicretti. Tabi hicretten evvel oldu miraç. Bundan taaa sonra hicretler var, harpler var, neler var neler var.
Şimdi tasavvufi kitaplar mevzuunda son dönemin en önemli mutasavvıflarından Türbedar Efendi Hazretlerinin Ahmet Amiş Efendi Hazretlerinin önemli bir lafı vardır, genel olarak bir takım tavsiyeleri onun dışında kendine bende olanlara özel emiri olarak "Tasavvuf kitabı okumayın" der. Çünki o yazılan tasavvuf kitapları o zevatı kiramın yolculukları sırasında yazılmış kitaptır. Daha sonra başka yere gittiler. Dönüp arkalarına baktıklarında o kitap hükümden kalkmıştı. Bunun içinde bazı istisnalar vardır. O istisnalardan biri Hazreti Mevlananın Mesnevi Şerifidir. O gidip geldikten sonra Mesneviyi yazdı diyor. Bu bir tabirdir. Şimdi Türbedar Efendi Hazretlerinin Ahmet Amiş Efendi Hazretlerinin haklı olduğuna delil tabi istemez ama hani sorgulayan olursa diye.Çok tipik misal Eşrefzade Abdullah Rumi Efendimizdir. Müzekkin nüfusuna bir bakın bir de Divanına bir bakın. Bir yasaklar mecmuası gibidir adeta, Müzekkin Nüfus. Ama Divanına baktığınız zaman "Benim ol daimül baki, göründüm sureta insan" diyor. Bunu da herkes anlamıyor. Tabi. Yani şimdi, Şemseddin-i Sivasi Hazretlerinin Menakıb-ı Çehar-yar-i Güzini vardır. Orada Dört Halife Hazretleri hakkında bilgiler nakleder. Bir okuyun, çok alim bir Hoca Efendi Hazretleri. Bir de Divanını okuyun. "Hâk cemalin kabesini kıldı âşıklar tavâf, yerde kâbe gökyüzünde Beyt-i mâ'mûr olmadan" diyor. "Mest olanların kelâmı kendünden gelmez veli, Pes Enel Hak nice söyler kişi Mansur olmadan." Olduğundan fazla gözükenlerin de dizginini çekiyor. Aynı şiir içinde onuda söylüyor onuda söylüyor. Haaa onun için evliyaullahın nutku şeriflerini anlamak için ayrı bir yakınlık peydah etmek lazımdır. Zahiri bilgi ile evliya nutku anlaşılmaz. Yav evliya nutku anlaşılmazsa, o evliya nutukları ki hadis ve ayet mealidir; o zaman hadis ve ayet hiç anlaşılmaz, zahir bilgiyle. Yakınlık peydah edilecek. Bu kadar kolay. Bu yakınlık peydah etmek içinde emir yerine getirilip fiil yapılacak. Namaz kılmadan namazı anlamak mümkün değildir. İstediğiniz kadar kitap okuyun olmaz. Fiil olacak o zaman anlaşılır.İşte miraçta böyle bir hadisedir. Çok doğru anlaşıldığı pek söylenemez, cemiyetin büyük kısımları tarafından. Doğru anlayan elbette var. Namazla çok sınırlandırılmış bir hadisedir. Namazla sınırlı değildir. Çok daha başka meselelerde içinde vardır. Namazda vardır amenna da onunla sınırlı değildir.Efendimiz miraçtan avdet buyurduktan sonra anlattığında, Efendimizin izahında Hazreti Ebubekir orada yok. Bir vesile ile yok, neyse. Dinleyen müşriklerden bir kısmı işte malum Hazreti Ebubekir'in evine gidip Efendimizden bahsederek "Arkadaşın böyle böyle söylüyor" deyince "Kim söylüyor yav bunları" çünkü hakikaten pek inanılacak şeyler değil. Acayip acayip lakırdılar yani. Kudüse gitti de, oradan yukarı çıktı da, şöyle oldu böyle gitti. "Yav bunları kim söylüyor" "İşte O söylüyor" "Haa O'mu söylüyor, o zaman doğrudur" diyor kapıyor kapıyı. Bu da iman meselesi. Bize lazım olan bunlardır. Bu noktalardır. Sıddik nasıl oluyor, sıddik? Ebubekir sıddik nasıl oluyor? "O söylüyorsa doğrudur" işte iman buna derler.
Sorgulamadan..
O söylüyorsa doğrudur. Ha sorgulanacak şey şudur. Sen bana yalan mı söylüyorsun yani O'mu söylüyor yoksa sen bana atıyor musun. Eğer O söylüyor ise - bak orada ise var - "O söylüyorsa doğrudurrrr" bitti. Benim sorgulayacağım şey sadece O'nun söyleyip söylemediğini tespit etmektir. "O söylüyorsa doğrudur" bitti. Bu çok önemli bir mesele. İşte bu anlatım sırasında sonradan Hazreti Ebubekir ile konuşurlarken "Ya Resülallah nasıl anlattın" diyor. Malum Efendimizin bir çok seyahatleri var. Taaa Güney Ürdün'e kadar gitmişliği var. Kuzey Yemen'e kadar gitmişliği var filan. Ama Kudüs'e gitmemiş hiç.
Başka şeylerden de söz ediyor. Falancanın çobanı, falancanın...
Hepsini. Ama oradaki laf çok güzel. "Önüme maketini getirdiler". Yani bu maket icat olmadan belki bunu başka türlü ifade etmek lazım ama bugünün ifadesiyle çok kolaylaşıyor. Şimdi burada miraç bu bakımdan çok önemli. Efendim işte "mucizelerle peygamber". Her Peygamberin mucizesi her velinin kerameti vardır. Bu onların sıradan insanlar olmadıklarının sıradan insanlara gösterilmesi içindir. Zaten aziz insanlar bu nevi şeylere itibar etmezler, fevkaladeliklere itibar etmezler çünkü fevkaladelik tabii yaşamaktır. Hakiki fevkaladelik odur.
Biz Türk toplumu olarak, miraçla ilgili kültürel olarak ne yapmışıza gelirsek burada hiçbir başka Müslüman toplumunda olmayan bize mahsus bazı şeyler var. Bunların en mühimi miraciye denen hem edebiyat hem musiki sahasındaki çok önemli kültür eserleridir. Efendim. Bugüne kadar ulaşabilmiş maalesef tek miraciye var. Geçenlerde sohbetimizde sohbetini etmiştik. Galata Mevlevihanesi Şeyhi Kutbü'n-nâyî Şeyh Osman Dede'nin bestelediği bir miraciye vardır. Bu miraciyenin güfteleri hem Hazreti Mevlana'nın hem Muhammed Nasuhi Halveti Hazretlerinin hemde bazı güfteleri bizzat kendisinin Osman Dede Hazretlerinindir. Onun bile tamamı ne yazık ki günümüze ulaşamamış. Son dönemlerde işte bir takım tespit çalışmaları yapılmış filan. Bazı bahirleri Balat Sümbüli Şeyhi Kemal Efendide varmış Ondan almışlar filan. Ama ne yazık ki tamamı yok. Daha son günlerimizde ise Ankara da Ankara Radyosu Tasavvuf Müziği Korosu Şefliği yapan Ahmet Hatipoğlu abeyimiz onu tekrardan notaya aldı, tertip etti filan filan. Yani hiç olmazsa mevcudu kaybolmaktan kurtuldu.
Başka miraciyelerde var. Kazasker Hikmet Efendinin bir miraciyesi var, kaybolmuş maalesef. Efendimizin sırf miracıyla alakalı şiirler var. Onlarda miraciye ismiyle anılıyor. Ama bu Osman Dede'nin miraciyesi bir musiki eseri olarak Türk Müziğinin en büyük formu. Mevlevi ayinleri dahil. Ondan da büyük bir formdur. Daha uzun sürer. Ve miraciye vakıfları, miraciye okunması için vakıflar tesis edilmiştir. Bu vakıfları son dönemde Şakir Çetiner Hocamız vardı Allah rahmet eylesin, Okçuzade Şakir diye tanınan, Tophane'deki Karabaş Tekkesi Şeyhi iken 1925 de kapanmasıyla kalmış. Dedesi amcası babası hem o tekkenin şeyhi hem Kadirihaneninde Zakirbaşıları ciddi bir musikişinas bir ailedir oda. Aynı zamanda büyük bir hukukçuydu Şakir Bey. Özellikle vakıf hukuku üzerine. Sonra işte o vakıflardan falan çıkardılar, o vakıflar tekrar yürürlüğe girdi ve Aziz Mahmut Hüdayi Hazretleri Dergahında - şimdi cami olarak kullanılıyor- Bursa da İsmail Hakkı Tekkesinde ve Mahkeme Caminde, efendim Nasuhi Dergahında, efendim Çerkeşte Mustafa Çerkeşi Hazretlerinin Dergahında filan son zamanlarda okundu. Biz de onların ihtiyar halleriyle o okunmuş klasik okuyuş tarzına ulaştık. Fakat lisanıyla ve musiki ifadesiyle bugünün insanının o kadar çok vakit ayırabilecek tahammül edecek hali yok. Bugünün insanları yemek yerken bile iki tık tık bi pıt pıt karnını doyurup kalkıyor. Veya bir yandan yemek yiyor bir yandan yürüyor filan. Bunlar geniş zamanlı insanların eserleri, ama bunların değerinin kaybolması mevzubahis değil tabi. Bugünün insanlarının onu anlayacak değere yükselmeleri lazımdır. Miraciyenin böyle bir özelliği var.
Beratiye ve Regaibiyye diye de eserlerin olduğunu biliyoruz. Ama ne olduklarını bilmiyoruz. Onlar maalesef kaybolmuş. Gerek bir takım yasaklamalar, gerek bu iş çok ciddi bir entellektüelite ister. Yani şimdiki entellerden bahsetmiyorum. Onlar entellektüel olamadıkları için, entel kalanlardır. Entellektüellik çok ciddi bir meseledir. Onun için maalesef toplum harplerdi darplerdi ihtilallerdi şunlardı bunlardı sarsılmış etmiş bunlar maalesef kaybolmuş. Ama miraç ve miraciye duruyor. Eksik de olsa, kaybolmuş tarafları da olsa bu bakımdan çok önemli. Bu miracıda bizim çok yoğun olarak Allah'ın O'na bir tesellisi bir ikramı şeklinde algılayanlar var..O da var işin içerisinde. Efendimizi Cenab-ı Hak ayetlerle sabit olarak hadiselerden mada teselli kıldığı çok aşikardır. Toplumda İslamı kabul etmekle arkasında bir takım insanlar sürükleyecek insanların, Müslüman olmaları hakkında dua buyuruyor. Toplumu kurtarmak için. Olmuyor, hidayet nasip olmayınca çok üzülüyor Efendimiz. Zaten yapısı o, Rahmetel-lil Alemin çünkü O. Hiç bir kulun batılda kalmasına razı değil. Ama Cenab-ı Hak bu üzüntüsünü teselli babında "Sen sadece tebliğ..." - bunu maalesef adeta estağfirullah tazir gibi anlatanlar var, böyle değildir. Asla böyle değildir. Sen sadece tebliğ edersin gerisine karışma. Hayır Efendim. Öyle değildir bu. "Sen üzülme, tebligatını yap gerisini bana bırak, üzülme" manasınadır. Doğru anlamak lazım. Allah'ın Resulüne ne şekilde muamele ettiğinin öğrenilmesi için Kur'an-ı Kerim'e bakmak yeterlidir. Hangi Peygamberlerine Allah nasıl hitap etmiştir, Muhammed Mustafasına nasıl hitap etmiştir. Hitap şeklinden anla.
Çok örnek bazı aileler vardır. Anneler babalar birbirlerine ismi ile hitap etmedikten mada bir de güzel ifadelerle. Canım der, yahucum der. Eskilerden bunu duyardık ninelerimizden.
Yahucum..
Yahucum tabi. Yahucuğum. Şaka yaparlar. Akrep sultan. Akrep çok yakin demek. Karibin kuvvetlisi akrep. Şaka yaparlar latife. Ve bu hitaplar nedir? Çocuğunu lalettayin ismiyle "Ahmet buruya gel" demek başkadır "Ahmetcim yavrum gelsene" ikisi arasındaki fark nasıl belli değil mi? İşte Allahü Zülcelal Habibi Edibine lateşbih Ahmet buraya gel dememiştir. Ahmetcim canım gelirmisin demiştir, lateşbih. Böyle diyen Rabbül Alemin Sen tebliğ et gerisine karışma tarzında bir ayet göndermemiştir. O ayet öyle değildir. "Sen tebliğ edicisin hidayet bendedir.. Sıkma canını. Dolayısıyla Ashaptan genç bir zat, Uhud'a yetişmemiş daha çocuk o halinde, daha yeni yeni gelişiyor: "Ya Resülallah çok üzüldünüz değil mi Uhudda amcanızın vefatı" falan, yani "Hayatınızın en kötü günüydü" felan. "Yani kötüydü ama yavrucum Taif günü daha kötüydü" diyor Efendimiz. Yani O en kötü gün olarak hala Taif'i hatırlıyor. Ondan sonra olması buyurduğunuz gibi elbette Rabbül Alemin'in Rahmetel-lil Alemin'e bir ikramıdır.
Çok özür dileyerek, haddimi de aşarak Efendimize hitapla ilgili..
Yani Ya Muhammed hitabı bir tane yoktur Kur'an-ı Kerim'de. Yoktur. Ama Ya İbrahim var, Ya Musa var, Ya İsa var.
Dolayısıyla efendim şuraya geldik, bunun Efendimizin şahsıyla ilgili düşündüğümüzde bu miracın Efendimizin O Kırılan Kalbini onarma O'nu teselli etme, O'na ikramda bulunma, O'nu yanına alıp O'nu taltif etmede bu işin içinde var.
Sonuçları olarak da tabi sadece namaza indirgemek yanlış, ama çok önemli bir sonuç olarak da bize dönük yüzünde de namaz var..
Yani zahiri sonuçları başta namazdır, batıni sonuçları da seyri süluktür.
Seyri süluk dediğimiz oraya gidip orada kalmamak oradan geri dönmek.
İşte İslam tasavvufunun Hint Felsefesiyle en önemli ama en önemli derken bütün her şeyi kapsıyor bu, farkı budur. Bir yolculuk değildir, bir devirdaimdir. Bir yere varış yoktur, çünkü Allah'ın nimetinin sonu yoktur. Nirvana Fenafillah gibidir, benzer, tam karşılığı değildir. Nirvanaya erdin bitti diyor. Bitmez Allah'ın nimeti biter mi?
