YUNUS ve HACI BEKTAŞ VELİ
Eskişehir'in bir köyünde çiftçilikle geçinen çok yoksul bir adam varmış. Bir yıl kıtlık olunca bu adamın yoksulluğu iyice artmış. Bir çok keramet ve inayetlerini duyduğu Hacı Bektaş Veli'den yardım istemeyi düşünen yoksul adam, sığırının üstüne bir miktar alıç koyup, dergâha gitmiş. Pirin ayağına yüz sürerek hediyesini vermiş bir miktar buğday istemiş. Hacı Bektaş Veli ona lütufla muamele ederek, birkaç gün dergâhta misafir etmiş. Yoksul adamın geri dönmek için acele ettiğini gören dervişler, Hacı Bektaş Veli'ye onun acelesini anlatmışlar. Hacı Bektaş Veli de yoksul köylüyü huzurana çağırıp sormuş:
- Buğday mı istersin, yoksa erenler himmeti mi istersin?
- Buğday istiyorum efendim.
- Buğday yerine nefes versek olmaz mı?
- Olmaz.
- İstersen bana getirdiğin alıcın her tanesine bir nefes edeyim!..
- Olmaz.
- İsterse her çekirdek sayısına bir nefes edeyim!..
Yoksul adam buğdayda ısrar ediyormuş.
- İstersen her çekirdek başına on nefes edeyim!..
Yoksul adam yine buğdayda ısrar edince, Hacı Bektaş'ın emriyle götürebileceği kadar buğday verilmiş. Sevine sevine bir çuval buğdayı alıp dergâhtan uzaklaşan yoksul köylü, yolda giderken düşünmeye başlamış ve kendi kendine demiş ki:
- Bu insan, büyük insan olmasa bana bir çuval buğday vermezdi. Bir çuval buğday böyle bir insandan daha mı değerli?
Yaptığı kusurun büyüklüğünü anlayıp pişman olan yoksul köylü, hemen geri dönerek kusurunu itiraf etmiş:
- Pirim, ben çok büyük bir bir kusur işledim. Sizden çok özür diliyorum. Bu buğdayı geri verip, sizden nefes istiyorum.
Bunun üzerine Hacı Bektaş Veli demiş ki:
- Evladım, senin nasibin Taptuk Emre tarafında verilecek. Senin kilidini Taptuk Emre'ye verdik, onun dergâhına git.
Bu cevabı alır almaz, hemen Taptuk Emre dergâhına giden yoksul köylü, kendisini Yunus Emre yapacak manevi eğitimine başlamış.
YUNUS VE TAPTUK EMRE
Taptuk Emre dergâhında her derviş bir iş görürmüş. Kimi toprakta, kimi işlikte çalışırken, kimi duvar örer, kimi de aş pişirirmiş. Dergâha yeni gelen Yunus'a da odun taşıma işini vermişler. Dergâhının ocağına özene bezene kırk yıl odun taşıyan Yunus'un, her getirdiği odun da dümdüzmüş. Öbür dervişler sormuşlar:
- Ey Yunus, senin getirdiğin odunların hepsi dümdüz, bunun sebebi nedir?
Yunus demiş ki:
- Taptuk Emre dergâhına odunu eğrisi bile giremez!..
Taptuk Emre güzel saz çalarmış ve Yunus ona sazı için bağlanmış. Yunus uzun süre tekkeye hizmet etmiş, sonunda bıkmış ve kaçmış. Yolda erenlerden yedi kişiye rastlamış, yoldaş olmuşlar. Her akşam erenlerden biri içinden geçirdiği bir ermiş adına Tanrıya dua ediyor hemen bir sofra geliyormuş ortaya. Sıra Yunus'a geldiği akşam o da demiş ki:
- Yarabbi, bunlar hangi kulun adına dua ettilerse, ben de onun adına yalvarıyorum sana, ne olur utandırma beni!..
Yunus'un duası biter bitmez, iki sofra birden gelmiş. Erenler şaşırıp sormuşlar:
- Ey Yunus, kimin adına dua ettin?
Yunus bu soruya şu yanıtı vermiş:
- Önce siz söyleyin.
Erenler hep bir ağızdan demişler ki:
- Taptuk'un dervişlerinden Yunus diye biri var, biz onun adına dua ettik.
Yunus bunu duyar duymaz hiçbir şey söylemeden dergâha geri dönmüş ve Taptuk Emre'nin karısı Anabacı'ya sığınmış:
- Anabacı, dergâhtan kaçmakla büyük bir kusur işledim. Şimdi pişman olup geri döndüm. Ne olur şeyhime söyleyin; beni affetsin!..
Anabacı demiş ki:
- Yarın sabah tekkenin eşiğine yat. Taptuk abdest almak için dışarı çıkarken ayağı sana takılır. Gözleri iyi görmediği için bana: "Kim bu eşikte yatan?" diye sorar ben de "Yunus", derim. "Hangi Yunus?" derse çekil git, başka bir tekke ara kendine, başının çaresine bak. Ama bizim "Yunus mu?" derse anla ki gönlünden çıkarmamış, hala seviyor seni. O zaman kapan ayaklarına, "Bağışla suçumu" de.
Yunus, Anabacı'nın dediğini yapıp, kapının eşiğine yatmış, ertesi sabah olan olmuş. Ayağı Yunus'a takılanTaptuk, Anabacı'ya sormuş:
- Kim bu eşikte yatan?
Anabacı cevap vermiş:
- Yunus.
-Bizim Yunus mu?
Bunun üzerine Yunus, Taptuk'un ayaklarına kapanmış ve sevincinden ağlamış.
YUNUS VE MOLLA KASIM
Yunus Emre'nin vefatından yüz yıl sonra yaşayan ve devlet görevinde yetkili biri olan Molla Kasım'a Yunus'un şiirlerini yazılı olarak getirmişler. Molla Kasım bir nehir kenarına gelmiş ve yanında getirdiği Yunus Emre şiirlerini okumaya başlamış. Her okuduğu şiiri dine, şeriata aykırı bularak yakıp suya atan Molla Kasım, kendine yüz yıl önceden hitap eden bir şiiri görünce, çok şaşırmış. Yunus şöyle diyormuş:
Ben dervişim diyene bir ün edesim gelir,
Seğirdüben sesine varıp yetesim gelir.
Sırat kıldan incedir, kılıçtan keskincedir,
Varıp anın üstüne evler yapasım gelir.
Altında gayya vardır, içi nar ile pürdür,
Varuben ol gölgede biraz yatasım gelir.
Oda gölgedir deyu ta'n eylemen hocalar,
Hatırınız hoş olsun biraz yanasım gelir.
Ben günahımca yanam, rahmet suyunda yunam,
İki kanat takınam, biraz uçasım gelir.
Andan Cennete varam, Cennette huriler görem,
Huri ile gılmanı bir bir koşasım gelir
Derviş Yunus bu sözü eğri büğrü söyleme,
Seni sigaya çeken bir Molla Kasım gelir.
Molla Kasım bunu görür görmez, yaktığı ve suya attığı şiirler için çok pişman olmuş, yakmadığı suya atmadığı şiirleri de bir hazine gibi saklamış. Halkımızın rivayetine göre; bu yüzden Yunus Emre şiirlerinden binlercesini göklerde melekler, binlercesini denizlerdeki balıklar, kalan binlercesini de insanlar söylermiş.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder