DİVAN EDEBİYATI'NDA “GÜZELLİK” İDEALİ
Bu
söz konusu çok yönlülük, daha onun isminden başlar. Şöyle ki Divan
edebiyatı’na ad olan “divan” sözcüğü dahi birkaç mana ihtiva etmektedir.
Bu sözcükle kast edilen en başta şairlerin şiirlerini belli bir nizama
göre tertip ettikleri “divan” adlı kitaplardır. Beri yanda divan
edebiyatının ürünleri genellikle şiir meclislerinde ve divanlar üzerinde
oturularak paylaşıldığı için, “divan” sözcüğü bu edebiyata ad olmuştur.
Bunun da ötesinde, Divan edebiyatı eserleri genellikle saraydaki o
merkezi divanda veya küçük yerleşim yerlerindeki şehzadelerin, beylerin
ve diğer büyüklerin görüşme meclisi olan taşra divanlarında okunup
paylaşıldığından dolayı, bu mekanların adı icra edilen sanata da isim
olmuştur. Mesele bir de tasavvufi bir yoruma tabi tutulursa: Divan halin
arz edildiği veya hesabın görüldüğü meclistir. Şair de yazdığı şiirle
bir yönüyle kendisini Yaratıcı’nın divanına çıkarmıştır. Şair, eserine
divan adını koymakla kendisini O’na arz ettiğini böylelikle O’ndan ya
ödül beklediğini veya yaptığı bir kusuru varsa onun bedelini ödemek için
hazır durduğunu ifade etmektedir. Yani “divan” sözcüğünün meseleye isim
olması, bu gelenekteki tevazünün da bir gereğidir. Divan edebiyatında
aynı zamanda “kendini övme” geleneği de olabildiği için, şair eserine
“divan” demekle tevazünün yanında bir de övgüyü yerleştirmektedir. Şair,
bu ismi kullanmakla aynı zamanda “Benim şiirlerim veya asırlar boyunca
yapılan bu edebiyat, her şeyin hükmünün verildiği divanlar gibidir;
eserlerimizi o divanlar gibi düşünebilirsiniz. Hatta bir şeyin yeterli
veya yetersiz olduğunu anlamak isteyen, o şeyi bu divana getirsin ve onu
bu divanda yine bu divanla karşılaştırsın. Bu eser adeta bir ölçüdür.
Bu eser adeta padişahın halkın karşısına çıkma lütfünde bulunduğu bir
saray divanı gibidir. Kaldı ki bu eser o kadar iddialıdır ki Yaratıcının
huzuruna dahi çıkarılırsa herhangi bir ceza görmeyecektir; zira ceza
görmesinden korkan eserini Yaratıcının divanına çıkarmaz” demektedir.
Toparlarsak, “divan” sözcüğü hem kitabın ismi, hem şiir meclislerindeki
kanepelerin ismi, hem saraylardaki toplantı salonlarının ismi, hem de
kararların verildiği muhakeme ortamlarının ismidir ve bu sözcük edebi
bir döneme isim olurken hem tevazuya, hem övgüye, hem tasavvufa, hem
dönemin sosyal yapısına hem mekanlara ve daha nice manalara değişik
göndermelerde bulunmaktadır.
Daha isminden böylesi bir yoğunluk olan Divan edebiyatı’ bir çok yönüyle odağa alınıp incelenmektedir ama biz bu
yazımızda
Divan edebiyatındaki güzellik algısını ve o algıdaki derinliği merkeze
alacağız. Şöyle ki Divan edebiyatı geleneğin belirlemiş hazır estetik
kalıplar olan mazmunlar4 üzerine bina edilmiş bir
edebiyattır. Güzellik algısı da bu mazmunlar etrafında şekillenmiştir.
Bir çok halleri, mazmunlarla ifade edilen güzellerin genel görünüşleri,
yapıları ve tavırları aşağı yukarı bellidir. Bu yönüyle bakıldığında
güzel veya sevgili tipi değişmemektedir. Genellikle büt
(kendisine tapınılan put) veya “cennet hurisi” şeklinde tarif edilen
güzellerin hepsi aşağı yukarı aynı özelliklere sahiptirler. Mesela boy
servi gibi uzundur; bel ipincedir, saçlar uzun ve simsiyahtır. Yanaklar
gül kırmızı, bakışlar kılıç gibi keskin, beden sağlıklı, yaş taze
denilecek kadar gençtir.