Allah'ın nimeti biter mi hiç elbetteki bitmez. Miraç hadisesi Kur'an ı kerimde tek yerde tek ayette geçiyor derler bu hatalıdır. Kur'an ı kerim in bir çok ayetinde geçer. Necm suresinde anlatılır. Yıldızlardan bahseder. Yükselişten bahseder. Madem yazımız uzadı. Biraz oralara da gireyim. Necm suresini ilk görününen haliyle değil sırrına vakıf olarak en azından bir kısmına vakıf olarak girilirse Necm suresinde Miraç baştan aşağıya anlatıldığı görülür. Bunu görebilmek için tasvvufi eğitim ve hadislerle haşır neşir olmuş olmak gerekir. Bizde bu iki şeye vakıf olduğumuz derecede yani bilgimiz mahiyetinde sırrına vakıf olabiliriz. Neyse söz kalabalığı yapmayalım ne görüyoruz anlatalım...
Necm Süresinin bazı sırları gördüğümüz kısmı diyelim en iyisi...
"1- Andolsun yıldıza, inerken." Burada geçen "Yıldız" sözü için Arapça'da üç ayrı anlam vardır. a) Yıldız anlamındadır. b) Ot ve çimen gibi sapı olmayan bitkileri anlatır. c) Aralıklı olarak, parça parça verilen bir şeyin parçalarına verilen isimdir. Bu açıdan bakınca haftalık veya aylık dergilerin her bir fasikülüne de "Necm" demek mümkündür. Kuran da parça parça indirildiği için her parçaya Necm denilir. Necm sözünün bu surede ot ve çimen gibi şeyleri anlattığını iddia eden yorumcular da vardır. Bunlar, Rahman Suresi 55/6 ayetinde, otların ve ağaçların da Allah'a secde ettiklerinden bahsedildiğini öne sürerek iddialarının nedenini açıklarlar. Aynı şekilde Kuran'ın, o zamana kadar indirilen parçaları üzerine andedildiğini ileri sürenler de vardır. Ama en fazla kabul gören anlam bu sözle yıldız anlamının kastedilmesidir.
Arapça mı yoksa akıl mı?
Arapça'da bir çok sözün birden fazla anlam taşıması ve değişik lehçelerin bulunması, bir çok kabilede aynı sözün değişik anlamlar ifade etmesi Müslüman yorumculara ve tefsircilere demogojik avantaj sağlamaktadır. Bu tür yorumcuların, Kuran'da geçen konularda hemen sığındıkları şey Arap dilinin bu özelliğidir. Hemen karşılarındaki insanın Arapça bilmediğinden, o ifadenin yanlış çevrildiğinden, Kuran'ı anlamak için çok iyi Arapça bilmek gerektiğinden bahsetmeye başlarlar. Onlara göre Kuran'ı sadece kendileri anlayabilir ve diğer insanlar, onlar ne derseler kabul etmek zorundadırlar. Hatta bazıları Arapça bilmezler fakat bunu hiç göz önüne almazlar çünkü onlar için Arapça bilmek, öğretilen ya da kendi deneyimleri ile bulup dört elle sarıldıkları bir şablon cevap demektir. Ama eğer karşılarındaki kimse Arapçayı iyi bilen birisi ise, bu sefer onu, din düşmanlığı, saptırıcılık ve cehaletle suçlarlar. Günümüzdeki televizyon programlarında bunları sık sık görmek mümkündür. Aslında saygın olması gereken etiketler taşırlar fakat saygın ama daha da önemlisi saygılı değildirler. Karşılarındakini dinlemeyi ve cevap vermeyi düşünmezler bile. Sadece karşılarındaki kimseyi konuşturmamaya ve soru sordurtmamaya çalışırlar. Buna aldanmamak gerekir ama daha önce dinimizin din yetkilisi veya ruhban sınıfı ya da otoritesi kavramına karşı çıktığı hatta yasaklamış olduğu unutulmamalıdır.
Yine Sirius Gizemi
Sonuç olarak Arapça'nın çok anlamlılığını bir yana bırakırsak, Necm sözünün "Yıldız" anlamında kullanıldığı kesindir. Yorumcular kendi aralarında bu tartışmayı sürdürebilirler fakat bu söz kesin olarak yıldız anlamında kullanılmıştır. Bunun kesin kanıtı da, surenin 49. Ayeti'nde açıkça "Şi'ra Yıldızı" denmesidir ve bu yıldız Sirius'dur. "49- Ve şüphe yok ki odur Şi'râ yıldızının Rabbi." 1. Yani 49. Ayetlerde söz edilen ve adına and edilen yıldız Sirius Yıldızıdır. Sirius galaksimizdeki, dünyamızdan en parlak görünen yıldızdır. Tabii ki, koca galakside çok daha parlak yıldızlar vardır fakat bizim bulunduğumuz konumdan en parlak görünen yıldız odur. Sirius, eski mitlere ve inançlara göre, Dünya'ya gelen eski Tanrıların kendi dünyalarının bulunduğu noktanın, bu boyuttaki izdüşümlerinden birinin koordinatlarındadır. Tabii, antik tanrılar sadece Sirius'tan veya bir başka yıldızdan gelmediler ya da eğer geldilerse onlar tanrıydılar da denemez. Sadece Sirius madde ötesi boyuttaki yıldızın izdüşümündedir diyoruz. Bu yüzden de dünyada değişik zamanlarda, değişik yerlerde Sirius'u çok ciddiye alan bir çok kült kurulmuştur. Eski Mısırlılar için de Sirius çok önemli bir yıldızdı. Hatta Keops Piramitinin, kral odasındaki üst çıkış koridorunun direk olarak Sirius'u gözlemleyecek açıda yapıldığı söylenir.Bütün bunları eski uygarlıkların inançlarını dikkate aldığımız da bir çoğunun hakk olan bir dinden saptığı anlaşılmaktadır.
Sirius Mirac'a giden yol muydu?
Söz konusu surede Tanrı, kendi öz boyutundaki bir yıldız veya gezegeni Sirius'la özleştirerek and etmektedir. Ayrıca kendisini o boyutun da Rabbi olarak ilan etmektedir. Tabii Sirius'u yani Sirius'un izdüşümünde olan diğer boyut yıldızını kastederek Sirius ismini kullanıyoruz yani Allah açısından kutsal görülen bir yer midir diye soruyoruz? Daha fantastik açıdan bakarsak, isim "Şİ" ve "RA" hecelerinden kuruludur ve Eski Mısır'ın en büyük tanrısı olan Ra'yı çağrıştırmaktadır. Bu durumda, Acaba Ra ismi de Sirius kökenli bir isim miydi diye düşünmek de olasıdır. Ama Kur'an da özel olarak yemin edilen objeler vardır. Yıldızlara and olsun ki kelimesi çokça geçmektedir. Bunun sebebini bilmiyorum. Bunuda araştırmak lazım...Herkesin miraç kandili kutlu olsun...
BAHADIR ÇAKIR O ADAM SENSİN...
Mescid-i Haram dediğimiz yer Kabeyi de içine alan bir alanı kapsayan büyük mesciddir. Mescidi Aksa ise Kudüs de yer alan ve gerçekte Filistin'e ait olan bu topraklar şuanda İsrail'in elindedir. Miraç meselesine dönecek olursak sadece Kabe'den , Mescid-i Aksaya gidişini ele alacak olursak o zamanın şartlarına göre oradan oraya bir gece de gidip geri gelmek mümkün değildi. Bu durum daha sonra deve vakıası ile bir gece de gerçekleştiği ispatlanmıştır. Kafirler bu açık mucizenin gerçekliğini anladıkları halde şeytana yönelmiş istikametlerinden dünyalıklar uğruna dönmemeyi tercih etmişlerdir. Daha sonra bu olayı zamanımız yeterse yazarız.
''Âyetlerimizi göstermek için, kulunu geceleyin Mescid-i Haram'dan, etrafını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa'ya yürüten Allah, Sübhan'dır (bütün noksanlıklardan münezzehtir). Muhakkak ki O, en iyi işiten, en iyi görendir.''(İSRA SURESİ 1. AYET)
İsra suresi 1 ayette Peygamberimizin miracının başlangıç kısmı olan Mescid-i Haram'dan(kabe) mescid-i aksaya olan yolculuğu anlatılmıştır.
Peygamberimiz Efendimiz s.a.v sırasıyla eski Aksa denen bugünkü el-Aksa Camiinin altındaki yerden Mescid-i Aksa alanına girmiş, oradan Kubbet-üs-sahra'nın bulunduğu alana geçmiş ve orada İsa, Musa, Zekeriya peygamberlerle buluşmuştur. Günümüzde Nebi Minberi'nin bulunduğu alanda bütün peygamberlere namaz kıldırmış, oradan da Miraç Minberi'nin bulunduğu alandan göğe yükselmiştir.
Hadislere göre peygamberimiz s.a.v bu yükselmede gök katlarını Cebrail ile birlikte aşarken sırayla Âdem, Yusuf, Yahya ve İsa, İdris, Harun, Musa ve İbrahim peygamberleri görmüş, yedinci kat gökten sonra Sidret'ül Münteha’ya çıkmıştır. Cebrail’in Sidretü’l-Münteha’dan ileriye geçememesi üzerine yolculuğunu tek olarak sürdürmüş, zaman, mekân ve cihetin olmadığı ifade edilen katta Allah ile aracısız görüşmüştür.
Kimilerine göre bu yükselme fiziksel, kimilerine göre manevi, kimilerine göre hem maddi hem manevi, kimilerine göre de ne tam anlamıyla maddi ne de tam anlamıyla manevidir.Bazı yorumcular ve din bilginleri ayetteki "kuluyla birlikte" ifadesini ve Burak adlı bineğin kullanılmasını gerekçe göstererek söz konusu yolculuğun ruhsal bir deneyim olduğu tezine karşı çıkmıştır.
Bana göre bu yükselme kesinlikle hem maddi hem manevi bir yükseliştir...Sadece manevi yani ruhsal değildir. Ruhsal olamaz. Çünkü ruhsal deneyimleri veli kullar yaşayabiliyorlar. Hatta ve hatta velilerin hem ruhsal hem bedensel yolculuk yaptıklarını deneyimleyen insanlar sofiler, safiler vardır. Miraç gibi bir olayın sadece ruhsal bir vakıa olduğunu asla düşünmüyorum. Bunu daha da açacak olursak Miraç da maddesel olarak maddenin gidebileceği yere kadar maddesel yolculuk yapmış olduğunu maddenin gitmesinin mümkün olmadığı yere de ruhsal geçiş yaptığını düşünüyorum. Diğer yukarıda sayılan peygamberlerin makamlarını aşarak geçmesi de diğer bu peygamberlerden makam mevki derece olarak yüksek olduğunun bir göstergesidir. Peygamberlerin Allah katındaki derecesi de yukarıda anlatılan sıraya yukarı çıkış sırasına göredir. Allah katında bütün varlıkların bir derecesi vardır. Allah katında en ileri derece takva iledir. Bu alemin yaratılış sebebi peygamberimiz efendimiz s.a.v dir. Allah katında en yüksek dereceye sahip olan varlık Peygamberimiz s.a.v dir. Peygamberimiz Efendimiz s.a.v olmasaydı olmazdık. Allah habibim diyor Efendimize..Peygamberimiz tüm kainata peygamber olarak gönderilmiştir. Bazı peygamberler sadece bir kavimin peygamberidir. Fakat Efendimiz s.a.v ise tüm kainatın peygamberidir. Tüm yaratılmışlardan üstün meziyette yaratılmış ilk varlıktır. İlk yaratılan varlıktır son peygamber olarak vücuda girmiştir.
Şimdi şunu bir açığa kavuşturmak gerektiğine karar verdim. Maddi bir yolculuk mudur ruhsal bir yolculuk mudur bunun ceset halinde bir yolculuk olduğunu kanıtlamam gerekiyor. Bu yazının uzamaması için söylemiş olduğum şeylerin sağlamasını anlatmadan geçmek istiyorum fakat bu noktaya temas etmem gerektiğini düşünüyorum.Bendeniz ayetsel kanıt aramam sürekli fakat illaki kanıt isteyenler için bu konudaki ayetin kanıtını verelim. Kur'an Kur'an ile açıklanırsa açığa kavuşur. Kur'an ayet hadis dışındaki yöntemlerle açıklanmaya kalkılırsa bu hatalı bir yorum olur. O nedenle ayetin içinde geçen kelimelerin köklerine iniş yapmalıyız. Tabi bilgi ile giriş yapacağız diğer ayetlerleri dikkate alarak iniş yapacağız.
''Subhânellezî esrâ bi abdihî leylen minel mescidil harâmi ilel mescidil aksallezî bâreknâ havlehu li nuriyehu min âyâtinâ, innehu huves semîul basîr(basîru).''(İSRA 1 AYET)
Âyetlerimizi göstermek için, kulunu geceleyin Mescid-i Haram'dan, etrafını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa'ya yürüten Allah, Sübhan'dır (bütün noksanlıklardan münezzehtir). Muhakkak ki O, en iyi işiten, en iyi görendir.(İSRA 1)
Ayette kırmızı ile yazılı olan kısım yani Allah abd kelimesini kullanmıştır. Mescidi haramdan mescidi aksaya geçen abd dır. Abd kime denir önce bunu açmamız lazım. Yaratılış sebebini anlatan ayeti kerime de abdiyetin kulluk olduğunu anlıyoruz.Abdiyet ruh ve nefsin toplamıdır. Yani şuan ki halimiz ceset ve ruhun olduğu hal..Şimdi ölünce ruh bedenden ayrılıyor. Ruh bedene girmeden öncede vardı. Yani bezmi elezde henüz cesetle birleşmeden önce ruhlarımız ruhlar aleminde idi. Orada Allah'a kim cevap verdi :''Ruhumuz cevap verdi'' Vardı ama Abd değildik.Dolayısı ile insanın abd olması için ruhun ceset giymiş olması gerekir. Nitekim dirilişten sonra hesap görülmesi de ayrı bir kanıtıdır. Derin sular da fazla yüzmek istemiyorum. Zira anlattığımız kısım hikmet boyutuna girmektedir.
Haddi aşmadan çok bilinen şeylerin dışında şeyler yazmak istiyorum aslında. O yüzden herkes bildiği şekilde anlatmayacağız Miracı bir çok insanın bilmediği noktalara girmeye çalışıyorum. Kim neresini biliyor nerelerini bilmiyor onu da bilmiyoruz da... Sadece Efendimizin bilip kimsenin bilmediği noktalar da vardır o da ayrı bir konu...
Bir kere şu iyi bilinmelidir ki miraç Efendimizin yegane miracı değildir. Resmi miracıdır. Efendimizin resmi olmayan miraçları da vardır. Bu biraz ehil olduktan sonra öğrenilecek bazı özel kitaplarla okunacak öğrenilecek şeylerdir. Ama şu bilinmelidir, Efendimizin miracı tek değildir; bilinen 27 Recep'teki gece olan hadise resmi miraçtır.
Hz. Mevlana bir şahitlik mevzuu ile ilgili bir şey anlatırken, malum İslam hukukunda hürlerin şahitliği geçerlidir, kölelerin şahitleri geçerli değildir. Hürriyeti tarif ederken Hz. Mevlana, Efendimizin miracından haber veriyor. Misal veriyor. Yani Hz. Mevlana gibi bir Zatı Şerif bilmiyor, bir takım takvim arkası okuyup Şeyhül İslam kesilenler biliyor. Böyle ucuz bir şey değil bunlar canım. Hürriyet ancak Efendimiz Aleyhisselam'a mahsustur. Çünkü biz ne kadar hür olursak olalım, gidebildiğimiz yer ile sınırlı olarak hapisteyiz. Ama iki cihan serveri Efendimiz yaradılmışlığın hududunun dışına çıkmıştır. İşte hür diye O'na derler. Dolayısıyla O'nun şehadeti makbuldür. O La ilahe illallah diyorsa sadece O'ndan dolayı biz La ilahe illallah deriz diyor Hz. Mevlana. Bir kere O böyle anlatıyor.
Süleyman Çelebi Hazretlerini lalettayin bir şair olarak görmekte fevkalade yanlıştır. Süleyman Çelebi Hazretleri Emir Sultan Hazretlerinin dervişidir. Yani Nurbahşiyye dervişidir. Bugün Türkiye de devamı kalmamış, zaman içinde Emir Sultan Tekkeside Nakşibendiyeye dönüşmüştür falan filan. Ama Nurbahşiyye, Muhammed Nurbaş Hazretlerinin kurduğu bir yani piri olduğu bir tarikattir. Emir Sultan Hazretleri de Bursa da bunun büyük bir şeyhidir. O'nun dervişidir. Ayrıca Yıldırım Bayezit Han'ın Niğbolu Zaferinin ganimet hissesiyle kendi cebinden yaptırdığı Ulu Caminin ilk imamı ve hatibidir. Düşünün ki Hamidi Veli gibi Molla Fenari gibi Zevatı Kiramın olduğu bir toplum kesiminde Cami Kebir İmamı ve Hatibi. Kazara bir yanlış laf söyledimiydi, Molla Fenari var ki Molla Fenari Hazretleri çok da asabi bir Zattır yani. Katiyen yanlışlığa müsaade etmez. Öyle bir Zat. Ve Molla Fenari Hazretlerinin dahi iltifat ettiği ve açılış konuşmasını O yapsın dediği Hamidi Veli var. Sonuncu O. Onların yanında onlarla beraber bir ilim adamıdır, Süleyman Çelebi Hazretleri. Ve mevlidine miraç bahri koymuştur. Ve mevlidin miraç bahri bir iki lügate bakarak miracı en kolay şekilde anlamamızı temin edecek metinlerden biridir.
Ayrıcada niçün şiir? Bakın bir çok büyük Zatı Şerif bazı mevzuları şiir ile yazmıştır. Bunun içine İbni Sina dahildir. İbni Sina'yı biz hepimiz doktor biliriz. Yani İbni Sina namına hastane var. Ama mesela bir İbni Sina namına felsefe kürsüsü ben yok biliyorum. Halbuki felsefe ve mantıkta İbni Sina Hazretleri doktorluğu kadar en az çok önemli bir zattır. Ama mesela bazı mantık ilmiyle ilgili meseleleri özel olarak şiirle yazmıştır. Çünkü şiirin kafiye ve vezinden doğan ahenkten kaynaklanan kolay ezberlenme hali vardır. Kur'an-ı Kerimin kendi gizli ehline aşikar kendi gizli ahengi dünyanın en kolay ezberlenen kitabı olmasını temin etmiştir. Hafız Efendiler Hazeratı fevkalade bak hep. Affetsinler Hafız Hanımlar beni. Ne kadar kötü bir alışkanlığınız var. Hafız Efendiler niye hafız efendiler? Hafız Hanımlar yok mu? Hepsinin ellerinden öperiz. Hafızlar demek lazım. Alıştırılmışız bu şekilde. Gayriihtiyari yanlış yapıyoruz. Hafız Efendiler. Niye Hafız Efendiler yav. Hafız Ablalar, Hafız Teyzeler, Hafız Kardeşler, Hafız Hemşireler nerede onlar, niye söylemiyoruz? Dolayısıyla Muhterem Hafızlar hepsi efendim. Onlar işte Kur'an-ı Kerim'in iç ahengini farkındalardır ve Onlar çok kolay ezberlemişlerdir.
Bunun yanısıra insanın icat ettiği kalıp vezin ve kafiye de kainatın ahengiyle paralellik teşkil ettiği ve tabii olduğu için nesir metinden daha kolay ezberlenir. İbni Sina bile en önemli bir mantık - çok zordur mantık ilmi - o ilim kolay kalsın diye kaidelerini şiir halinde yazmıştır. Süleyman Çelebi Hazretleri de miraç mevzuundaki bilgilerini mevlidi şerifin içine yani "vesiletün necat" isimli eserinin içine koymuş insanların aklında kolay kalsın diye. Tabi 600 sene evvel yazılmış bir metin olduğu için bir takım tabirler ve o günün Türkçesi bazı özellikler taşımaktadır. Ama bir iki lügate bakarak öğrenilir. Mutlaka artık kaç haftadır konuşuyoruz sevgili dinleyenlerle onlarda artık bizim kulak komşumuz, arkadaşımız oldular; mevlidin miraç bahrini mutlaka okuyalım. Oradan öğreneceğimiz çok şey var.
Mesela Kur'an-ı Kerim'deki Hazreti Adem'in yeryüzüne Allah'ın Halifesi olarak gönderilmesi iradesini beyan ettiğinde Meleklerin itirazları sırasında sarf ettikleri "Biz tespih ederiz, takdis ederiz" vesaire türünden. Şimdi "ibadet ederiz" bunların nasıl olduğunu anlatıyor Süleyman Çelebi. "Gök Ehlini gördüm" diye Resülu Kibriya Efendimizin ağzından oradaki ahvali anlatırken namazın şeklini de tarif ediyor. "Bir kısmı secdedeydi" diyor. "Bir kısmı rükudaydı, bir kısmı kıyamdaydı, bir kısmı kadedeydi" ve bunlar hep böyle devam ediyorlar tek hareketle. İnsan namaz kılmak suretiyle Gök Ehlinin teker teker yaptığı bu ibadet şekillerini iki rekatlık bir namaz içerisinde kendi zatında toplar. Bunu anlatıyor. Bak bak bak bak. Namazın ehemniyetini biz bir anlasak.
Bir Zatı Şerif'ten duydum. Cümleye aynen böyle başladı: "Namazın ehemniyetini bir anlasak yeme içmeyi unuturuz" dedi. Bırak para kazanmayı çalışmayı hevesin peşinde koşmayı, yeme içme aklımıza gelmez. "Karnımız acıkmaz" dedi. Namaz böyle önemlidir. Süleyman Çelebi işte oraya dikkat çekiyor. Bütün gök ehlinin ibadet şekillerini namazla insan kendinde topluyor. Sonra yine bir kısmı valehü hayran diyor. Vale hali bir haldir, hayranlığın çok ileri bir derecesidir. Tarif ederken lügatler değilde dil bilginleri, hamile bir hanımın hayranlıktan doğan şaşkınlıkla çocuk düşürme halidir diyor. Vale hali. Aaa diyor çocuğu düşüyor. Öyle bir şaşkınlık. O halde neyi seyrediyorlar? Cemalullahı seyrediyorlar. Tabi O'nu seyredecek kudret sahibi olmak lazımdır. Herkes seyredemez. Bunları anlatıyor.
"Resülullah Efendimiz şöyle gitti" bir başka bir mesele anlatıyor. Buda tasavvufla ilgilidir. "Ya Rabbi ben geri dönmem" dedi Efendimiz. "Miraçtayım, tamam artık dönmem dünyaya" Allahü Zülcelal "Olmaz" dedi. "Vazifen var döneceksin" Tabi Allah'ın emri, eyvallah dedi Efendimiz döndü. Bu seyri sülukü anlatır. Bir mertebeye geldim yükseldim bitti. Hint felsefesinin nirvanası gibi değildir, İslam tasavvufu. Turuku Aliyye böyle değildir. Bir yere gelinmez. Gelinir, dönülür, vazifeye devam edilir.
Seyri İlallah..
Ondan sonra Seyri Maallah. Minallah ve Maallah aşağı yukarı birbirinin içindedir zaten. Takip eder. Takip etmekten ziyade birbirinin içindeki küreler gibidir. Öyle bir kat'i sınırda yoktur zaten. Ayrı mesele, izah babında şeyler. Şimdi bir zatı şerif bir yere gelip "tamam benim işim bitti" demiyor. Neden? E Peygamberimiz demiyor çünkü. Miraçtan daha yukarıda bir yer yok. En yücelik orası. Ama yine geliyor ehli dünya olarak yine çoluktu çocuktu şuydu buydu harpti darpti hicretti. Tabi hicretten evvel oldu miraç. Bundan taaa sonra hicretler var, harpler var, neler var neler var.
Şimdi tasavvufi kitaplar mevzuunda son dönemin en önemli mutasavvıflarından Türbedar Efendi Hazretlerinin Ahmet Amiş Efendi Hazretlerinin önemli bir lafı vardır, genel olarak bir takım tavsiyeleri onun dışında kendine bende olanlara özel emiri olarak "Tasavvuf kitabı okumayın" der. Çünki o yazılan tasavvuf kitapları o zevatı kiramın yolculukları sırasında yazılmış kitaptır. Daha sonra başka yere gittiler. Dönüp arkalarına baktıklarında o kitap hükümden kalkmıştı. Bunun içinde bazı istisnalar vardır. O istisnalardan biri Hazreti Mevlananın Mesnevi Şerifidir. O gidip geldikten sonra Mesneviyi yazdı diyor. Bu bir tabirdir. Şimdi Türbedar Efendi Hazretlerinin Ahmet Amiş Efendi Hazretlerinin haklı olduğuna delil tabi istemez ama hani sorgulayan olursa diye.Çok tipik misal Eşrefzade Abdullah Rumi Efendimizdir. Müzekkin nüfusuna bir bakın bir de Divanına bir bakın. Bir yasaklar mecmuası gibidir adeta, Müzekkin Nüfus. Ama Divanına baktığınız zaman "Benim ol daimül baki, göründüm sureta insan" diyor. Bunu da herkes anlamıyor. Tabi. Yani şimdi, Şemseddin-i Sivasi Hazretlerinin Menakıb-ı Çehar-yar-i Güzini vardır. Orada Dört Halife Hazretleri hakkında bilgiler nakleder. Bir okuyun, çok alim bir Hoca Efendi Hazretleri. Bir de Divanını okuyun. "Hâk cemalin kabesini kıldı âşıklar tavâf, yerde kâbe gökyüzünde Beyt-i mâ'mûr olmadan" diyor. "Mest olanların kelâmı kendünden gelmez veli, Pes Enel Hak nice söyler kişi Mansur olmadan." Olduğundan fazla gözükenlerin de dizginini çekiyor. Aynı şiir içinde onuda söylüyor onuda söylüyor. Haaa onun için evliyaullahın nutku şeriflerini anlamak için ayrı bir yakınlık peydah etmek lazımdır. Zahiri bilgi ile evliya nutku anlaşılmaz. Yav evliya nutku anlaşılmazsa, o evliya nutukları ki hadis ve ayet mealidir; o zaman hadis ve ayet hiç anlaşılmaz, zahir bilgiyle. Yakınlık peydah edilecek. Bu kadar kolay. Bu yakınlık peydah etmek içinde emir yerine getirilip fiil yapılacak. Namaz kılmadan namazı anlamak mümkün değildir. İstediğiniz kadar kitap okuyun olmaz. Fiil olacak o zaman anlaşılır.İşte miraçta böyle bir hadisedir. Çok doğru anlaşıldığı pek söylenemez, cemiyetin büyük kısımları tarafından. Doğru anlayan elbette var. Namazla çok sınırlandırılmış bir hadisedir. Namazla sınırlı değildir. Çok daha başka meselelerde içinde vardır. Namazda vardır amenna da onunla sınırlı değildir.Efendimiz miraçtan avdet buyurduktan sonra anlattığında, Efendimizin izahında Hazreti Ebubekir orada yok. Bir vesile ile yok, neyse. Dinleyen müşriklerden bir kısmı işte malum Hazreti Ebubekir'in evine gidip Efendimizden bahsederek "Arkadaşın böyle böyle söylüyor" deyince "Kim söylüyor yav bunları" çünkü hakikaten pek inanılacak şeyler değil. Acayip acayip lakırdılar yani. Kudüse gitti de, oradan yukarı çıktı da, şöyle oldu böyle gitti. "Yav bunları kim söylüyor" "İşte O söylüyor" "Haa O'mu söylüyor, o zaman doğrudur" diyor kapıyor kapıyı. Bu da iman meselesi. Bize lazım olan bunlardır. Bu noktalardır. Sıddik nasıl oluyor, sıddik? Ebubekir sıddik nasıl oluyor? "O söylüyorsa doğrudur" işte iman buna derler.
Sorgulamadan..
O söylüyorsa doğrudur. Ha sorgulanacak şey şudur. Sen bana yalan mı söylüyorsun yani O'mu söylüyor yoksa sen bana atıyor musun. Eğer O söylüyor ise - bak orada ise var - "O söylüyorsa doğrudurrrr" bitti. Benim sorgulayacağım şey sadece O'nun söyleyip söylemediğini tespit etmektir. "O söylüyorsa doğrudur" bitti. Bu çok önemli bir mesele. İşte bu anlatım sırasında sonradan Hazreti Ebubekir ile konuşurlarken "Ya Resülallah nasıl anlattın" diyor. Malum Efendimizin bir çok seyahatleri var. Taaa Güney Ürdün'e kadar gitmişliği var. Kuzey Yemen'e kadar gitmişliği var filan. Ama Kudüs'e gitmemiş hiç.
Başka şeylerden de söz ediyor. Falancanın çobanı, falancanın...
Hepsini. Ama oradaki laf çok güzel. "Önüme maketini getirdiler". Yani bu maket icat olmadan belki bunu başka türlü ifade etmek lazım ama bugünün ifadesiyle çok kolaylaşıyor. Şimdi burada miraç bu bakımdan çok önemli. Efendim işte "mucizelerle peygamber". Her Peygamberin mucizesi her velinin kerameti vardır. Bu onların sıradan insanlar olmadıklarının sıradan insanlara gösterilmesi içindir. Zaten aziz insanlar bu nevi şeylere itibar etmezler, fevkaladeliklere itibar etmezler çünkü fevkaladelik tabii yaşamaktır. Hakiki fevkaladelik odur.
Biz Türk toplumu olarak, miraçla ilgili kültürel olarak ne yapmışıza gelirsek burada hiçbir başka Müslüman toplumunda olmayan bize mahsus bazı şeyler var. Bunların en mühimi miraciye denen hem edebiyat hem musiki sahasındaki çok önemli kültür eserleridir. Efendim. Bugüne kadar ulaşabilmiş maalesef tek miraciye var. Geçenlerde sohbetimizde sohbetini etmiştik. Galata Mevlevihanesi Şeyhi Kutbü'n-nâyî Şeyh Osman Dede'nin bestelediği bir miraciye vardır. Bu miraciyenin güfteleri hem Hazreti Mevlana'nın hem Muhammed Nasuhi Halveti Hazretlerinin hemde bazı güfteleri bizzat kendisinin Osman Dede Hazretlerinindir. Onun bile tamamı ne yazık ki günümüze ulaşamamış. Son dönemlerde işte bir takım tespit çalışmaları yapılmış filan. Bazı bahirleri Balat Sümbüli Şeyhi Kemal Efendide varmış Ondan almışlar filan. Ama ne yazık ki tamamı yok. Daha son günlerimizde ise Ankara da Ankara Radyosu Tasavvuf Müziği Korosu Şefliği yapan Ahmet Hatipoğlu abeyimiz onu tekrardan notaya aldı, tertip etti filan filan. Yani hiç olmazsa mevcudu kaybolmaktan kurtuldu.
Başka miraciyelerde var. Kazasker Hikmet Efendinin bir miraciyesi var, kaybolmuş maalesef. Efendimizin sırf miracıyla alakalı şiirler var. Onlarda miraciye ismiyle anılıyor. Ama bu Osman Dede'nin miraciyesi bir musiki eseri olarak Türk Müziğinin en büyük formu. Mevlevi ayinleri dahil. Ondan da büyük bir formdur. Daha uzun sürer. Ve miraciye vakıfları, miraciye okunması için vakıflar tesis edilmiştir. Bu vakıfları son dönemde Şakir Çetiner Hocamız vardı Allah rahmet eylesin, Okçuzade Şakir diye tanınan, Tophane'deki Karabaş Tekkesi Şeyhi iken 1925 de kapanmasıyla kalmış. Dedesi amcası babası hem o tekkenin şeyhi hem Kadirihaneninde Zakirbaşıları ciddi bir musikişinas bir ailedir oda. Aynı zamanda büyük bir hukukçuydu Şakir Bey. Özellikle vakıf hukuku üzerine. Sonra işte o vakıflardan falan çıkardılar, o vakıflar tekrar yürürlüğe girdi ve Aziz Mahmut Hüdayi Hazretleri Dergahında - şimdi cami olarak kullanılıyor- Bursa da İsmail Hakkı Tekkesinde ve Mahkeme Caminde, efendim Nasuhi Dergahında, efendim Çerkeşte Mustafa Çerkeşi Hazretlerinin Dergahında filan son zamanlarda okundu. Biz de onların ihtiyar halleriyle o okunmuş klasik okuyuş tarzına ulaştık. Fakat lisanıyla ve musiki ifadesiyle bugünün insanının o kadar çok vakit ayırabilecek tahammül edecek hali yok. Bugünün insanları yemek yerken bile iki tık tık bi pıt pıt karnını doyurup kalkıyor. Veya bir yandan yemek yiyor bir yandan yürüyor filan. Bunlar geniş zamanlı insanların eserleri, ama bunların değerinin kaybolması mevzubahis değil tabi. Bugünün insanlarının onu anlayacak değere yükselmeleri lazımdır. Miraciyenin böyle bir özelliği var.
Beratiye ve Regaibiyye diye de eserlerin olduğunu biliyoruz. Ama ne olduklarını bilmiyoruz. Onlar maalesef kaybolmuş. Gerek bir takım yasaklamalar, gerek bu iş çok ciddi bir entellektüelite ister. Yani şimdiki entellerden bahsetmiyorum. Onlar entellektüel olamadıkları için, entel kalanlardır. Entellektüellik çok ciddi bir meseledir. Onun için maalesef toplum harplerdi darplerdi ihtilallerdi şunlardı bunlardı sarsılmış etmiş bunlar maalesef kaybolmuş. Ama miraç ve miraciye duruyor. Eksik de olsa, kaybolmuş tarafları da olsa bu bakımdan çok önemli. Bu miracıda bizim çok yoğun olarak Allah'ın O'na bir tesellisi bir ikramı şeklinde algılayanlar var..O da var işin içerisinde. Efendimizi Cenab-ı Hak ayetlerle sabit olarak hadiselerden mada teselli kıldığı çok aşikardır. Toplumda İslamı kabul etmekle arkasında bir takım insanlar sürükleyecek insanların, Müslüman olmaları hakkında dua buyuruyor. Toplumu kurtarmak için. Olmuyor, hidayet nasip olmayınca çok üzülüyor Efendimiz. Zaten yapısı o, Rahmetel-lil Alemin çünkü O. Hiç bir kulun batılda kalmasına razı değil. Ama Cenab-ı Hak bu üzüntüsünü teselli babında "Sen sadece tebliğ..." - bunu maalesef adeta estağfirullah tazir gibi anlatanlar var, böyle değildir. Asla böyle değildir. Sen sadece tebliğ edersin gerisine karışma. Hayır Efendim. Öyle değildir bu. "Sen üzülme, tebligatını yap gerisini bana bırak, üzülme" manasınadır. Doğru anlamak lazım. Allah'ın Resulüne ne şekilde muamele ettiğinin öğrenilmesi için Kur'an-ı Kerim'e bakmak yeterlidir. Hangi Peygamberlerine Allah nasıl hitap etmiştir, Muhammed Mustafasına nasıl hitap etmiştir. Hitap şeklinden anla.
Çok örnek bazı aileler vardır. Anneler babalar birbirlerine ismi ile hitap etmedikten mada bir de güzel ifadelerle. Canım der, yahucum der. Eskilerden bunu duyardık ninelerimizden.
Yahucum..
Yahucum tabi. Yahucuğum. Şaka yaparlar. Akrep sultan. Akrep çok yakin demek. Karibin kuvvetlisi akrep. Şaka yaparlar latife. Ve bu hitaplar nedir? Çocuğunu lalettayin ismiyle "Ahmet buruya gel" demek başkadır "Ahmetcim yavrum gelsene" ikisi arasındaki fark nasıl belli değil mi? İşte Allahü Zülcelal Habibi Edibine lateşbih Ahmet buraya gel dememiştir. Ahmetcim canım gelirmisin demiştir, lateşbih. Böyle diyen Rabbül Alemin Sen tebliğ et gerisine karışma tarzında bir ayet göndermemiştir. O ayet öyle değildir. "Sen tebliğ edicisin hidayet bendedir.. Sıkma canını. Dolayısıyla Ashaptan genç bir zat, Uhud'a yetişmemiş daha çocuk o halinde, daha yeni yeni gelişiyor: "Ya Resülallah çok üzüldünüz değil mi Uhudda amcanızın vefatı" falan, yani "Hayatınızın en kötü günüydü" felan. "Yani kötüydü ama yavrucum Taif günü daha kötüydü" diyor Efendimiz. Yani O en kötü gün olarak hala Taif'i hatırlıyor. Ondan sonra olması buyurduğunuz gibi elbette Rabbül Alemin'in Rahmetel-lil Alemin'e bir ikramıdır.
Çok özür dileyerek, haddimi de aşarak Efendimize hitapla ilgili..
Yani Ya Muhammed hitabı bir tane yoktur Kur'an-ı Kerim'de. Yoktur. Ama Ya İbrahim var, Ya Musa var, Ya İsa var.
Dolayısıyla efendim şuraya geldik, bunun Efendimizin şahsıyla ilgili düşündüğümüzde bu miracın Efendimizin O Kırılan Kalbini onarma O'nu teselli etme, O'na ikramda bulunma, O'nu yanına alıp O'nu taltif etmede bu işin içinde var.
Sonuçları olarak da tabi sadece namaza indirgemek yanlış, ama çok önemli bir sonuç olarak da bize dönük yüzünde de namaz var..
Yani zahiri sonuçları başta namazdır, batıni sonuçları da seyri süluktür.
Seyri süluk dediğimiz oraya gidip orada kalmamak oradan geri dönmek.
İşte İslam tasavvufunun Hint Felsefesiyle en önemli ama en önemli derken bütün her şeyi kapsıyor bu, farkı budur. Bir yolculuk değildir, bir devirdaimdir. Bir yere varış yoktur, çünkü Allah'ın nimetinin sonu yoktur. Nirvana Fenafillah gibidir, benzer, tam karşılığı değildir. Nirvanaya erdin bitti diyor. Bitmez Allah'ın nimeti biter mi?
Allah'ın nimeti biter mi hiç elbetteki bitmez. Miraç hadisesi Kur'an ı kerimde tek yerde tek ayette geçiyor derler bu hatalıdır. Kur'an ı kerim in bir çok ayetinde geçer. Necm suresinde anlatılır. Yıldızlardan bahseder. Yükselişten bahseder. Madem yazımız uzadı. Biraz oralara da gireyim. Necm suresini ilk görününen haliyle değil sırrına vakıf olarak en azından bir kısmına vakıf olarak girilirse Necm suresinde Miraç baştan aşağıya anlatıldığı görülür. Bunu görebilmek için tasvvufi eğitim ve hadislerle haşır neşir olmuş olmak gerekir. Bizde bu iki şeye vakıf olduğumuz derecede yani bilgimiz mahiyetinde sırrına vakıf olabiliriz. Neyse söz kalabalığı yapmayalım ne görüyoruz anlatalım...
Necm Süresinin bazı sırları gördüğümüz kısmı diyelim en iyisi...
"1- Andolsun yıldıza, inerken." Burada geçen "Yıldız" sözü için Arapça'da üç ayrı anlam vardır. a) Yıldız anlamındadır. b) Ot ve çimen gibi sapı olmayan bitkileri anlatır. c) Aralıklı olarak, parça parça verilen bir şeyin parçalarına verilen isimdir. Bu açıdan bakınca haftalık veya aylık dergilerin her bir fasikülüne de "Necm" demek mümkündür. Kuran da parça parça indirildiği için her parçaya Necm denilir. Necm sözünün bu surede ot ve çimen gibi şeyleri anlattığını iddia eden yorumcular da vardır. Bunlar, Rahman Suresi 55/6 ayetinde, otların ve ağaçların da Allah'a secde ettiklerinden bahsedildiğini öne sürerek iddialarının nedenini açıklarlar. Aynı şekilde Kuran'ın, o zamana kadar indirilen parçaları üzerine andedildiğini ileri sürenler de vardır. Ama en fazla kabul gören anlam bu sözle yıldız anlamının kastedilmesidir.
Arapça mı yoksa akıl mı?
Arapça'da bir çok sözün birden fazla anlam taşıması ve değişik lehçelerin bulunması, bir çok kabilede aynı sözün değişik anlamlar ifade etmesi Müslüman yorumculara ve tefsircilere demogojik avantaj sağlamaktadır. Bu tür yorumcuların, Kuran'da geçen konularda hemen sığındıkları şey Arap dilinin bu özelliğidir. Hemen karşılarındaki insanın Arapça bilmediğinden, o ifadenin yanlış çevrildiğinden, Kuran'ı anlamak için çok iyi Arapça bilmek gerektiğinden bahsetmeye başlarlar. Onlara göre Kuran'ı sadece kendileri anlayabilir ve diğer insanlar, onlar ne derseler kabul etmek zorundadırlar. Hatta bazıları Arapça bilmezler fakat bunu hiç göz önüne almazlar çünkü onlar için Arapça bilmek, öğretilen ya da kendi deneyimleri ile bulup dört elle sarıldıkları bir şablon cevap demektir. Ama eğer karşılarındaki kimse Arapçayı iyi bilen birisi ise, bu sefer onu, din düşmanlığı, saptırıcılık ve cehaletle suçlarlar. Günümüzdeki televizyon programlarında bunları sık sık görmek mümkündür. Aslında saygın olması gereken etiketler taşırlar fakat saygın ama daha da önemlisi saygılı değildirler. Karşılarındakini dinlemeyi ve cevap vermeyi düşünmezler bile. Sadece karşılarındaki kimseyi konuşturmamaya ve soru sordurtmamaya çalışırlar. Buna aldanmamak gerekir ama daha önce dinimizin din yetkilisi veya ruhban sınıfı ya da otoritesi kavramına karşı çıktığı hatta yasaklamış olduğu unutulmamalıdır.
Yine Sirius Gizemi
Sonuç olarak Arapça'nın çok anlamlılığını bir yana bırakırsak, Necm sözünün "Yıldız" anlamında kullanıldığı kesindir. Yorumcular kendi aralarında bu tartışmayı sürdürebilirler fakat bu söz kesin olarak yıldız anlamında kullanılmıştır. Bunun kesin kanıtı da, surenin 49. Ayeti'nde açıkça "Şi'ra Yıldızı" denmesidir ve bu yıldız Sirius'dur. "49- Ve şüphe yok ki odur Şi'râ yıldızının Rabbi." 1. Yani 49. Ayetlerde söz edilen ve adına and edilen yıldız Sirius Yıldızıdır. Sirius galaksimizdeki, dünyamızdan en parlak görünen yıldızdır. Tabii ki, koca galakside çok daha parlak yıldızlar vardır fakat bizim bulunduğumuz konumdan en parlak görünen yıldız odur. Sirius, eski mitlere ve inançlara göre, Dünya'ya gelen eski Tanrıların kendi dünyalarının bulunduğu noktanın, bu boyuttaki izdüşümlerinden birinin koordinatlarındadır. Tabii, antik tanrılar sadece Sirius'tan veya bir başka yıldızdan gelmediler ya da eğer geldilerse onlar tanrıydılar da denemez. Sadece Sirius madde ötesi boyuttaki yıldızın izdüşümündedir diyoruz. Bu yüzden de dünyada değişik zamanlarda, değişik yerlerde Sirius'u çok ciddiye alan bir çok kült kurulmuştur. Eski Mısırlılar için de Sirius çok önemli bir yıldızdı. Hatta Keops Piramitinin, kral odasındaki üst çıkış koridorunun direk olarak Sirius'u gözlemleyecek açıda yapıldığı söylenir.Bütün bunları eski uygarlıkların inançlarını dikkate aldığımız da bir çoğunun hakk olan bir dinden saptığı anlaşılmaktadır.
Sirius Mirac'a giden yol muydu?
Söz konusu surede Tanrı, kendi öz boyutundaki bir yıldız veya gezegeni Sirius'la özleştirerek and etmektedir. Ayrıca kendisini o boyutun da Rabbi olarak ilan etmektedir. Tabii Sirius'u yani Sirius'un izdüşümünde olan diğer boyut yıldızını kastederek Sirius ismini kullanıyoruz yani Allah açısından kutsal görülen bir yer midir diye soruyoruz? Daha fantastik açıdan bakarsak, isim "Şİ" ve "RA" hecelerinden kuruludur ve Eski Mısır'ın en büyük tanrısı olan Ra'yı çağrıştırmaktadır. Bu durumda, Acaba Ra ismi de Sirius kökenli bir isim miydi diye düşünmek de olasıdır. Ama Kur'an da özel olarak yemin edilen objeler vardır. Yıldızlara and olsun ki kelimesi çokça geçmektedir. Bunun sebebini bilmiyorum. Bunuda araştırmak lazım...Herkesin miraç kandili kutlu olsun...
BAHADIR ÇAKIR O ADAM SENSİN...