''İlim ilim bilmektir,ilim kendini bilmektir,sen kendini bilmezsen ya nice okumaktır.''(Yunus Emre Hazretleri)Bir şey üç türlü bilinebilir.Zahiri ilimlerle bilinebilir.Bir de Batıni ilimlerle bilinebilir.Bir de batıl bilinebilir ki bu da yanılgıdan ibarettir.Bir şeyi doğru bir şekilde ancak iki şekilde bilebiliriz o halde.
Tüm ilimlerin çıkış noktası sonsuz ilim sahibi Allah'tır.İlmin sahibi Yüce Yaratıcımız Allah-u teala'dır.Şimdi buradan ilmin sahibi benim diyen Profosör'lere sesleniyorum çaldıklarınızın kaynağına bakın.Kaynak hep onu gösterecektir.Yaratıcılık yalnızca Allah'a mahsustur.İnsana atfedilen yaratıcı fikir,yaratıcı düşünce,yaratıcı proje diye kullanılan kavramların hepsi hatalı kullanılmaktadır.Çünkü yaratmak yoktan var etmektir.Biz insanlar var olanı ancak değiştirip,dönüştürüp,birleştirerek icat ederiz.
Bilmek o şeyi tecrübe etmektir,sezmek,hissetmek ve yaşamaktır.Somut bir şey ancak duyularak,tadılarak,koklanarak,işiterek,dokunarak ve ya görerek bilinebilir.Soyut bir şey ise ancak zıddı ile bilinebilir.Eğer seviyorsanız mutlaka bir şeyden kayıtsızlık etmişsinizdir.Bir şeyden korkuyorsanız cesur olduğunuz yerler de vardır mutlaka.Her şeyden korkan insan yoktur.Bunun tam zıddı hiçbir şeyden korkmayan insanda yoktur.Peygamberler ve Evliyalar Allah'tan başka hiçbir şeyden korkmazlar.Allah'ı bilmek için onun zıddını mı bilmeliyiz?Soru Allah'ın zıddı var mı?Bu soruya yanıt verirsem ortalık karışacak biliyorum fakat yanıtlayacağız inşallah.Her şey zıddı ile kaimdir.Eğer gecenin karanlığı olmasaydı, güneşin ışığının bir anlamı olur muydu? Hastalanmasak sağlıklı günlerimize özlem duyabilir miydik? Yaşlanmadan gençlik elden uçar gider miydi? Acı olmadan tatlının, hüzün olmadan mutluluğun tadını alabilir miydik?
Allah, kainatta varlığın zıddı olan adem(yokluk) manasını nispi bir şekilde tasarlamamış olsa idi, insanlar düşünce ve tasavvur noktasından da varlığı bilemeyecekti ve kıyas yapıp varlığın kıymet ve değerini tam ihata edemeyecekti.
Mutlak manada yokluk diye bir şey olmadığı için, insan ancak nispi yokluklar ile varlığın kıymetini ve mertebelerini hissediyor. Yani öyle ki insan yokluğu bilemediği için varlığı tam manada idrak edemez.İnsan gerçek manada yokluk bilmez tasavvur edemez örneğin masanın üzerinde elma yok dediğimizde elmanın yokluğu nispi yokluktur, gerçek yokluk değildir.Öyle ki biz masanın üzerinde olmayan elmayı orada olmadığını beynimizdeki önceden tatmış ya da görmüş olduğumuz elma ile karşılaştırarak yokluğunun farkına vardık.bir şeyi bilmek, ki bilmekten kasıt "mahiyeti doğru idrak"tir burada,
ağacı idrak, kaim olmadığı hali bilmek iledir, nedir, ağaç nasıl kaimliğini kaybeder, yani zıddına düşer,
ağaç solar, kurur, ölür, yanar, bu kaim olan ağaç kavramının zıddıdır.. zıt mahiyettir..
ağacın bu halini bilmesen, kaim olmayan halini bilmesen ağaç senin zihninde nasıl bir kavram olacak idi çok merak ediyorum...
Varlığı konuşmakla Allah'ı konuşmak aynı şeydir.Bu söz çok iddialı bir sözdür bu söz öyle derin manalar içerir ki bunu düşünürken öyle derinlere varırsınız ki ilhamlar kalbinize akar nehir gibi.Felsefeciler Varlığı bile sorgulamışlardır.Öyle ki varlık Felsefesinin ilk sorusu şudur:''VARLIK VAR MIDIR YOK MUDUR?''Varsa ilk varlık nedir?
Bir maddenin varlığını ancak beş duyu ile kavrayabiliyoruz.Şöyle bir örnek verirsek daha iyi anlaşılır.Bir Maymun ile bir insanı deney için alsak.Maymunun beyninden dokunma duyusunu hisseden kısmı oynasak beyinle sinirlerin bağlantısını kesersek maymun dokunma duyusunu kaybeder.Aynısını insanda da yapsak insanda kaybeder.Bu şekilde beş duyunun da yok olduğunu düşündüğümüzde maymun yaşadığından bile emin olmaz.İnsan ise duyum alamadığı için hangi ortamda nasıl ve ne şekilde olduğunu bilemez.Madde alemi artık onun için tasavvur edilemez hal alır.Bu durumda maymunla eşit konumda olan insan bir özelliği ile kendi varlığının farkına varabilir ancak o da düşüncedir insan tüm beş duyusunu da kaybettiği halde ancak düşünebilme özelliği ile kendinin varlığını bulabilir.Ama maymun düşünemediği için varlığının farkına varamaz.Öyle ise maddelerin varlığı bizim duyumlarımızın varlığına bağlıdır.Bizim için maddenin varlığının ispatı ancak beş duyu ile ispatlanabilirken kendi varlığımız beş duyu ile ispatlanamaz ancak düşünme yeteneğimizle ispatlanır.Ve konuşamazsak,göremezsek,duyamasak,tat alamazsak,dokunamasak bile düşünerek var olduğumuzun farkına varabiliriz.Öyleyse bizim için varlık düşünebilmekten ibarettir.
Ey kardeşim! Sen fikirden ve düşünceden ibaretsin. Senin varlığın bunlardandır. Geri kalan sinir ve kemiktir ki, onlar hayvanlarda da vardır.(Hazreti Mevlana)Varlığı reddeden Allah'ı reddeder.Varlığı kabul eden Bilmeden ya da bilerek Allah'ı da kabul eder.Öyle ki varlıktan konuşmakla Allah'tan konuşmak aynı şeydir.Allah bu alemleri kendi varlığının zıddı olarak yaratmadı kendi varlığına ayna hükmünde olan bu alemleri inşa etti.Bu alemler onu zıddı olduğu için değil ayna hükmünde olduğu için hep onu gösteriyor bakmasını bilene. Zıddı ile bilinmeyen aşkı ile bilinir.İnsanın zıddı kaimliği ölmesidir.Ama Allah ebedidir.Onun zıddı kaimi yoktur.
Allah zıtlıkları bizim için yarattı kendini de saklamak için zıddını yaratmadı.Öyle ki ahiret hayatına dahi zıtlıkları yerleştirdi.Cennet için cehennemi yarattı.Görebilenler için cehennemde de ne hayırlar vardır.
''Cenab-ı Allah , zıddın ademiyetinden dolayı görünmüyor.''(Said Nursi Hazretleri) Said Nursi Hazretleri Allah'ın zıddının yokluğundan dolayı görünmediğine işaret ediyor.Örneğin sevginin zıddı kayıtsızlıktır bu yüzden sevgiyi denilen şeyi görebiliyoruz fakat Allah'ı zıddının yokluğundan dolayı zıddını bilmediğimiz için göremiyoruz.
İinsanlar onu zıddı olmadığı için tasavvur edemez fakat Allah Peygamber ve velilerinin gönüllerine tasavvur eder.Yani öyleki insanlardan bazıları onu gözleri ile değil ama gönülleri ile görürler.
Emirül-Müminin’e (Ali aleyhi selâm) soruldu: "Rabbini ne ile tanıdın?"
Buyurdu ki: “Kendini bana tanıttığı ile.”
Denildi ki: Kendini sana nasıl tanıttı?
Dedi ki: “Hiçbir şey Ona benzemez, duyularla algılanmaz, insanlarla mukayese edilmez. Uzaklığında yakın, yakınlığında uzaktır. Her şeyin üstündedir. Bir şey O’nun üstündedir denemez. Her şeyin önündedir; ama Onun önü vardır denemez. Varlıkların içindedir; ama bir şeyin bir şeye girmesi gibi değil. Varlıkların dışındadır; ama bir şeyin bir şeyden çıkması gibi değil. Bu niteliklere sahip olan Allah'ı tenzih ederim. Ondan başkası da bu niteliklere sahip değildir. O, her şeyin başlangıcıdır.”
"Allah'ı Allah ile tanıyın..." sözünün anlamı şudur: Allah Azze ve Celle şahısları, renkleri, cevherleri, ayanları yarattı. Ayan dediğimiz: bedenler, cevherler de ruhlardır.
Yüce Allah ne cisme, ne de ruha benzer. Hiç kimsenin, algılayan ve kavrayan ruhun yaratılmasında emir verme ve nedensellik oluşturma gibi bir yetkisi ve niteliği yoktur. Allah, ruhları ve cisimleri tek başına yaratmıştır.
Allah'tan iki benzeme olumsuzlandığı zaman yani bedenlere ve ruhlara benzemediği vurgulandığı zaman Allah, Allah ile bilinmiş, tanınmış olur. Ruha, bedene veya nura benzetildiği zaman ise Allah, Allah ile bilinmemiş olur.
“Adamın biri Müminlerin Emiri’nin (aleyhi selâm) karşısında ayağa kalkarak şöyle dedi: “Ey Müminlerin Emiri! Allah’ı ne ile tanıdın?” İmam (aleyhi selâm) şöyle buyurdu “Azimlerin bozulması ve himmetlerin kırılması ile tanıdım. Himmet ettiğimde (bir şey yapmaya karar aldığımda) benimle himmetim arasına engel girdi. (yani niyet ettiğim şeyi gerçekleştiremedim) Azmettiğimde ise ilâhî kaza muhalefet gösterdi. Böylece gerçek müdebbirin benden başkası olduğunu bildim.” Adam dedi ki: “Hangi delilden O’nun nimetlerine şükrediyorsun?” şöyle buyurdu: “Belâyı benden uzaklaştırdığını ve başkasını onu müptelâ ettiğini gördüğümde bana nimet verdiğini anladım ve ona şükrettim.” Adam dedi ki: “Neden O’nunla görüşmekten hoşlanıyorsun?” buyurdu ki: “Benim için meleklerin, resullerin, enbiyaların dinini seçtiğini gördüğümde bildim ki bunlarla bana ikramda bulunarak beni unutmamış. Dolayısıyla O’nunla görüşmeyi seviyorum.”
Bir topluluk İmam Cafer Sadık’a (aleyhi selâm) şöyle dediler: “Bizler dua ediyoruz, ancak dualarımız kabul olmuyor.” Buyurdu ki: “Çünkü sizler tanımadığınız birine dua ediyorsunuz.”
“Rabbini ne ile tanıdın?”
Dedi ki: “O’nun yardımı, irşadı, tanıtması ve hidayeti ile tanıdım.” Sonra onun yanından ayrıldım. Yolda Hişam b. Hakem’le karşılaştım. Ona dedim ki: “Eğer birisi bana Rabbini ne ile tanıdın diye sorsa ona ne diyeyim?” dedi ki: “Eğer birisi sana ‘Rabbini ne ile tanıdın’ diye sorsa şöyle de: “Allah Celle Celaluhu’yu kendimle tanıdım. Çünkü kendim, bana her şeyden daha yakındır. Nefsimin parçalarının bir araya toplandığını ve eczalarının oluşturulduğunu, aşikâr terkibini, sağlam yapısını, değişik şekil ve tasvirlerle yapıldığını gördüm. Eksiklikten sonra artış, artıştan sonra eksiklik vardır onda. Onun için çeşitli duyu organları ve görmek, duymak, koklama, tatma, dokunma gibi birbirinden farklı organlar inşa etmiştir. Bunlar zayıflık, eksiklik ve aşağılık ölçüsüne göre plânlanmıştır. Bunların hiç biri diğerinin idrak ettiğini idrak edemez ve ona güç yetiremez. Ona olan faydaları kendisine çekmekte ve gelebilecek zararları defetmekte acizdir. Vücudun oluşturan olmadan oluşması ve şekil veren olmadan bir şeklin oluşması akıl açısından imkânsızdır. Bunlardan onları yaratan bir yaratıcının olduğunu ve şekil veren bir şekil vericinin olduğunu, ama onlardan tüm yönlerden farklı olan birinin olduğunu anladım. Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur: “Kendi nefislerinizde de öyle. Görmüyor musunuz? (Zariyat, 21)”
Dedi ki: “Senin yaratıldığına dair ne delil vardır?” Buyurdu ki: “Kendimi iki hal üzere buldum: Ya ben kendimi yarattım ya da başka birisi beni yaratmıştır. Eğer ben kendimi yarattıysam şu iki halden biridir: Ya (önceden de) vardım veya kendimi var ettim. Eğer önceden var idiysem ve kendimi vücuda getirdiysem, kendimi vücuda getirmeme bir ihtiyaç yoktur. Eğer yok idiysem, senin de bildiğin gibi yok olan bir şey, bir şey vücuda getiremez. O halde üçüncü bir şık geçerlidir. O da şu ki benim bir yaratıcım vardır ve o da âlimlerin rabbi olan Allah’tır.” Cevap karşısında hayrete düşen Ebu Şakir kalkıp gitti.”
Bu babdaki doğru görüş ‘Allah’ı Allah’la tanıdık” görüşüdür. Zira eğer biz O’nu aklımızla da tanımış olsak o da Allah azze ve celle’nin bize bir bağışıdır. Eğer Allah azze ve celle’yi enbiyaları, resulleri ve hüccetleri aracılığıyla tanımış olsak, onları bize gönderen ve hüccet karar kılan yine kendisidir. Eğer Allah azze ve celle’yi kendi aracılığımızla tanımış isek onu oluşturan Allah azze ve celle’dir ve dolayısıyla O’nun aracılığıyla O’nu tanımış oluruz. Hz. İmam Sadık (aleyhi selâm) bu konu da şöyle buyurmuştur: “Eğer Allah olmasaydı biz tanınmazdık ve eğer biz olmasaydık Allah tanınmazdı.” Bu sözün anlamı şudur: Eğer Allah’ın hüccetleri (İmamlar) olmasaydı Allah bilgi üzere hakkıyla tanınmazdı ve eğer Allah olmasaydı hüccetler tanınmazdı. Kelam ilmi mensuplarından birinin şöyle dediğini duydum: “Eğer bir kişi bir çölde dünyaya gelir ve onu doğru yola iletip irşat etmeyen kimseyi görmeden öylece büyürse ve aklederek gök ve yere bakarsa onu gök ve yerin yapıcı ve oluşturucu olduğuna hidayet eder.” Ona dedim ki: “Böyle bir şey olmadı ve olmayan bir şey için eğer olsaydı nasıl olurdu demenin bir anlamı yoktur. Eğer böyle bir şey olsaydı o kişi kendisi için Allah’ın hücceti dışında bir şey olmazdı. Bazı enbiyaların kendileri için, bazılarının kendi aile ve çocukları için, bazılarının mahalleleri için, bazılarının kendi şehirleri için, bazılarının da tüm insanlık için gönderildikleri gibi olurdu. Hz. İbrahim’in (aleyhi selâm) önce Zühre (yıldızına) sonra aya ve daha sonra da güneşe bakarak onların battığını gördüğünde: “Ey kavmim! Ben sizin (Allah'a) ortak koştuğunuz şeylerden uzağım.” demesinin sebebi onun peygamber, ilham olunan ve gönderilen olduğundan dolayıdır. Onun tüm sözleri Allah azze ve celle’nin ona olan ilhamıyla gerçekleşmiştir. Allah azze ve celle’nin: “İşte bu, kavmine karşı İbrahim'e verdiğimiz delillerimizdir. (En’am, 83)” sözünün anlamı budur. Herkes İbrahim (aleyhi selâm) gibi değildir. Eğer tevhid düşünce vesilesiyle Allah’ın talimi ve tanıtmasına ihtiyaç duyulmadan bilinseydi, Allah azze ve celle nazil ettiği şeyleri nazil etmezdi bu sözünde olduğu gibi: “Bil ki, Allah'tan başka ilâh yoktur. (Muhammed, 19) ve Allah’ın bu sözü: “De ki: O, Allah birdir. Allah sameddir. O, doğurmamış ve doğmamıştır. Onun hiçbir dengi yoktur. (İhlâs Suresi)” ve yine Allah’ın bu sözü: “O, göklerin ve yerin eşsiz yaratıcısıdır. O'nun eşi olmadığı halde nasıl çocuğu olabilir! Her şeyi O yaratmıştır ve her şeyi hakkıyla bilen O'dur. İşte Rabbiniz Allah O'dur. O'ndan başka tanrı yoktur. O, her şeyin yaratıcısıdır. Öyle ise O'na kulluk edin, O her şeye vekildir (güvenilip dayanılacak tek varlık O'dur). Gözler O'nu göremez; hâlbuki O, gözleri görür. O, eşyayı pek iyi bilen, her şeyden haberdar olandır. (En’am, 101-103)” ve yine “Haşr Suresinin” sonu ve “tevhid” hakkındaki öteki ayetlerin hepsi buna delalet etmektedir.
Hz. İmam Sadık (aleyhi selâm) bu konu da şöyle buyurmuştur: “Eğer Allah olmasaydı biz tanınmazdık ve eğer biz olmasaydık Allah tanınmazdı.”
Mahluk ile Halık (yaratıcı)'ın tanınması muhaldir.
Yaratıcı ancak Allah'ın öznurundan olan masum ile tanınır yani Masumu tanıyan Allah'ı tanımış gibidir. masumu reddeden Allah'ı reddetmiş gibidir.
Nasılki Kabeyi ziyaret eden Allah'ın evini ziyaret etmiş gibiyse ki Allah ev edinmekten münezzehtir Kabe bir semboldür.
Ebu Hamza şöyle aktardı:
Ebu Cafer (Muhammed Bakır aleyhisselâm) bana dedi ki: «Allah'ı tanıyan, O'na ibadet eder. Allah'ı tanımayan ise, O'na halkın geneli gibi yoldan çıkmış bir şekilde ibadet etmiş olur.»
Dedim ki: Sana kurban olayım! Allah'ı tanımak nasıl olur?
Buyurdu ki: «Allah Azze ve Celle'yi tasdik etmek, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve âlihi)’yi tasdik etmek, Ali'nin velayetini kabul edip onun ve diğer hidâyet önderlerinin imamlıklarına tabi olmak, onların düşmanlarından uzaklaşarak, kendini sıyırarak Allah Azze ve Celle'ye yönelmek şeklinde olur. Allah Azze ve Celle bu şekilde tanınır.»
Mukarrin şöyle rivayet etmiştir:
Ebu Abdullah (Cafer Sadık aleyhisselâm)’ın şöyle dediğini duydum:
«İbn Kevva, Emir'ül-Mü'minin (Ali b. Ebu Tâlib aleyhisselâm)’ın yanma geldi ve şöyle dedi: "Ey Emir'ül-Mü'minin! "A'raf üzerinde herkesi simalarından tanıyan adamlar vardır." (A'raf, 46) âyetinin anlamı nedir?"
Buyurdu ki: «Biz A'raf üzerinde dururuz ve bize yardım edenleri simalarından tanırız. Biz A'rafız ki, Allah Azze ve Celle ancak bizim aracılığımızla bilinir.
Biz A'rafız ki, Allah Azze ve Celle kıyamet günü sırat üzerinde bizi tanıtır. Cennete ancak bizi tanıyan ve bizim tanıdığımız kimseler girerler. Cehenneme de ancak bizi tanımayan ve bizim tanımadığımız kimseler girerler.
Allah Tebareke ve Teâlâ dileseydi, kendisini kullarına doğrudan tanıtırdı. Fakat bizi, kendisini bilmenin kapıları, yolu, aracısı ve izlenen yönü olarak belirledi. Kim bizim velayetimizden ayrılsa veya başkasını bize tercih ederse, kuşkusuz onlar, doğru yoldan ters yüz döndürülmüşlerdir. İnsanların sığınıp doğruyu bulmalarına vesile olan gerçek imamlarla, kendileri korunmaya ve yol göstericiye muhtaç olan kimseler bir olur mu? Bizden başkasının peşine düşenler, sularını birbirinden alan ve küçük bir su sızıntısı akıtan çeşmelere gidip susuzluklarını gidermeye çalışan kimselere benzerler. Ama bizim peşimizden gelenler, Rabbinin izniyle berrak ve gür sularını akıtan, tükenmeyen ve kurumayan pınarlara giden kimselere benzerler.
Değerli okuyucum.Allah ancak bize kendini elçileri yani peygamberleri ve velileri ile tanıtır.Bu devirde peygamberlik olayı bittiğine göre Allah kendini bize ancak velileri ile tanıtacaktır.Öyleyse sevgili okuyucum velileri Allah'la tanıyıp,Allah'ı da Allah'la tanıtacak olan velileri bulmalıyız.Allah her birimizi onu doğru tanıyan,bilen ve bulanlardan eylesin.Allah her birimizi hidayete erdirsin.
Konumuz biraz ağır bir konu olduğu için Hallerin güçünden de yararlanamadığımız için sözcüklerin gücünün yettiği kadar anlatmaya çalıştık.Öyle ki sözcükler bazen anlamın tam tersini de ifade edebilir.Sözcükler fikirlere karşılık kavramlar olduğu için Her sözcük fikrimizi kaldıramamış olabilir, kaldıramayanlara da siz yardım edin.
YAZARI: BAHADIR ÇAKIR O ADAM SENSİN...