Sevgili
için nice nice yakıştırmalar vardır: O, en başta candır sonra canandır,
yardır, dosttur, mahbubtur, maşuktur, habiptir, güzeldir, efendidir,
sanemdir, nigardır, tabiptir, afitabdır, kafirdir, dilberdir, dildardır,
dilaradır, gülendamdır, melektir, peridir, mehlikadır…
Yok bu şehr içre senin vasıf ettiğin dilber Nedim
Bir peri suret görünmüş, bir hayal olmuş sana
Nedim
(Ey
Nedim, bu şehirde –yaşadığın bu alemde- senin anlattığın güzelliğe
sahip bir dilber yoktur. Açıkçası sana bir peri görünmüş ve seni
hayalperestlik kuşatmış. Ya da gerçekten peri suretli biri görünmüş de
seni baştan başa kendisi gibi ulaşılmaz bir hayale çevirmiş)
Divan
şiirinde sevgilinin ayrılığı hep azap verir. Ona hesap da sorulamaz.
Asla ele geçmez hep ulaşılmazdır, O. Aşığın ah u efkanını asla duymaz,
lakin bundan dolayı da kesinlikle ayıplanamaz. Kimse onu yadırgayamaz,
zira o kalp ülkesinin sultanıdır. Kimi zaman naz u işvesiyle aşıklarını
yağmalar, öldürür ama çoğunlukla gözü toktur.
Aşık öldürmek tutalım muktezayı hüsn imiş
Tığ-ı hicran ile kat etmek kimin fermanıdır
Ahmed Paşa
(Diyelim
ki -kabul edelim ki- aşıkları öldürmek güzelliğin bir gereği,
güzelliğin bir özelliği olsun. Peki bu ayrılık okuyla birilerini öldürme
işi kimin fermanına dayanmaktadır.)
Sevgili
verdiği onca ızdıraba rağmen kendisi de pek nazenindir; pek çabuk
incinir. Hele hele aşıklarının ahını almaktan pek çekinir. Çoğunlukla
gizlidir; kolay kolay aşığa görünmez ama görünmek istese dahi tabiatın
rengine bürünüp de meydana çıkar, zira tabiat dahi ondan etkilenip
süslenmektedir. Aşık sevgilinin hayaline aşıktır; cemalini de olsa olsa
rüyasında görebilir. Zaten sevgili aşığın aşkından da pek haberdar
değildir; haberdar olsa da hep vefasızdır.
Gamım pinhan tutardım ben dediler yare kıl ruşen
Desem ol bi-vefa bilmen inanır mı inanmaz mı
Fuzuli
(Ben
gamımı gizli tutardım; dediler ki git bunu yarine aç. Ben de gidip bunu
o vefasız sevgiliye anlatsam bilmem ki bu gamıma inanır mı inanmaz mı?
Diğer anlamıyla: Ben gamımı gizli tutardım; dediler ki “Git bunu yarine
aç.” Ben de bana bunu söyleyenlere “O yarim aslında vefasızdır.” desem
bilmem ki inanırlar mı, inanmazlar mı?)
Zenginlik
ve servet genellikle sevgilinin yüce bir şanıdır. Sevgili istediğinde
canlar alıp canlar satar. İstediğinde öldürür ama çoğu demde hayat
vericidir. Sözleri emirdir, kanundur. Kendisine verilecek en güzel
hediye de aynadır, çünkü ayna ona cemalini, güzelliğini ve zenginliğini
göstermektedir.
Zinhar eline ayine vermen o kafirin
Zira görünce suretini büt-perest olur
Necati
(Sakın
o kafirin –aşığın aşkını görmemezlikten gelip inkar eden o kafirin-
eline ayna vermeyin. Çünkü kendi suretini görünce kesinlikle kendi
güzelliğine tapan bir putperest olur)
Divan
edebiyatında sevgiliye dair mazmun haline gelmiş bu yakıştırmalar
sayfalarca işlenmeye, açılmaya müsaittir ama bizim asıl dikkat çekmek
istediğimiz nokta böylesi bir sevgili tipinin çizilmesinin dışrak ve
içrek yanlarıdır. Arz ettiğimiz üzere; divan edebiyatı geleneksel bir
edebiyattır ve hep mükemmel olanın, hep ideal olanın peşindedir. Bu
edebiyatın işçileri, hep mütevazi davranmışlar ve ortak bir birikimden
istifade ederek o birikimi beslemeye çalışmışlardır. Zira onlar
birikenleri ortak bir hafızanın ürünü olarak görmüşler ve ortak
hafızanın “ideal bir güzeli bulup onu en güzel şekilde aktarma” hedefine
hizmet etmeyi de gaye bilmişlerdir. Bu ortak hafızaya göre, asıl olan
güzelliğin kendisidir ve bu güzellik nerede tezahür ederse etsin en
mükemmel şekilde anlatılmalıdır. Zira yeryüzünde izdüşümleri görülen bu
güzellikler aslında ideal olanın birer yansımasıdırlar. İdeal olan
mutlak anlamda güzel olduğuna göre sanatçı da mutlak olanın büyüklüğüne
layık bir şekilde eserler ortaya koymalıdır.
Şairin
aşık olup övdüğü falan veya filan değil bizzat güzelliğin kendisidir.
Şairlerin bizzat güzelliğin kendisine düşkün olma şeklindeki felsefi
tavırları, arkadan gelen birçok düşük ruhlu yorumcuların onları yanlış
anlamasına da sebep olmuştur. Öyle ki algısı çarpıklaşmış bazı kimseler,
divan şairlerini eşcinsellikle dahi suçlayabilmişlerdir. Çünkü onlara
göre divan şairlerinin çizdiği güzel tipi kadınları karşıladığı gibi
kimi zaman genç erkeklerin güzelliklerini de karşılayabilmektedir.
Halbuki divan şiirinin idealist algısına göre, asl olan güzelliğin
kendisidir. Bu güzellik, bir kadında da olsa, bir çocukta da olsa, bir
padişahta veya bir şeyhte de olsa övülmeye değerdir; ve övülmelidir.
Hele hele güzelliğin en çok ön plana çıktığı kaş, göz, dudak, yanak gibi
yüze ait unsurlar daha çok merkeze alınmalıdır. Zaten bunlar üstte
olan, üste ait olan yani yukarıda olan, yukarıyı temsil eden,
dolayısıyla Yaratıcıyı anlatan unsurlardır.
Divan
şiiri neredeyse kaşın, gözün, yanağın, ayva tüylerinin, dudağın, saçın,
perçemin şiiridir. Şair en çok burayla meşguldür. Yüze o kadar
odaklanmasına rağmen bedenin aşağı kısımlarıyla hiç ilgilenmez, divan
şiiri. Aşağının kadına mı erkeğe mi ait olduğu tam belli değildir. Zaten
bunlar şairi çok da ilgilendirmez; çünkü aşağıda olanlar yemek, içmek,
cinsellik gibi daha çok dünyaya ait unsurlardır. Ama yukarısı çok tasvir
edilir; zira yukarıdakiler, ideale dönük olan unsurların izdüşümüdür.
Şairlerin yukarıda olana merakı, bazen kendilerine öyle şeyler
resmettirir ki, resmedilenin kime ait olduğu çoğu zaman karışır. Öyle ki
resmedilen güzelliklerde kadının da erkeğin de çocuğun da yaşlı
bilgenin de hepsinin izleri vardır. Bu durum ilk etapta anlaşılmayabilir
ama dikkatli bir gözle bakılınca görülecektir ki asırlar boyunca
işlenen o simada, aslında sadece her şeyin ortak paydası olan ilahi
güzellik işlenmektedir. Tabi şair kendisini tamamlamanın peşindedir;
tasvirini yapar herkes de kendi ruhunu görür.
Kadınsılıktan,
erkeksilikten kurtarılıp idealize edilmiş bu güzellik algısı değişik
bir çok kültürde de gözlemlenebilmektedir. Mesela Buda “Benim yüzlerce
yüzüm vardır; isteyen istediğini görür” derken, bu tavır ile divan
edebiyatındaki güzelliğe yaklaşımdaki tavır aslında pek örtüşmektedir.
Divan şairi asli güzelliğe ulaşmak için ya resmettiği güzelliği aşıp
asli olana ulaşmaya çalışır ya da ideal olandan hareketle eldekini
idealize etmeye çalışır. Zaten güzeldeki güzellik Yaratıcının
güzelliğidir. Şair aşığa hasret kaldığından dem vururken aslında
Yaratıcıya aşık ve hasret olduğunu ifade etmektedir. Bu yönüyle
bakılınca şiirlerde kullanılan ifade ve kalıpların bir çoğu tasavvufi
değerlerle örtüşmektedir.
Bu
terminolojiye göre çoğu zaman şarap aşkın ifadesidir. Şarabı sunan
saki, şeyh-mürşit-hocadır. Meyhane tekke-dergah-okuldur. Aşık manevi
yolculuk yaşayan derviş-mürit-talebedir. Sevgili ise bizzat Yaratıcının
kendisidir. Bazıları meseleyi daha da ilerleterek şiirde sevgiliyle
ilişkili kullanılan tüm ifadeleri tasavvufi duygu ve düşünceyle
ilişkilendirmişlerdir. Buna göre mesela vuslat (sevgiliye kavuşma)
Kabe’nin temsilidir. Saç ve zülüf Yaratıcının birlik sıfatını anlatır;
çünkü saç yakında tek tek ayrı unsurlardan oluşurken uzaktan tamamen
birlik halindedir. Yanak, nurun ifadesidir. Çoğunlukla nokta kadar küçük
olmakla övülen dudaklar manevi sırrı ve yokluğu anlatır. Kadeh aşığın
kalbidir; Mutrib (eğlence meclislerinde çalgı çalan kişi) aşkı aktaran
şeyhtir. Def, Yaratıcı’yı istemenin ifadesidir.
Divan
şiirinde sevgili idealize edilirken ona yapılan her yakıştırmada ayrı
bir gönderme vardır. Mesela tabiat sevgiliye bakarak süslenir ki bu
tabiattaki güzelliğin ilahi güzelliklerin bir izdüşümü olduğunu ifade
etmenin diğer şeklidir. Sevgilinin ulaşılmaz ve hayali bir karakter
olması, sadece Osmanlı sosyal hayatında aşıkların birbirlerini rahat
görememeleriyle izah edilemez. Sevgilinin hayali ve ulaşılmaz olması,
aslında insan aklının tek başına büyük hakikatleri, mutlak güzellikleri
çözümlemede yeterli kalamayacağının dolayısıyla ideal güzelliğin akıl
için bir hayal olduğunun diğer ifadesidir. Divan şiirinde sevgili hep
taze hep zindedir, dahası bu şiirde sevgililer pek ölmezler; zira ideal
güzellik zaman ve mekan üstü yani sonsuzdur. Ona tabiî ki hesap
sorulmaz, çünkü ideal olanı sorgulamak düşük olanların haddi değildir.
Sevgilinin pek zengin olması, aşıklarından istediğine hayat vermesi de
çok normaldir. Zaten o bütün zenginliklerin kaynağı ideal, aşkın
güzelliktir ve her şeyden üstün olması pek doğaldır.
Evet,
Divan şiiri içrek yanıyla ele alındığında ona dair bu minvaldeki
yorumların sonu gelmez. Zaten o beslendiği kaynak itibariyle sonsuz bir
sanattır. Divan şiiri temelde idealist bir şiirdir ama bu klasik
edebiyat yeri geldiğinde dünyevi gerçekliği görmeyi de ihmal etmemiştir.
