23 Temmuz 2013 Salı

Alevilik Bir Tarikat Mı?


      Hacı Bektaşi Veli hazretleri Bektaşi Tarikatının Mürşid -i Kamil idir.Bektaşilik ehli sünnet bir tarikattir.Peki Alevilik alevilik bir mesheptir.İkisi bir birinden farklıdır.Gel gör ki bazı üniversite profösörleri dahi ikisini bir kabul ediyor ve Alevi Bektaşi şeklinde bir ifade kullanıyor.Bugün için genel anlamda alevilerde hakim olan görüntü örneğin içki kullanırlar.Ama Hacı Bektaşi Veli Hazretleri'nin Menakıbnamesin'de ne yazdığını bilmezler.''Bir kuyuya bir damla şarap damlasa o kuyudan su çekilse toprak sulansa o topraktan ot bitse o ottan koyun yese o koyun kuzulasa o kuzu bizim dergahımıza girmez.'' diyor Hacı Bektaş-ı Veli efendimiz.
Korkunç bir cehalet sözkonusu…

Gayet tabi korkunç bir cehalet. Zaten başımıza ne geliyorsa cehaletten geliyor.

Bunun önüne geçmek için ne yapılmalı?

İlim, ilim, ilim! Başka bir şey yok. Dolayısıyla Hacı Hünkar Veli Efendimiz siyasete karıştırıldığı için ne yazık ki bazı cahiller de ona dil uzatmaya başladılar. Cahillerin yaptığı yanlış hareketleri ona maletmeye çalışıyorlar.
    Bu konularda hiç bir araştırma yapmayıp birde üstüne bu konular hakkında söz konuşmak çok edepsizce bir tavırdır.Öncelikle bilmeyen bilmediği konu üzerinde konuşmaması daha doğrudur.Bu konuda bilenlerin konuşması hem bilmeyenleri bilinçlendirir.Hem de bu denli büyük zatlara laf atılıp cehennemin kapılarının aralanması engellenmiş olur.Cahiller bizi düşünmez fakat biz cahilleri de düşünüyoruz.Alevilik bir mezheptir.Ha bu söylediğimi kabul etmiyorlarsa Bektaşilik nedir öğrensinler öyle gelsinler.
     Her neyse fazla uzatmayacağım Alevi-Sunni bir mezhep çatışması çıkarmak isteyenler varsa şayet mezhepler bir araçtır ihtiyacı karşıladığı müddetçe olması gerekir.İhtiyacı karşılamıyorsa ve hale o mezhebin yolundan gidiliyorsa o mezhebin ulaşacağı yer hak değil batıldır.Mezhep çatışması çok saçmadır çünkü mezhep din değildir ne yazık ki günümüzde mezhep din gibi algılandığı için bu tip anarşist vakalarla karşılaşabiliyoruz.Mezhepleri bir ayrımcılık bir ayırıcılık sebebi olarak görmeyelim. Mezhebine dininden çok bağlananların bir araştırma yapması gerektiği kanaatindeyim.Ne geliyorsa başımıza birlik olamamaktan ve cahillikten geliyor.Allah milletimizin arasına fitne fesat toğumlarının atılmasını engellesin.

     YAZARI:BAHADIR ÇAKIR                  O ADAM SENSİN...

22 Temmuz 2013 Pazartesi

Why circumambulate the Kaaba makes the people around


Kabe de insanlar neden tavaf yapar.Çünkü aşkın dönüşünü sembolize ederler.İlk aşk yani yaratıcının aşık olması ve yaratmaya başladığı ilk kıvılcımı dönerek sembolize eder.İnsanlar kabe de saat yönünün tersine döner.Dünyada öyle,samanyolu galaksisi de öyle,atomun etrafında ki eloktranlar da öyle,kuaranın okunuşu öyle,hücrelerimizin kıvrılma yönü öyle,fasulyenin,bezelyenin dolanma yönü öyle,mevlevilerin dönüş yönü öyle,kadirilerin ki öyle,kainat bile öyle             hepsinin dönüş yönü aynı....seni anmadan hiçbir şey dönemez Allah'ım....videolara dikkatle bakın özellikle dönüş yönlerine altta paylaştım...




                                          Direction of rotation of the world



Accelerated the growth of beans



Direction of rotation of the Milky Way galaxy



circumambulate the Kaaba when the direction of rotation



Mevlana students mevlevi the direction of rotation



Kadiriye the direction of rotation


19 Temmuz 2013 Cuma

Arakan'da Müslümanları Diri Diri Yakıyorlar

      Arakanda müslümanları diri diri yakıyorlar ve bizler müslüman olarak bu zulmü ancak izlemekle yetiniyoruz.Çünkü şuan için Amerika gibi yumruğu vurduğumuz zaman dünyanın öbür ucundan hissedilmiyor.Osmanlı gibi bir cihan devleti değiliz henüz.Osmanlının Hint Deniz savaşlarıyla hintli Müslümanlara yardım ettiği gibi yardım edemiyoruz.Peygamberimiz döneminde de ilk müslümanlara işgenceler ve zulumler edildiğini biliyoruz.Fakat müslümanlar çoğunluğa geçene kadar yani küfrün karşısında güçlenene kadar hiçbir adım atılmamıştı.Daha sonra küfrün beli fikren yıkıldıktan sonra müslümanların sayısının artması ile küfür darmadağın edilmişti.Şuan için yumruğu burdan koyduğumuz zaman orayı darma dağın edebilecek güçteysek bunu derhal yapmamız lazım yok şayet o güçte değilsek bunu kamuoyuna iyiden iyiye duyurmalı ve ortak bir harekat için çabalanmalıdır.Zannederim biz şuan için ikinci anlattığım kısmı uygulayabilcek güçteyiz.Birileri çıkıyor diyor ki suriyelilere neden yardım ediyoruz?Neden mi yardım ediyoruz çünkü onlar müslüman ki olmasalar bile yardım ederiz.Biz müslümanlar merhamet sahibi olduğumuz için yanı başımızda kopan fırtınaya en azından sessiz kalamayız.
     Alt tarafta paylaşacak olduğum video daha net bir video onu daha iyi izleyelim ve dersler çıkartalım.

    ''Zulmü alkışlayamam,zalimi asla sevemem,gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.''(MEHMET AKİF ERSOY) Şairimiz böyle diyor.Hiçbir müslüman yoktur ki zulmü alkışlayabilsin ve zalimi sevebilsin.Her insan bir gaye için yaşar.Kimisi karnını doyurma,zenginlik ve lüks gayesi için yaşar kimileri ise kutsal gaye için yaşar.Nedir kutsal gaye?Kutsal gaye dışında tüm gayelerin nefsani bir tarafı vardır kutsal gaye ise öyle değildir.Allah rızası için değil Allah için eylemlenmektir.Bir nevi Allah'ın vasıtası olabilmektir.Bu zahire zahiri cevap verme durumudur.Her zaman böyle mi olmuştur hayır Peygamberlere yapılan zulümlara manevi cevap gelir.O gaye gayelerin gayesi konumundadır.Hakka ulaşma hakkal yakin olma gayesidir.Hakkal yakin olabilmek için ise zalimin karşısında keskin bir kılıç olmaktır.Menfaat ve çıkarlar doğrultusunda savaşmak değil Allah için küfrün belini kırmaktır.Küfrün beli hem fikren hemde bedenen kırılmalıdır.Bu görüntüleri izledikten sonra yüreğinde sızı duymayan varsa gitsin o yüreğini değiştirsin çünkü o bizden olamaz.Yıllardır biz müslümanlar kendi içimiz de bir birlik kuramadık.
                           

Cennet'te Cehennem'de biz insalar içindir.Öyle ki ikisinde de türlü türlü hayırlar vardır.Cehennemde de çok büyük hayırlar vardır.Bir kısım imam zumresi Kafire inen ayetle müslümana inen ayeti karıştırdığı için,kafire inen azap ayetleri ile müslümanları dinden soğutmaktadır.Aslında o ayetlerin kafir için olduğunu bilir isek o zaman korku yerine güven duyarız.Şuan için Arakan'da Suriye'de daha birçok değişik yerde müslümanlara yapılan vahşetin ne denli bir girişim olduğunu anlayabilirsek Peygamberimiz devrinde olanları da iyi idrak edebilme ihtimalini yakalarız.Peygamberimiz döneminde yaşanan bir olay bütün gerçekleri adeta günümüze taşımaktadır.

   Bir sahabe, Peygamberimiz Hazreti Muhammed’in Sallallahu Aleyhi ve Sellem huzuruna gelerek cahiliye devrine ait bir vahşiliği şöyle dile getirir:

- Ya Resulallah! Biz cahiliye devrinde kız çocuklarımızı diri diri toprağa gömerdik. Benim de bir kız çocuğum vardı. Annesine, “Bunu giydir, dayısına götüreceğim” dedim. (Kadın bunun ne demek olduğunu iyi bilirdi. Ciğerparesi, biricik evladı biraz sonra bir kuyuya atılacak ve orada çırpına çırpına can verecekti. Ne var ki, kadının böyle bir canavarlığın önüne geçme imkânı yoktu. Yapabileceği tek şey, için için ağlayıp kanlı gözyaşı dökmekti). Hanımım dediğimi yaptı. Çocuk gerçekten dayısına gideceğini zannediyor ve cıvıl cıvıl koşuşuyordu.
Çocuğun elinden tutup daha önce kazdığım bir kuyunun yanına getirdim. Ona kuyuya bakmasını söyledim. O tam kuyuya bakayım derken, sırtına bir tekme vurdum ve onu kuyuya yuvarladım. Fakat her nasılsa, eliyle kuyunun ağzına tutundu. Bir taraftan çırpınıyor, diğer taraftan da “Babacığım üzerin toz oldu” deyip elbisemi silmeye çalışıyordu. Buna rağmen bir tekme daha vurdum ve onu diri diri toprağa gömdüm.
Adam bunu anlatırken Sevgili Peygamberimiz ve yanındakiler hıçkıra hıçkıra ağlıyorlardı. Orada oturanlardan birisi “Be adam, Resulullah’ı, çok üzdün!” deyince, Efendimiz, adama “Bir daha anlat” dedi. Adam olayı bir kere daha anlattı. İki Cihan Güneşi Peygamberimizin gözlerinden süzülen yaşlar mübarek sakalından aşağıya damla damla akıyordu.
      Ey müslümanlar biz hep kendi içimizde ayrışrıldık.Peygamberimizden hemen sonra iç savaşlarla bir birimize düştük ve bölündük.Şeytan aramıza fitne,nifak toğumlarını ekti.Ve uzun yıllar bu gaflet uykusundan uyanamadık halen bu gibi olaylar cereyan etmesine lakin uyanabilmiş değiliz.Siz değerli okuyucularımdan isteğim kin güdüp,intikam almanız için bunları yazmadık.İntikam almak biz müslümanlara yakışmaz.İstediğim sadece birlik olabilmemiz.Siz değerli okuyucularımdan istediğim bu yönde çalışmanızdır.Bu yönde adımlar atmalı ve ilerlemeliyiz.BİRLİK OLMALIYIZ...BİRLİK OLMALIYIZ...BİRLİK OLMALIYIZ...BİRLİKTE KUVVETLİ OLURUZ VE ZALİME GEÇİT VERMEYİZ BU DAĞLARDAN......

           YAZARI : BAHADIR ÇAKIR       azrailinbilesecdeettiğiadam         O ADAM SENSİN.....
                                     

14 Temmuz 2013 Pazar

Tasavvuf Yeter



     Tasavvuf öyle bir kurum ki içinde ne  tip ararsan var.Bizim tarikattan örnek vermek gerekirse içinde her görüşten insana rastlamak mümkün.Siyasi anlamda Mhp'liden Chp'lisine,AkP'lisine rastlamak mümkün.Tek amaç ve tek gaye var,o da Allah'ı dinlemek onun ağzından dinleyince hepimiz rahatlıyoruz.Başkası anlatsa yine dinleriz fakat onu dinlerken ruhumuz rahatlıyor.
     Tarikatların bilindiği gibi olmadığını anlatmak için bu yazımı ele aldım.Sabahın körü ve ben uykulu bir vaziyette bu konunun çok önemli olduğunu düşünüyorum.
      Her görüşten insan olduğu için tarikatın içinde tarikat mensubu birine görüşünden dolayı yan gözle bakmak yakışa kalmaz.Dini konularda anlattıklarını dinlemek gerekir.Katılıp katılmamak size kalmış varsa anlattıklarının üstünde bir manevranız yaparsınız.Yoksa dinleyip tartmakla yetinmelisiniz.
       Tarikatlar sonradan üreme değildir.Peygamberimiz s.a.v zamanından beri vardır.Kuran-ı kerim'de ağacın altında biyat edenler şeklinde geçmektedir.''Gerçekten o ağacın altında sana biat ederlerken O, müminlerden razı oldu. Onların kalplerindekini bildi de üzerlerine o güveni indirdi ve onları bir yakın fetih ile ödüllendirdi.''(Fetih suresi 18.ayet Elmalılı hamdi Yazır'ın tefsiridir)Ağacın altında biyat edenler sahabenin çok az bir kısmını kapsamaktadır.Yani öyle ki ashab ı suffe denilen tarikat gurubudur.Bu gurup Peygamberimizden ayrı ayrı icazed almış ve dini peygamberden sonra devam ettireceklerine dahir söz vermiştir.Allah peygamber ve veli göndermediği toplumu sorumlu tutmaz.Peygamberimiz benden sonra varislerim gelecektir diye çok kez hadislerinde değinmiştir.Yine kitabımız kuran'da çok sayıda ayette evliya kullardan bahsetmektedir.Onlarla birlikte olmamız öğütlenmektedir.
       Her kesin bir tarikata bağlı olması gerektiğine inanıyorum.Din bir yaşam biçimidir bu da ancak tasavvufla mümkündür.Farklı koldan tarikatları da ayrılık olarak algılıyorlar halbuki öyle değildir.İnsanlarda farklı farklıdır fakat hapsine birden insan diyoruz.İnsanlar ruhen farklı oldukları için farklı özellikteki insanlar için farklı farklı tarikatlar vardır.İslamda mutlak hakikat anlayışı yoktur.Hakikat idrak sahibine göre tasavvuru farklı farklıdır.Dolayısı ile birbirine ruhen yakın insanların aynı tarikata mensup olmaları gerekirken diğer başka bir gurubunda farklı bir tarikat yoluna mensup olması gerekmektedir.İslamda hakikat anlayışını biraz açıklamak istiyorum dilerseniz.İslam düşüncesinde hakikatin seviyeleri vardır.Başka bir ifade ile her varlık katmanında hakikat farklıdır.Dolayısı ile bir varlık katmanındaki hakikati bütün varlık katmanlarına genellemek doğru değildir.Bunun bir neticesi olarak,islam düşüncesinde,farklı seviyelerde geçerli olmak kaydı ile ,hem mutlak,hemde göreceli,hakikat anlayışı vardır.Farklı içtihatların ve mezheplerin hak kabul edilmesi böyle bir hakikat anlayışının sonucudur.Yani mezhepler ve tarikatlar bir ayrılık sebebi değil zenginlik sebebidir.Tabi silsilesi olmayan sonradan türeyenler hariç.
        Tarikatlar terör gibi gösterildi bu da yanlıştır yanlışlık nerede,terör faaliyetleri içinde bulunan ve tarikatların genelinin adını kirletmek için tarikat adı altında kurulan örgütler tarikat değildir.Bir tarikatın kendine ait geçmişten günümüze kadar gelen bir silsilesi vardır.Bu silsile ta peygamberimize dayanır.Ve hak bir tarikatın içinde Allah,peygamber bahsinin dışında üçüncü bir konu olmaz üçü söyleyen bizden değildir.Tarikat mensupları arasında örgütlenme olayı yapılmaz,ve parasal olaylar dönmez dönüyorsa orayı hemen terk edin.Tarikat içinde şahıslar değil öğrenciler değil hoca yani mürşid sohbet eder mürid dinler.Toplu ve ya bireysel zikirler çekilir bunun dışında başka şeyler olmaz oluyorsa orası tarikat değildir.Kişiler arasında hiçbir bağlantı yoktur bir  siyasi amaca hizmet etmezler bireysel amaçlar olabilir.Yegane amacı Allah'a yolunda ilerlemektir.Başka türlü amaçlar sergleyen yerler tarikat değildir örgüttür.Tarikatlar bir örgüt değildir.Her insan bulu cağına erdikten sonra ruh hastası olur tarikatlar bu hastalığın tedavi yeridir sadece o kadar.
        Tasavvuf bir felsefe değildir dinin kendisidir.Din sadece kitabın iki kapağının arasından ibaret değildir.Yeni sorulara kitabın cevap verdiği fakat herkesin o cevabı göremediği yerlerde onları gösterterek cevap verir.Ayetler hem mecazı hem de hakikati ele aldığı için tarikatlar bu iki yönü bir birinden iyi ayırt ederler.Tasavvuf öğreticisinin dışındaki hocalar hakikati mecazlarla karıştırdıkları için dinin içine hurefeler karıştırırlar.Öyle ki din onların elinde bilimden,ilimden ve sannattan uzaklaşırken ehlinin elinde dinin içinden bilim,ilim ve sanat fışkırır.
       Din şu üç kapıdan geçilmedikçe anlaşılmaz.Din şeriyat,tarikat,hakikat kapılarından geçip Marifetullaha ermekle anlaşılır ancak.Bunların toplamına tasavvuf denir.Tasavvuf Hakkı aşk ateşi ile öğreten bir yoldur.Bu ateşle kalbi temizler.Öyle ki kalp buğulu,sisli olduğu zaman gönül aynası göremez ve hakkı tasavvur edemez.Fakat tasavvuf bu kirli,paslı olan gönül aynamızı Allahın güzel isimleriyle temizler.
       Tasavvufun cinlerle işi olmaz.Tasavvuf Allah ve peygamberle işi olur.Tasavvufta beli bir seviyeye ilerleyen kişilere bazı kapılar açılır bu kapılar açılırken kimisi kendinin imtihanda olduğunu unutarak bu açılan kapıların cilvesine kendini kaptırır.Böylelikle birde hocası izin vermeden hocasından ayrılırsa sahte tarikat kurar bunlar cin min işleriyle uğraşabilir onlar hoca değildir onlar şeytana yenik düşmüş imtihanı kaybetmiş saltanata kendini kaptırmış kişilerdir.Halbuki bu dünyada tek bir saltanat var o da taht misali musalla taşındaki bir namazlık saltanattır.

       YAZARI: BAHADIR ÇAKIR               O ADAM SENSİN....

10 Temmuz 2013 Çarşamba

Peygamberimiz İçin Ağlayan Kütük

      Peygamber Efendimiz cuma Hutbelerini Bir kuru hurma kütüğüne dayanarak ve ya üzerine çıkarak yapardı.Daha sonraları cemaat artınca arkada kalanların Efendimizi görebilmesi için sahabeden birinin yapmış olduğu 3 basamaklı minbere çıkıyor.Bir hıçkırık sesi ortalığı kaplıyor.Herkes bu sesi duyuyor.Bir kaç kişi değil herkes.Efendimiz bunun üzerine üç basamaktan indi ve daha önceki çıkmış olduğu kütüğün yanına geldi ve onu okşamaya başladı,ağlama dedi, neden alıyorsun dedi.Bir annenin çocuğu ağlarken onu teselli etmesi gibi, Efendimiz de kütüğü teselli etti.Kütük ağlamayı kesti fakat iç çeker gibi olan hıçkırığı bir müddet devam etti.Ve hitap buyurdu Resurullah.Kütük niçin ağlarsın söyle dedi.Kütük şöyle cevap verdi:''Şimdiye kadar hep bana yaslanırdınız şimdi oraya gittiniz sizden ayrı kaldım ona ağlıyorum.'' dedi.Peki dedi peygamberimiz.Şimdi senin için Rabbime dua edeyim.Seni yeşil meyve veren ağaç haline mi getirsin, yoksa seni burada bu halinle muhafaza edip mahşerde benimle mi olmak istersin diye kütüğe iki şık sundu.Kütük bunun üzerine şu seçimi yaptı:''Mahşerde seninle olmak isterim Ya Resurullah.''Dedi.Peygamberimiz Kütüğe şöyle dedi:''Peki Seni namazdan sonra ben yerleştireceğim şimdi sakin ol.'' dedi.O kütük namazdan sonra o minberin altına çukur kazdırılarak ve içine gömüldü.Bildiğiniz üzere mescidi Nebevi büyük tadilatlar geçirdi.En son Abdul Mecid Han zamanında tekrar onarıldı.O kütüğün en son kaydı top kapı sarayında kayıtların içinde mevcud.Hatta çok meşhurdur.İnşatın bitiminde padişaha gelinip haber verilince.Padişahım inşaat bitti turanızı koyduk denilince.Padişah bir anda tahtından fırlayarak şöyle diyor:''Ben kim oluyorum da benim adımı Resurullahın kabrine yazıyorsunuz yıkın yeniden yapın her tuğlaya günahkar Mecid yazın buyuruyor.''Hangimiz Mecid,hangimiz o kütük olabildik.
     Düşünsenize sevgili kardeşlerim cansız dedikleri bu kütük dahi onsuz yapamamış herkese onsuz yapamayacağını duyurmuş.Ey sevgili kardeşler kainatta hiçbir şey cansız değildir.Cansızlar diye nitelendirdiğimiz eşyalar dahi cansız değildir.Muhakkak ki günümüz ilmi bunu kanıtlamıştır.Her madde atomlardan oluşmakta ve atomda elektron,proton ve nötronlardan oluşmakta.Öyle ki elektronlar sürekli hareket halindedir.Canlılığını mikroskoplara göstermektedir.Şunu iddia ediyorum araştırsınlar o elektronların dönüş yönü saat yönün tersi istikametinde çıkacaktır.Kainat canlı arzdan kürreye kadar her şey onun aşkıyla dönüyor.Allah bu dönüşün içinde kalbinde onu bulup da dönenlerden eylesin...
   
     YAZARI : BAHADIR ÇAKIR                    O ADAM SENSİN.....

7 Temmuz 2013 Pazar

Kanuni'nin Eşi Hürrem Sultana Yazdığı Şiir


Bu şiir kanuni Sultan Süleyman tarafından Eşi Hürrem Sultana yazılmıştır

Celis-i halvetim, varım, habibim mah-ı tabanım
Enisim, mahremim, varım, güzeller şahı sultanım

Hayatım hasılım,ömrüm, şarab-ı kevserim, adnim
Baharım, behçetim, rüzum, nigarım verd-i handanım

Neşatım, işretim, bezmim, çerağım, neyyirim, şem’im
Turuncu u nar u narencim, benim şem’-i şebistanım

Nebatım, sükkerim, genc,m, cihan içinde bi-rencim
Azizim, Yusuf’um varım, gönül Mısr’ındaki hanım

Stanbulum, Karaman’ım, diyar-ı milket-i Rum’um
Bedahşan’ım ve Kıpçağım ve Bağdad’ım, Horasanım

Saçı marım, kaşı yayım, gözü pür fitne, bimarım
Ölürsem boynuna kanım, meded he na-müsülmanım

Kapında çünki meddahım, seni medh ederim daim
Yürek pür gam, gözüm pür nem, Muhibbi’yim hoş halim!

Muhibbi (Kanuni Sultan Süleyman’ın mahlası)


Bugünkü dille;

Benim birlikte olduğum, sevgilim, parıldayan ayım,
Can dostum, en yakınım, güzellerin şahı sultanım.

Hayatımın, yaşamımın sebebi Cennetim, Kevser şarabım
Baharım, sevincim, günlerimin anlamı, gönlüme nakşolmuş resim gibi sevgilim, benim gülen gülüm,

Sevinç kaynağım, içkimdeki lezzet, eğlenceli meclisim, nurlu parlak ışığım, meş’alem.
Turuncum, narım, narencim, benim gecelerimin, visal odamın aydınlığı,

Nebatım, şekerim, hazinem, cihanda hiç örselenmemiş, el değmemiş sevgilim.
Gönlümdeki Mısır’ın Sultanı, Hazret-i Yusuf’um, varlığımın anlamı,

İstanbul’um, Karaman’ım, Bütün Anadolu ve Rum ülkesindeki diyara bedel sevgilim.
Değerli lal madeninin çıktığı yer olan Bedahşan’ım ve Kıpçağım, Bağdad’ım, Horasan’ım.

Güzel saçlım, yay kaşlım, gözleri ışıl ışıl fitneler koparan sevgilim, hastayım!
Eğer ölürsem benim vebalim senin boynunadır, çünkü bana eza ederek kanıma sen girdin, bana imdad et, ey Müslüman olmayan güzel sevgilim.

Kapında, devamlı olarak seni medhederim, seni överim, sanki hep seni öğmek için görevlendirilmiş gibiyim.
Yüreğim gam ile, gözlerim yaşlarla dolu, ben Muhibbi’yim, sevgi adamıyım, bana bir şeyler oldu, sarhoş gibiyim. Bir hoş hale geldim.

Sevgiliye Mektup




  
  Aşk nedir bilir misin?O olmadığında varmış gibi davranmaktır aşk.Aşk, gece sabaha kadar onun karşısında ne konuşacağını söküp dizerken, defalarca sabaha kadar en güzel kelimeleri yıkıp düzerken.Onun karşısında susmaktır aşk, onun güzelliğinde tüm kelimeleri unutmaktır aşk.En güzel kelimelerin,harflerin onun karşısında, aşkın deryasında, yanarak kül olmasıdır aşk.Aşk işte budur.Geceden konuşacaklarını planlayıp, gündüz güneş altında o sözleri bir bir harfi harfine söyleyebilmek değildir aşk.Aşk tıkanmaktır çıkmaz yola girmektir.Aşk vuslat değil firaktir.Aşk kızgın bir közün üzerinde yürümek gibi bir şey.Aşk, ne onsuz, ne de onu arzulamaktır.Aşk sevgiliyi beklemektir.Al senin olsun denildiğinde istememektir.Gariptir ama aşık vuslattan çok ayrılığa yakındır.
  Ey sevgili çok uzak diyarlara git bende peşinde hep ayağının sesini duyayım ama sana hiç ulaşamayayım.Hep seni düşüneyim ama hiç seninle düşünmeyeyim.En güzel şarkıları besteleri dizeyim, ama hiç sana okuyamayayım.En güzel şiirleri yazayım sana, ama sen hiç birini okumayasın.İşte aşk bu derece farklı bir duygu.O da beni sevsin diye sevmez yalnızca nedensizce seversin ve hiçte şikayet etmezsin.Çünkü aşk şikayet etme mecrası değil sevme,duyguları kaptırma,bütün hisleri ona verme mecrasıdır.
   Ey sevgili sen duyma sesimi sen sadece benim sana kaptırdığım duyguları al ve benden geldiğini bilmeden sahiplen onları tıpkı bir çocuğun oyuncağını sahiplenmesi gibi.Ey sevgili ben seni sevdiğim müddetçe sen güzellerden de güzelsin şayet ben seni sevmiyor olsaydım,  sen güzellerden yine güzel  olurdun.Sen benimle bende güzelsin.Ey sevgili ben seni gördüğümden beridir kalbim ağına tutulmuş bir balık gibi çırpınıp duruyor.Ey sevgili senin suçun değil benim bu derde yakalanmam.Bu suç gözlerimin suçu o yüzden şikayetim gözlerimedir.Ey gözlerim sen bakışlarını artırdıkça dertlerimi çoğalttın benim.Nimet senin oldu zahmet benim oldu.Sen baktıkça kalbim yaralandı.Sen baktıkça ben kederlendim.Sen baktıkça dert benim oldu sefa senin.Ey gözlerim öyleyse zulmünün cezasını çek öyleyse ağlayarak.Derin sularda vurgun yedirtmek neymiş öğren ağlayarak.
    Ey sevgili, senin o geceden karanlık gözlerinin derinliğinde vurgun yedi yüreğim.Aşk işte, gözle kalp arasındaki en kutlu hadise.Bu hadisenin sonucu olarak ben aşık.Ey sevgili saçlarını dağıtma sen hep toplayıver  o güzel saçlarını.Zira dağınık saçların çokluğu ifade eder çokluksa aşıklarının çokluğuna işrettir.Ben kendimden başka aşık istemiyorum sana bakan.Ey sevgili saçının bir tek teline verseler dünyaları, değişmem tek bir telini dahi.Ey sevgili saçının teline kurban olduğum sevgili.Ay yüzlü mihrabım yüzünün nurunda ışıldadığım sevgilim.Sensin bize ahu figan çektirip ağlatan bu dünyada bulunma sebebimize mana katan. Sensin ey nur yüzlü,yay kaşlı,uzun kirpikli,selvi boylu,siyah gözlü sevgilim.Ey sevgili sen bak, bakışın çıkarsın bizi arşa.Sen bak, bakışın yeter dünyalara.Ey benim kainat güzeli sevgilim.Mısırın soylu kadınları Hz.Yusuf'un güzelliğinden parmaklarını kesmişler, senin güzelliğini görselerdi hançerleri kalplerine saplasalar bilemezlerdi.Ey sevgilim Kanuni sevdiğine şöyle seleniyor:'' Gönlümdeki Mısır’ın Sultanı, Hazret-i Yusuf’um, varlığımın anlamı,
İstanbul’um, Karaman’ım, Bütün Anadolu ve Rum ülkesindeki diyara bedel sevgilim.
Güzel saçlım, yay kaşlım, gözleri ışıl ışıl fitneler koparan sevgilim, hastayım!
Eğer ölürsem benim vebalim senin boynunadır, çünkü bana eza ederek kanıma sen girdin, bana imdad et, ey Müslüman olmayan güzel sevgilim.
Kapında, devamlı olarak seni medhederim, seni överim, sanki hep seni öğmek için görevlendirilmiş gibiyim.
Yüreğim gam ile, gözlerim yaşlarla dolu, ben Muhibbi’yim, sevgi adamıyım, bana bir şeyler oldu, sarhoş gibiyim. Bir hoş hale geldim.
Değerli lal madeninin çıktığı yer olan Bedahşan’ım ve Kıpçağım, Bağdad’ım, Horasan’ım.''DiYE SELENİYOR KANUNİ SULATAN SÜLAYMAN SEVDİĞİNE BÖYLE SESLENİYOR SEVGİLİM.Ben de sana şöyle sesleniyorum ey Ay yüzlü sevgilim.Dünyam,dünyalara bedel sevgilim,Nefesim nefeslere bedel sevgilim.En güzel rüyam,rüyalara bedel sevgilim.Sensin ki senden başka neyim var, benim bu dünya da, ey sevgilim sensin hakkın yolunun kapısı,eşiğine nefessiz geldim, sevgilim al beni de içeriye ey güzel sevgilim.Güller kokunu duyunca kıskanırlar seni, ey güllerden de güzel kokan sevgilim.Hakk seni yaratınca olmadı mı sana aşık, ben ki zavallı bir aşığınım yalnızca,güzeler den güzel olan sevgilim.Bu alemler senin güllerden de güzel kokan terinin nişanesi değil mi?Ey sevgilim sen olmasaydın biz olur muyduk?Olmasaydın olmayacaktık ey sevgilim.Senin olmadığın diyarlarda Hak bizi ne yapsın.Ey sevgilim ne kelimeler anlatabilir seni ne de dillenip bu kainat anlatabilir seni. Yüreğim ise dili yok ki onunda anlatsın seni.Tüm kelimeler tüm harfler birleşir seni anlatmak için ve lakin kelimelerin manaları yetmez seni gördüğü vakit.Ey sevgilim sen bak yeter ki, senin bakışın yeter.

              YAZARI:    BAHADIR ÇAKIR               O ADAM SENSİN...

6 Temmuz 2013 Cumartesi

Bekle

   Hani filimler de olur ya okçulara başındaki kişi bekle bekle bekle der ve en sonunda şimdi fırlat der. Okçular sabırsızdır o anda bir anda yaylarına aldıklarını fırlatmak isterler. Ama lider farkındadır düşman henüz ok menziline tam olarak girmemiştir o menzilin içine girenlerin sayısının artmasını bekler. Bekle bekle bekle ve şimdi fırlat. Aynen öyle ringe doğru zamanda doğru şekilde çıkmak lazım. Hepsinin vakti var. Bekle bekle bekle ve şimdi.
   Allah'ın aşkı için bu satırları oku.Bugün için güçsüz ve verebilecek hiçbir şeyim yok.Sadece bugün için muhabbet ve aşktan başka bir şey veremem.Öyleya kapı açık.Gitme diyemem gidebilirsin.Aşk ve muhabbet karın doyurmuyor.Doyursa da bir günü bir günü tutmaz bazen az bazen çok verir bazen de hiç vermez.Çünkü hep sınama peşindedir aşk.Çoklukta beni unutuyor mu beni yalnızca azlıkta mı hatırlıyor diye bakıyor.Hayır ben sana azlıkta da peşindeyim diyorsan bu sefer hiç veriyor eline hiçe dayanamayanlar çoktur.O yüzden aşkın yolu zordur.O yüzden ben sana diyorum bugün için elimde az var yarın için hiç olmayacağı meçhul, yol yakınken geri dönebilir zenginliğe yelken vurabilirsin.Seçim senin elinde, ya kal, ya git, ama bir karar ver.Beni seçti isen,benden maksat ki yolumdur.Şuan için sana söyleyeceğim şudur bekle,beklemek sabır ister sabır ise aşkın alevini güçlendir.Ben ki henüz yolun başındayım bekle demekten başka söyleyebilecek bir sözümde yok zaten.
    Hangi zengin dünyadan umduğunu alarak göç etti.Hangi güçlü kimse bundan hoşnut bir şekilde bu diyarlardan gitti.Bu dünya kimseye istediğini vermedi ve belkide vermeyecek fakat bu demek değil ki bu dünyada almadığımızı ahirette alırız.Dünyada umduğuna kavuşamayan ahirette de kavuşamayacaktır.O yüzden tamah etmeyi bileceksin.Az da çoğu bulacak.Çokta az olana şükredeceksin.Yalvar ki ruhunun en ince yerinden duyulsun bu ses sen ve ancak sen ancak sen içten seslenişimi duyabilirsin.
    Kime yaslandım,kime güvendimse hepsi bir bir çöktüler sensiz olmuyor ya rabbi sensiz asla olmuyor.Sensin mahmut,sensin gönlümün dermanı.Sultanım sana sesleniyorum.Hangi güzel vardır senden daha güzel.Yok çünkü güzel denilen ne varsa hepsi senden.Hangi güçlü vardır senden daha güçlü yok çünkü bütün güçlüler senden nasiptar.Sen akla gelebileceklerin en en enlerisin sultanım.Sözcükler yetmez seni anlatmaya lügatler yetersiz kalır.Kimle konuşuyorum aslında sen ben de yok aramızda sultanım çünkü sen varken benim varlığım ne hadde.Bir tek sen varsın sultanım senden başka bir şey yok ki zaten.Bütün sözcükler sıradanlaşır seni anlatırken.Sana sözcükleri kullanmadan aşkını itiraf etmek varken niçin sözcüklerle haykırmaya çalışıyorum bilmiyorum.Belkide harflerin çokluğunda birliğini bulduğumu haykırmak içindir.
    Ey beni bensiz de sevebilen ki ben dediğimde her kimse o seni çok seviyor fakat bunu anlatamıyor.Çünkü o öyle bir deniz ki her harfi her dalga vuruşunda yanıp kül oluyor.
    Ey Allah'ım bir anadan kaç bin kat merhamet sahibi olan Allah'ım sonsuz affına sığınıyorum Sen affetmeyi seversin bizleri de af eyle Allah'ım affet,affet,affet sensiz aldığım her nefesten dolayı affet.Sensiz düşündüğüm her düşünceden affet.Biz seni unuttuk ey Allah'ım ama sen bizi unutmassın biliyorum.Biz seni sevmesekte sen bizi sever ve rızıklandırırsın.Sen bu derece bilinmez bir güzelliksin.Öyle bir sırsın ki sırrına kimseler tam anlamıyla vakıf olmaz.Sen kalbimin sultanısın.Kimselere vermeyceğim bu kalbi bu gece sözüm olsun bu kalp artık sana ait senin nazargağın senin evin.Bu kutsal evine kimseleri sokmayacağım artık.Yalnızca girdiğini zannedenler olacak.Kimseyi sevmeyeceğim senin kadar yalnız,sevdiğimi zannedenler olacak.
   Sevmeseydin yaratmazdın Allah'ım sen sevdin fakat biz bunun farkına varamadık sen hep bizimleydin oysaki.Ananın affetmeyeceği hataları affettin bilemedik değerini.Babanın ananın terkedeceği yerlerde sen bizi terk etmedin sen terk etmedisinse kimse terkketmez artık.Senin terkketmediğini kim terkedebilir.
   Kainatı aşkı ile döndüren Allah'ım.Aşkın'dan bu gece çıktım en yükseğe dönmemek için sessizce ağlıyorum.Ve seni şah damarımda değil kalbimde hissediyorum.Rüzgarın tittretiyor.Bu üşürcesine bir titreme değil.Derinde hissettiğim ruhumu uyandıran tatlı bir titreme.Çok tatlısın Allah'ım.
   Gönlümüze nur,yüzümüze nurundan bir nebze ver Allah'ım muhakkak senin nurun yolumuzu aydınlatır.Hep ver diyorum Allah'ım hep ver hep senden istiyorum senden başkasından istetme Allah'ım sen yücesin yücelerden istenir.
   Allah'ım evini ilk günkü gibi temiz tutamadım o yüzden senden arzum isteğim önce bu sana yakışmayan kalbimi temizle senin adın yeter adı güzel Allah'ım.
   Ey okuyan sana sözüm bekle.....
            Vaadi yok sözümün istersende git ama ben bekle diyebilirim ancak bekle...

         Yazarı:      BAHADIR        ÇAKIR                            O ADAM HEPİMİZ...
           

5 Temmuz 2013 Cuma

İlim İlim İçin

         ''İlim ilim bilmektir,ilim kendini bilmektir,sen kendini bilmezsen ya nice okumaktır.''(Yunus Emre Hazretleri)Bir şey üç türlü bilinebilir.Zahiri ilimlerle bilinebilir.Bir de Batıni ilimlerle bilinebilir.Bir de batıl bilinebilir ki bu da yanılgıdan ibarettir.Bir şeyi doğru bir şekilde ancak iki şekilde bilebiliriz o halde.
          Tüm ilimlerin çıkış noktası sonsuz ilim sahibi Allah'tır.İlmin sahibi Yüce Yaratıcımız Allah-u teala'dır.Şimdi buradan ilmin sahibi benim diyen Profosör'lere sesleniyorum çaldıklarınızın kaynağına bakın.Kaynak hep onu gösterecektir.Yaratıcılık yalnızca Allah'a mahsustur.İnsana atfedilen  yaratıcı fikir,yaratıcı düşünce,yaratıcı proje diye kullanılan kavramların hepsi hatalı kullanılmaktadır.Çünkü yaratmak yoktan var etmektir.Biz insanlar var olanı ancak değiştirip,dönüştürüp,birleştirerek icat ederiz.
           Bilmek o şeyi tecrübe etmektir,sezmek,hissetmek ve yaşamaktır.Somut bir şey ancak duyularak,tadılarak,koklanarak,işiterek,dokunarak ve ya görerek bilinebilir.Soyut bir şey ise ancak zıddı ile bilinebilir.Eğer seviyorsanız mutlaka bir şeyden kayıtsızlık etmişsinizdir.Bir şeyden korkuyorsanız cesur olduğunuz yerler de vardır mutlaka.Her şeyden korkan insan yoktur.Bunun tam zıddı hiçbir şeyden korkmayan insanda yoktur.Peygamberler ve Evliyalar Allah'tan başka hiçbir şeyden korkmazlar.Allah'ı bilmek için onun zıddını mı bilmeliyiz?Soru Allah'ın zıddı var mı?Bu soruya yanıt verirsem ortalık karışacak biliyorum fakat yanıtlayacağız inşallah.Her şey zıddı ile kaimdir.Eğer gecenin karanlığı olmasaydı, güneşin ışığının bir anlamı olur muydu? Hastalanmasak sağlıklı günlerimize özlem duyabilir miydik? Yaşlanmadan gençlik elden uçar gider miydi? Acı olmadan tatlının, hüzün olmadan mutluluğun tadını alabilir miydik?    
            Allah, kainatta varlığın zıddı olan adem(yokluk) manasını nispi bir şekilde tasarlamamış olsa idi, insanlar düşünce ve tasavvur noktasından da varlığı bilemeyecekti ve kıyas yapıp varlığın kıymet ve değerini tam ihata edemeyecekti. 
Mutlak manada yokluk diye bir şey olmadığı için, insan ancak nispi yokluklar ile varlığın kıymetini ve mertebelerini hissediyor. Yani öyle ki insan yokluğu bilemediği için varlığı tam manada idrak edemez.İnsan gerçek manada yokluk bilmez tasavvur edemez örneğin masanın üzerinde elma yok dediğimizde elmanın yokluğu nispi yokluktur, gerçek yokluk değildir.Öyle ki biz masanın üzerinde olmayan elmayı orada olmadığını beynimizdeki önceden tatmış ya da görmüş olduğumuz elma ile karşılaştırarak yokluğunun farkına vardık.bir şeyi bilmek, ki bilmekten kasıt "mahiyeti doğru idrak"tir burada, 
ağacı idrak, kaim olmadığı hali bilmek iledir, nedir, ağaç nasıl kaimliğini kaybeder, yani zıddına düşer, 
ağaç solar, kurur, ölür, yanar, bu kaim olan ağaç kavramının zıddıdır.. zıt mahiyettir.. 
ağacın bu halini bilmesen, kaim olmayan halini bilmesen ağaç senin zihninde nasıl bir kavram olacak idi çok merak ediyorum... 
    Varlığı konuşmakla Allah'ı konuşmak aynı şeydir.Bu söz çok iddialı bir sözdür bu söz öyle derin manalar içerir ki bunu düşünürken öyle derinlere varırsınız ki ilhamlar kalbinize akar nehir gibi.Felsefeciler Varlığı bile sorgulamışlardır.Öyle ki varlık Felsefesinin ilk sorusu şudur:''VARLIK VAR MIDIR YOK MUDUR?''Varsa ilk varlık nedir? 
    Bir maddenin varlığını ancak beş duyu ile kavrayabiliyoruz.Şöyle bir örnek verirsek daha iyi anlaşılır.Bir Maymun ile bir insanı deney için alsak.Maymunun beyninden dokunma duyusunu hisseden kısmı oynasak beyinle sinirlerin bağlantısını kesersek maymun dokunma duyusunu kaybeder.Aynısını insanda da yapsak insanda kaybeder.Bu şekilde beş duyunun da yok olduğunu düşündüğümüzde maymun yaşadığından bile emin olmaz.İnsan ise duyum alamadığı için hangi ortamda nasıl ve ne şekilde olduğunu bilemez.Madde alemi artık onun için tasavvur edilemez hal alır.Bu durumda maymunla eşit konumda olan insan bir özelliği ile kendi varlığının farkına varabilir ancak o da düşüncedir insan tüm beş duyusunu da kaybettiği halde ancak düşünebilme özelliği ile kendinin varlığını bulabilir.Ama maymun düşünemediği için varlığının farkına varamaz.Öyle ise maddelerin varlığı bizim duyumlarımızın varlığına bağlıdır.Bizim için maddenin varlığının ispatı ancak beş duyu ile ispatlanabilirken kendi varlığımız beş duyu ile ispatlanamaz ancak düşünme yeteneğimizle  ispatlanır.Ve konuşamazsak,göremezsek,duyamasak,tat alamazsak,dokunamasak bile düşünerek var olduğumuzun farkına varabiliriz.Öyleyse bizim için varlık düşünebilmekten ibarettir.
         
       Ey kardeşim! Sen fikirden ve düşünceden ibaretsin. Senin varlığın bunlardandır. Geri kalan sinir ve kemiktir ki, onlar hayvanlarda da vardır.(Hazreti Mevlana)Varlığı reddeden Allah'ı reddeder.Varlığı kabul eden Bilmeden ya da bilerek Allah'ı da kabul eder.Öyle ki varlıktan konuşmakla Allah'tan konuşmak aynı şeydir.Allah bu alemleri kendi varlığının zıddı olarak yaratmadı kendi varlığına ayna hükmünde olan bu alemleri inşa etti.Bu alemler onu zıddı olduğu için değil ayna hükmünde olduğu için hep onu gösteriyor bakmasını bilene. Zıddı ile bilinmeyen aşkı ile bilinir.İnsanın zıddı kaimliği ölmesidir.Ama Allah ebedidir.Onun zıddı kaimi yoktur.
      Allah zıtlıkları bizim için yarattı kendini de saklamak için zıddını yaratmadı.Öyle ki ahiret hayatına dahi zıtlıkları yerleştirdi.Cennet için cehennemi yarattı.Görebilenler için cehennemde de ne hayırlar vardır.
      ''Cenab-ı Allah , zıddın ademiyetinden dolayı görünmüyor.''(Said Nursi Hazretleri) Said Nursi Hazretleri Allah'ın zıddının yokluğundan dolayı görünmediğine işaret ediyor.Örneğin sevginin zıddı kayıtsızlıktır bu yüzden sevgiyi denilen şeyi görebiliyoruz fakat Allah'ı zıddının yokluğundan dolayı zıddını bilmediğimiz için göremiyoruz.
        İinsanlar onu zıddı olmadığı için tasavvur edemez fakat Allah Peygamber ve velilerinin gönüllerine tasavvur eder.Yani öyleki insanlardan bazıları onu gözleri ile değil ama gönülleri ile görürler.
          Emirül-Müminin’e (Ali aleyhi selâm) soruldu: "Rabbini ne ile tanıdın?"

Buyurdu ki: “Kendini bana tanıttığı ile.”    

Denildi ki: Kendini sana nasıl tanıttı?

Dedi ki: “Hiçbir şey Ona benzemez, duyularla algılanmaz, insanlarla mukayese edilmez. Uzaklığında yakın, yakınlığında uzaktır. Her şeyin üstündedir. Bir şey O’nun üstündedir denemez. Her şeyin önündedir; ama Onun önü vardır denemez. Varlıkların içindedir; ama bir şeyin bir şeye girmesi gibi değil. Varlıkların dışındadır; ama bir şeyin bir şeyden çıkması gibi değil. Bu niteliklere sahip olan Allah'ı tenzih ederim. Ondan başkası da bu niteliklere sahip değildir. O, her şeyin başlangıcıdır.” 
       "Allah'ı Allah ile tanıyın..." sözünün anlamı şudur: Allah Azze ve Celle şahısları, renkleri, cevherleri, ayanları yarattı. Ayan dediğimiz: bedenler, cevherler de ruhlardır.

Yüce Allah ne cisme, ne de ruha benzer. Hiç kimsenin, algılayan ve kavrayan ruhun yaratılmasında emir verme ve nedensellik oluşturma gibi bir yetkisi ve niteliği yoktur. Allah, ruhları ve cisimleri tek başına yaratmıştır.

Allah'tan iki benzeme olumsuzlandığı zaman yani bedenlere ve ruhlara benzemediği vurgulandığı zaman Allah, Allah ile bilinmiş, tanınmış olur. Ruha, bedene veya nura benzetildiği zaman ise Allah, Allah ile bilinmemiş olur.
        “Adamın biri Müminlerin Emiri’nin (aleyhi selâm) karşısında ayağa kalkarak şöyle dedi: “Ey Müminlerin Emiri! Allah’ı ne ile tanıdın?” İmam (aleyhi selâm) şöyle buyurdu “Azimlerin bozulması ve himmetlerin kırılması ile tanıdım. Himmet ettiğimde (bir şey yapmaya karar aldığımda) benimle himmetim arasına engel girdi. (yani niyet ettiğim şeyi gerçekleştiremedim) Azmettiğimde ise ilâhî kaza muhalefet gösterdi. Böylece gerçek müdebbirin benden başkası olduğunu bildim.” Adam dedi ki: “Hangi delilden O’nun nimetlerine şükrediyorsun?” şöyle buyurdu: “Belâyı benden uzaklaştırdığını ve başkasını onu müptelâ ettiğini gördüğümde bana nimet verdiğini anladım ve ona şükrettim.” Adam dedi ki: “Neden O’nunla görüşmekten hoşlanıyorsun?” buyurdu ki: “Benim için meleklerin, resullerin, enbiyaların dinini seçtiğini gördüğümde bildim ki bunlarla bana ikramda bulunarak beni unutmamış. Dolayısıyla O’nunla görüşmeyi seviyorum.”  
        Bir topluluk İmam Cafer Sadık’a (aleyhi selâm) şöyle dediler: “Bizler dua ediyoruz, ancak dualarımız kabul olmuyor.” Buyurdu ki: “Çünkü sizler tanımadığınız birine dua ediyorsunuz.”
           “Rabbini ne ile tanıdın?”

Dedi ki: “O’nun yardımı, irşadı, tanıtması ve hidayeti ile tanıdım.” Sonra onun yanından ayrıldım. Yolda Hişam b. Hakem’le karşılaştım. Ona dedim ki: “Eğer birisi bana Rabbini ne ile tanıdın diye sorsa ona ne diyeyim?” dedi ki: “Eğer birisi sana ‘Rabbini ne ile tanıdın’ diye sorsa şöyle de: “Allah Celle Celaluhu’yu kendimle tanıdım. Çünkü kendim, bana her şeyden daha yakındır. Nefsimin parçalarının bir araya toplandığını ve eczalarının oluşturulduğunu, aşikâr terkibini, sağlam yapısını, değişik şekil ve tasvirlerle yapıldığını gördüm. Eksiklikten sonra artış, artıştan sonra eksiklik vardır onda. Onun için çeşitli duyu organları ve görmek, duymak, koklama, tatma, dokunma gibi birbirinden farklı organlar inşa etmiştir. Bunlar zayıflık, eksiklik ve aşağılık ölçüsüne göre plânlanmıştır. Bunların hiç biri diğerinin idrak ettiğini idrak edemez ve ona güç yetiremez. Ona olan faydaları kendisine çekmekte ve gelebilecek zararları defetmekte acizdir. Vücudun oluşturan olmadan oluşması ve şekil veren olmadan bir şeklin oluşması akıl açısından imkânsızdır. Bunlardan onları yaratan bir yaratıcının olduğunu ve şekil veren bir şekil vericinin olduğunu, ama onlardan tüm yönlerden farklı olan birinin olduğunu anladım. Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur: “Kendi nefislerinizde de öyle. Görmüyor musunuz? (Zariyat, 21)”
              Dedi ki: “Senin yaratıldığına dair ne delil vardır?” Buyurdu ki: “Kendimi iki hal üzere buldum: Ya ben kendimi yarattım ya da başka birisi beni yaratmıştır. Eğer ben kendimi yarattıysam şu iki halden biridir: Ya (önceden de) vardım veya kendimi var ettim. Eğer önceden var idiysem ve kendimi vücuda getirdiysem, kendimi vücuda getirmeme bir ihtiyaç yoktur. Eğer yok idiysem, senin de bildiğin gibi yok olan bir şey, bir şey vücuda getiremez. O halde üçüncü bir şık geçerlidir. O da şu ki benim bir yaratıcım vardır ve o da âlimlerin rabbi olan Allah’tır.” Cevap karşısında hayrete düşen Ebu Şakir kalkıp gitti.”
              Bu babdaki doğru görüş ‘Allah’ı Allah’la tanıdık” görüşüdür. Zira eğer biz O’nu aklımızla da tanımış olsak o da Allah azze ve celle’nin bize bir bağışıdır. Eğer Allah azze ve celle’yi enbiyaları, resulleri ve hüccetleri aracılığıyla tanımış olsak, onları bize gönderen ve hüccet karar kılan yine kendisidir. Eğer Allah azze ve celle’yi kendi aracılığımızla tanımış isek onu oluşturan Allah azze ve celle’dir ve dolayısıyla O’nun aracılığıyla O’nu tanımış oluruz. Hz. İmam Sadık (aleyhi selâm) bu konu da şöyle buyurmuştur: “Eğer Allah olmasaydı biz tanınmazdık ve eğer biz olmasaydık Allah tanınmazdı.” Bu sözün anlamı şudur: Eğer Allah’ın hüccetleri (İmamlar) olmasaydı Allah bilgi üzere hakkıyla tanınmazdı ve eğer Allah olmasaydı hüccetler tanınmazdı. Kelam ilmi mensuplarından birinin şöyle dediğini duydum: “Eğer bir kişi bir çölde dünyaya gelir ve onu doğru yola iletip irşat etmeyen kimseyi görmeden öylece büyürse ve aklederek gök ve yere bakarsa onu gök ve yerin yapıcı ve oluşturucu olduğuna hidayet eder.” Ona dedim ki: “Böyle bir şey olmadı ve olmayan bir şey için eğer olsaydı nasıl olurdu demenin bir anlamı yoktur. Eğer böyle bir şey olsaydı o kişi kendisi için Allah’ın hücceti dışında bir şey olmazdı. Bazı enbiyaların kendileri için, bazılarının kendi aile ve çocukları için, bazılarının mahalleleri için, bazılarının kendi şehirleri için, bazılarının da tüm insanlık için gönderildikleri gibi olurdu. Hz. İbrahim’in (aleyhi selâm) önce Zühre (yıldızına) sonra aya ve daha sonra da güneşe bakarak onların battığını gördüğünde: “Ey kavmim! Ben sizin (Allah'a) ortak koştuğunuz şeylerden uzağım.” demesinin sebebi onun peygamber, ilham olunan ve gönderilen olduğundan dolayıdır. Onun tüm sözleri Allah azze ve celle’nin ona olan ilhamıyla gerçekleşmiştir. Allah azze ve celle’nin: “İşte bu, kavmine karşı İbrahim'e verdiğimiz delillerimizdir. (En’am, 83)” sözünün anlamı budur. Herkes İbrahim (aleyhi selâm) gibi değildir. Eğer tevhid düşünce vesilesiyle Allah’ın talimi ve tanıtmasına ihtiyaç duyulmadan bilinseydi, Allah azze ve celle nazil ettiği şeyleri nazil etmezdi bu sözünde olduğu gibi: “Bil ki, Allah'tan başka ilâh yoktur. (Muhammed, 19) ve Allah’ın bu sözü: “De ki: O, Allah birdir. Allah sameddir. O, doğurmamış ve doğmamıştır. Onun hiçbir dengi yoktur. (İhlâs Suresi)” ve yine Allah’ın bu sözü: “O, göklerin ve yerin eşsiz yaratıcısıdır. O'nun eşi olmadığı halde nasıl çocuğu olabilir! Her şeyi O yaratmıştır ve her şeyi hakkıyla bilen O'dur. İşte Rabbiniz Allah O'dur. O'ndan başka tanrı yoktur. O, her şeyin yaratıcısıdır. Öyle ise O'na kulluk edin, O her şeye vekildir (güvenilip dayanılacak tek varlık O'dur). Gözler O'nu göremez; hâlbuki O, gözleri görür. O, eşyayı pek iyi bilen, her şeyden haberdar olandır. (En’am, 101-103)” ve yine “Haşr Suresinin” sonu ve “tevhid” hakkındaki öteki ayetlerin hepsi buna delalet etmektedir.
         Hz. İmam Sadık (aleyhi selâm) bu konu da şöyle buyurmuştur: “Eğer Allah olmasaydı biz tanınmazdık ve eğer biz olmasaydık Allah tanınmazdı.” 

Mahluk ile Halık (yaratıcı)'ın tanınması muhaldir.
Yaratıcı ancak Allah'ın öznurundan olan masum ile tanınır yani  Masumu tanıyan Allah'ı tanımış gibidir. masumu reddeden Allah'ı reddetmiş gibidir.

Nasılki Kabeyi ziyaret eden Allah'ın evini ziyaret etmiş gibiyse ki Allah ev edinmekten münezzehtir Kabe bir semboldür.
          Ebu Hamza şöyle aktardı:

Ebu Cafer (Muhammed Bakır aleyhisselâm) bana dedi ki: «Allah'ı tanıyan, O'na ibadet eder. Allah'ı tanımayan ise, O'na halkın geneli gibi yoldan çıkmış bir şekilde ibadet etmiş olur.»

Dedim ki: Sana kurban olayım! Allah'ı tanımak nasıl olur?

Buyurdu ki: «Allah Azze ve Celle'yi tasdik etmek, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve âlihi)’yi tasdik etmek, Ali'nin velayetini kabul edip onun ve diğer hidâyet önderle­rinin imamlıklarına tabi olmak, onların düşmanlarından uzaklaşarak, kendini sıyıra­rak Allah Azze ve Celle'ye yönelmek şeklinde olur. Allah Azze ve Celle bu şekilde tanınır.»
       
      Mukarrin şöyle rivayet etmiştir:

Ebu Abdullah (Cafer Sadık aleyhisselâm)’ın şöyle dediğini duydum:

«İbn Kevva, Emir'ül-Mü'minin (Ali b. Ebu Tâlib aleyhisselâm)’ın yanma geldi ve şöyle dedi: "Ey Emir'ül-Mü'minin! "A'raf üzerinde herkesi simalarından tanıyan adamlar vardır." (A'raf, 46) âyetinin anlamı nedir?"

Buyurdu ki: «Biz A'raf üzerinde dururuz ve bize yardım edenleri simaların­dan tanırız. Biz A'rafız ki, Allah Azze ve Celle ancak bizim aracılığımızla bilinir.

Biz A'rafız ki, Allah Azze ve Celle kıyamet günü sırat üzerinde bizi tanıtır. Cennete ancak bizi tanıyan ve bizim tanıdığımız kimseler girerler. Cehenneme de ancak bizi tanımayan ve bizim tanımadığımız kimseler girerler.

Allah Tebareke ve Teâlâ dileseydi, kendisini kullarına doğrudan tanıtırdı. Fa­kat bizi, kendisini bilmenin kapıları, yolu, aracısı ve izlenen yönü olarak belirledi. Kim bizim velayetimizden ayrılsa veya başkasını bize tercih ederse, kuşkusuz onlar, doğru yoldan ters yüz döndürülmüşlerdir. İnsanların sığınıp doğruyu bulmalarına ve­sile olan gerçek imamlarla, kendileri korunmaya ve yol göstericiye muhtaç olan kim­seler bir olur mu? Bizden başkasının peşine düşenler, sularını birbirinden alan ve kü­çük bir su sızıntısı akıtan çeşmelere gidip susuzluklarını gidermeye çalışan kimsele­re benzerler. Ama bizim peşimizden gelenler, Rabbinin izniyle berrak ve gür sularını akıtan, tükenmeyen ve kurumayan pınarlara giden kimselere benzerler.

        Değerli okuyucum.Allah ancak bize kendini elçileri yani peygamberleri ve velileri ile tanıtır.Bu devirde peygamberlik olayı bittiğine göre Allah kendini bize ancak velileri ile tanıtacaktır.Öyleyse sevgili okuyucum velileri Allah'la tanıyıp,Allah'ı da Allah'la tanıtacak olan velileri bulmalıyız.Allah her birimizi onu doğru tanıyan,bilen ve bulanlardan eylesin.Allah her birimizi hidayete erdirsin.

        Konumuz biraz ağır bir konu olduğu için Hallerin güçünden de yararlanamadığımız için sözcüklerin gücünün yettiği kadar anlatmaya çalıştık.Öyle ki sözcükler bazen anlamın tam tersini de ifade edebilir.Sözcükler fikirlere karşılık kavramlar olduğu için Her sözcük fikrimizi kaldıramamış olabilir, kaldıramayanlara da siz yardım edin.
         YAZARI:         BAHADIR   ÇAKIR                       O ADAM SENSİN...

1 Temmuz 2013 Pazartesi

Canımı Okuma da Ne Okursan Oku

  Bu yazımızda gazetelerin eleştirisini yapacağız.Türkiye'de tarafsız yazan bir gazete bulmak imkansız.Gazeteler öyle ki kendi fikrini aşılamaktan başka bir şey yaptığı yok.Bendeniz bir birine zıt görüşleri ortaya koyan gazeteleri okumaktayım.Bu şekilde ancak akıl mantıkla çarparak doğruları tespit edebiliyorum.Size okumuş olduğum gazetelerin eleştirisini yaparak gazete okumanın boş olduğunu göstermek istiyorum.1)Zaman Gazetesi eleştirisi: Sürekli Hükümet yanlısı yazılar yazıyor.Öyle ki Hükümetin her yaptığı doğru bir tane bile yanlış yapmıyor maşallah.2)Hürriyet Gazetesi: Sürekli hükümeti eleştiriyor öyle ki bu hükümetin bir tane bile doğru yaptığı bir iş yok.3)Milliyet gazetesi:O da Hürriyet gazetesinin eki gibi bir şey zaten.4)Posta Gazetesi: Ne yazdığı belli değil.Alaycı bir tavırla yazıyor.Marşetleri iyi atıyor marşetlerin altını okuyunca bom boş olduğunu anlarsınız.Köşe yazarlarını sanki seçmişler hepsi aynı kafada alay ederek yazıyor.5)Milli Gazete: İçindeki yazarlar iki kutba ayrılmış durumda,bir kutup hükümet yanlısı diğer kutup hükümeti acımasızca eleştiriyor.Ne yapsak acaba diye kararsızlar kendileri de olamıyorlar başkası da olamıyorlar gitgeller yaşıyor.6)Yeni Şafak Gazetesi: Köşe yazarlarının üslubu çok kuvvetli,fakat hükümetin tarafında olduğunu çok belli ediyor.7)Güneş Gazetesi: Posta gazetesinin eki gibi hükümeti eleştirmekten başka yazdığı doğru dürüst bir yazısı yok.8)Türkiye Gazetesi : Önceden iyi yazıyordu son 10 yıldır o da pusulayı şaşırmış vaziyette.
   Bunlar bendenizin her gün okuduğu gazeteler.Bendeniz gazeteye para vermem çay ocakların da ve kahvehaneler de gazete olmasa hiçbirini okumam.Gazeteye para verip her gün evine 3,4 gazete alanlar var ki bence onlar israf yapıyor gazeteye verilen paraya yazık.
   Türkiye'deki gazetelerin hepsi yandaş gazete hepsi kar peşinde fikrini kabul ettirme peşinde dolaşan, halkın beynini kemiren gaztelerdir.Ey halkım gazetelerle zaman kaybı yapmayın bendeniz de bu alışkanlığımı bugün bıraktım.Bundan sonra hiçbir gazeteyi okumayacağım.Çünkü gazeteler insanların fikirlerinin bir tarafa kaymasına sebep oluyor.Mükemmeli düşünmekten uzaklaştırıyor.Romanda okumam,kitap okumaya özellikle düşündüren bilgi veren geliştiren kitaplar...Romanlar uydur uydur yaz zaman kaybı kesinlikle okumayın.Şuanda eski klasiklere yönelmiş durumdayım.Öyle ki eski eserleri okudukça yeni eser olmadığını fark ediyorum.Bu yaz Osmanlıca mı biraz daha geliştirip el yazması orjinal kitaplar okumaya çalışacağım.Şuan da piyasada dolaşan kitapların yüzde 99'u eski kaynaklardan çalıntıdır.Günümüzde sol görüşlülerin yazdığı kitaplar Kapital,platonun devlet isimli kitabına kadar inerken,sağ görüşlülerin ki ise Farabi'nin eserlerine kadar inmekte.İnse de doğru düzgün çalmayı bile başaramıyorlar.Hakikati mecaz,mecazı hakikat gibi anlatmaya başladılar.Öyle ki o kitapları anlayabilmek hakikati hakikat mecazı mecaz olarak kavrayabilmek için eğitime ihtiyaç vardır.
    Canımı okumada ne okursan oku zihniyeti iyi bir zihniyet değildir.Sürekli mars,lenin'in görüşlerini anlatan kitapların okuyan biri dini alt yapısı yoksa dinden uzaklaşır.Ruhsuz gibi olur.Bendeniz önce dinsizlerin eserlerini okudum sonra da İslami eserleri okudum.İncil ve Tevrat metinlerinin Türkçe'ye çevrilmiş metinlerinin büyük kısmını okudum.Şuan ki birikimimle de dinsizlerin eserlerine reddiyeler ürettim.Üstelik bu reddiyeler onlara onların diliyle cevap veriyor.Onlara çok ağır geleceğini düşündüğüm için çoğunu yayınlamıyorum.Çünkü içimdeki bir his şöyle diyor onlara o kadar ağır yüklenme zira sana inanslar da fikirlerinin çürüdüğünü görseler de sırf kibirlerinden ötürü düşüncelerinden vazgeçmeyebilirler o yüzden çoğu eserimi yayınlamaktan vazgeçtim.

      YAZARI:     BAHADIR ÇAKIR             O ADAM SENSİN...

Garipçiler

ORHAN VELİ KANIK (1914-1950)
*Türk şiirinde iki arkadaşıyla birlikte büyük bir atılım yapmış, yeni bir anlayışın öncüsü olmuştur.
*1941′de arkadaşlarıyla birlikte yayımladıkları Garip adlı şiir kitabı ve yazdığı önsöz, Türk şiirinde günden güne donmuş olan eski değerleri yıkmış, şiire başka bir açıdan bakılmasını sağlamıştır.
*Şiire getirdiği ilkeler :
-Ölçüye baş kaldırıp serbest yazmak
-Kafiyeyi şiir için gerekli görmekten vazgeçmek
-Şairane duyuları, parlak görüntüleri şiirden silmek

-Şiiri hayal gücünün kapalı duvarlarından kurtarıp gerçek hayata çıkarmak, yapmacıksız tabii bir söylentiyle, günlük yaşayış içinde halktan insanları yakalamak. Her çeşit kelimeyi konuyu şiire sokmak, halk deyişlerinden yararlanmak ve toplumla ilgili yergiye yer vermek


ESERLERİ:
Şiirleri: Garip,Vazgeçemediğim, Destan Gibi , Yenisi, Karşı
Nesirleri: Sanat ve Edebiyatımız, Bindiğimiz Dal



OKTAY RIFAT HOROZCU (1914-1988)
*Garip akımının temsilcilerindendir.
*Başlangıçta, yeni bir hava içinde, güçlü aşk şiirleri; toplumcu sanat ilkesinden hareketle halk deyimi ve söyleyişlerinden masal ve tekerlemelerden faydalanarak başarılı taşlamalar; sosyal
şiirler yazdı. Perçemli Sokak adlı kitabıyla birlikte şiir anlayışında büyük değişiklik olmuş soyut şiire kaymıştır.
*Son şiirlerinde öz ve biçim yoğunlaştırmalarıyla estetik planda yeni ve güçlü bir şiir estetiği yakalamıştır.


ESERLERİ :
Şiirleri; Yaşayıp Ölmek, Aşk ve Avarelik Üzerine Şiirler, Güzelleme, Karga İle Tilki, Aşk Merdiveni, Denize Doğru Konuşma, Dilsiz ve Çıplak, Koca Bir Yaz


MELİH CEVDET ANDAY (1915- 1986)
*Garip akımının temsilcilerindendir.
*Şiirlerinde toplumsal gerçekliği inceler.
*Daha sonra ilk şiirlerindeki romantizmden sıyrılarak duygulardan çok aklın egemenliğine, güzel günlerin özlemine bırakır.
*Söz oyunlarında arınmış yalın bir dil vardır. Düz yazılarında ise yoğun bir düşünce, şiirsel, esprili, özlü bir dil vardır.
*Fıkra, makale, gezi, roman, tiyatro ve şiir yazmıştır. Çevirilerde yapmıştır.



ESERLERİ :
Şiirleri: Garip, Rahatı Kaçan Ağaç, Telgrafname, Yanyana.
Denemeleri – Çevirileri; İngiliz Edebiyatından Denemeler
Tiyatroları : Komedya, İçerdekiler, Gizli Emir.