İfadeler ve mazmunlar fonksiyonel bir şekilde kullanılabildiği için
idealist durmayan şairler de bu edebiyatın içinde kendilerini ifade etme
şansını bulabilmişlerdir. Mesele Nedim gibi şairler kimi zaman
tasavvufa göndermelerde bulunmakla birlikte tamamen gerçek olan
sevgilileri kastederek de şiirler yazmışlardır. Felsefi tavrı itibariyle
sonsuzluğu kucaklayacak şekilde kurgulanan veya o ufka ermek için yola
çıkan bir edebiyatın yani sonsuzun içinde dünyanın da kendisince bir yer
bulması da pek tabiidir. Bu açıdan divan şiirini dünyevi bir gözle
okuyan da ondan çok neşeli çıkarımlar yapabilmektedir. Ama bilinmeli ki
bu klasik edebiyat kendisine hakikat gözüyle eğilenlere özel sırlar
vermekte ve onları kendi derinliklerine götürerek adeta bir hoca gibi
talebelerini sil baştan eğitmektedir.
1 Vedalar, Hintliler'in yüzyıllar boyuca geliştirdikleri brahma dinini temsil eden metinlerin tümüne verilen addır.
2
Upanishadlar: Veda dönemine ait Brahmanlar tarafından ilahi kökenli
olarak kabul edilen metinler. Mistik deneylerin karşılaştırılması ve
bunlardan çıkartılabilecek felsefi ve yoga ile ilgili sonuçlarının
açıklamalarını içerirler.
3
Bu eksende etraflı bir okuma için Ray Livingston’un, Coomaraswamy’in
düşüncelerini toparladığı “Geleneksel Edebiyat Teorisi” adlı çalışma.
İnsan Yayınları, İstanbul. Aralık 1998
4
Mazmun herkesçe anlaşılabilecek ve belirli bir manası olan estetik
kalıpları ifade eder. Biri dış diğeri de iç olmak üzere çoğunlukla iki
manası olan mazmun, geleneğin uzun bir tecrübeden sonra bazı kavramlara
belli anlamlar yüklemesiyle oluşur. Hiçbir şair yüklenilen bu anlamsal
ilgileri bozamaz; başka şekillerde kullanamaz. Mesela kaşlar yaydır,
kirpikler oktur, dudaklar mim harfidir, yanaklar goncadır, boy selvidir.
Bu liste uzayıp gidebilir. Gelenek, asırlar boyunca yaşadığı
tecrübelerle yakışabilecek en ideal kavramları bulmuş ve onları
kalıplaştırmıştır; şairler de kelam atlarını ancak bu çağrışım
mekanizmasının içinde coşturup koşturabilirler. Tabi bu durumu asla
şairlerin sınırlarını daraltma gibi algılamamak gerekir. Zira
mazmunların varlığı hem şairi beslemekte hem de şairin ona yeni
katkılarda bulunarak mazmunu arkadan gelenlere daha yoğun bir şekilde
bırakmasına vesile olmaktadır. Böylelikle mazmunlar asırlar boyu işlene
işlene mükemmel hale gelmekte ve ortaya, üzerinde yoğun bir tecrübe
enerjisi taşıyan tam anlamıyla klasik bir edebiyat çıkmaktadır.
Böylelikle sanat herhangi bir şahsın bireysel sınırlı çabasının değil;
toplum ve tarih denilen o büyük şahsın asırlar boyu süren ortak
çabasının sonucu olan bir sanat olmaktadır.
Kaynakça:
1. Nihat Sami Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi. Ankara. 1970
2. Fahir İz. Eski Türk Edebiyatında Nazım. İstanbul 1967
3. Ömer Faruk Akün. Divan Edebiyatı Maddesi. İslam Ansiklopedisi. Cilt 9, s.415-425
4. Ahmet Hamdi Tanpınar. XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi. Giriş. İstanbul 1956
5. Ahmet Talat Onay. Eski Türk Edebiyatında Mazmunlar. Ankara, 1992
6. İskender Pala. Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü. İstanbul, 1998
7. Agah Sırrı Levent. Türk Edebiyat Tarihi. Cilt-1. Giriş. Ankara 1988
8. Ahmet Atilla Şentürk. Osmanlı Şiiri Antolojisi. İstanbul 2004
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder