|
Evrende hiçbir şey tesadüf değildir.Buradaysanız burada olmanız gerektiği içindir.
24 Temmuz 2015 Cuma
Gül-i Rana
23 Temmuz 2015 Perşembe
22 Temmuz 2015 Çarşamba
19 Temmuz 2015 Pazar
KIYAMET ALAMETLERİ VE KIYAMETİN KOPUŞU
''AZRAİL'İN BİLE SECDE ETTİĞİ ADAM'' İSMİNİN AÇIKLAMASI İÇİN BU YAZININ ÜZERİNE TIKLA
KIYAMET ALAMETLERİ VE KIYAMETİN KOPUŞU
ÖLEN ADAMIN KIYAMETİ KOPMUŞ SAYILIR...
Rüya nereden gelir? Rüyanın önemi nedir?
''AZRAİL'İN BİLE SECDE ETTİĞİ ADAM'' İSMİNİN AÇIKLAMASI İÇİN BU YAZININ ÜZERİNE TIKLA
Rüya peygamberlere olunan vahyin 46 da biridir.
Gayb aleminden bize verilen mesajlardır.
Allah'ın bize çıkmaz işlerimizde bir yardımıdır.
Hazreti İbrahim Peygamberin oğlunu kurban etme hususunda gördüğü rüya,
Aynı zamanda Peygamber olan Yusuf'un görmüş olduğu rüyalar,
Hem Kur'an da hem Tevrat'ta,zeburda , hem incilde olduğu muhakkaktır.
Şuan için Kitabımız Kur'an dışındakiler bozulmuş olduğu için en doğrusunu kitabımız anlatır.
Bir şeyi görmek göz ile olur.
Ve görülen şeyinde bir madde olması lazım.
Rüyada bunların ikisi de yoktur.
Ne madde vardır ne de göz vardır. Görülen nedir? Gören nedir?
Öyleyse demekki gözsüz ve maddesiz insana gösterilen bir şeydir Rüya,
Bu rüyayı gören kuvvetler de insanın içinde bulunan ruhlardır.
İnsanda ruh bir tane değildir.
Uyuyan kimsenin ruhu hayvanisi vücudunda kalmıştır.
Ruhi insanisi ve ruhi sultanisi vucüt ile ilişiğini tam kesmemekle beraber alemi lahutta bir mevki işgal etmektedir.
İnsanda ruhi seceri,ruhi hayvani,ruhi insani,ruhi sultani,ruhi sır gibi ruhlar vardır.
Ruhi seceri kıllarda olan ruhtur.Ruhi Hayvani ise et,kemik, kanda ve damarda bulunan kuvvettir.
Ruhi insani vardır. Onun makamı merkezi kalptir.
Ruhi sultani vardır. Kalbim merkezi gönül(fuat) dedikleri yerdir onun makamı.
Ruhi hayvani rüya görür bunun tesiri ancak şu kadardır susakmış birinin rüyasında su görmesi gibi, çişi gelmiş birinin tuvalet görmesi gibi bunlarında manası vardır ama her alimin işin içinden çıkabileceği gibi bir rüya değildir.
Hatta peygamber olan hz. Yusuf'un zamanında bir hükümdar bir rüya görmüştür zamanın rüya yorumcuları bunu tabir edememiştir. Ruhu Hayvaninin de gördüğü rüyaların manası vardır fakat bunu her alim her rüya yorumcusu tabir edemez.O rüyayı Peygamber olan Hazreti Yusuf doğru bir şekilde yorumlamıştır.
Ve demiştir ki yedi yıl bolluk olacak yedi yıl kıtlık olacak o yüzden bolluk zamanında stok yapalım demiştir ve aynen dediği gibi çıkmış rühi hayvaninin de rüyası gerçekleşmiştir.
Rüya yorumlamak her yiğidin harcı değil ve rüyalar da herkese söylenmez. Bazen öyle olur ki bazı zevatın öyle bir hali olur ki yanlış yaptığı tabir üzere rüyanız tecelli eder.
Şuan ki bilim hayvani rüyalar ile uğraşmaktadır. Aramak güzeldir arasınlar olurya tesadüfen birşeyler bulabililer. Bugün bir çok teknolojik alet tesadüfi bir karşılaşma sonucu bulunmuştur.Esasen tesadüfte demeyelim arayan mutlaka bir şeyler bulur.
Rüyaları ikiye ayırmak gerekir sahih rüyalar ve hayvani rüyaalar şeklinde olabilir.
18 Temmuz 2015 Cumartesi
10 Temmuz 2015 Cuma
Fikir Birliğinden Ziyade Gönül Birliğine Önem Verdim
''AZRAİL'İN BİLE SECDE ETTİĞİ ADAM'' İSMİNİN AÇIKLAMASI İÇİN BU YAZININ ÜZERİNE TIKLA
Şu zamana kadar fikir birliğine önem vermedim, fikir birliğinden ziyade gönül birliğine önem verdim...Fikirler değişir fikirler ölür, ama gönül birliği her zaman diridir. Sevgi, aşk bunlar kalıcıdır.
Ama ne yazık ki biz kimsenin fikrine, görüşüne,kılık kıyafetine,şekline yaptıklarına, günahlarına karışmadığımız halde fikrimizden,görüşümüzden, şeklimizden vesaire sebeplerle bizi bırakmak isteyen tez elden bırakabilir.
Ben kimseyi fikren bana ters diye bırakmadım bırakmam ama benim düşüncelerime fikirlerime dayanamayıp beni bırakan çok kişi oldu. Hiç birine de üzülmedim güle güle gitsinler. Daha iyi bir şey yapabiliyorlar ise yapsınlar biz onlara tabi oluruz belki ilerde...
Bu zamana kadar illaki ben yapacağım diye bir şeyi üstelemedim sen daha iyi yapacaksan buyur yap dedim. Bir köşeye çekilip sonucunu izledim ama bu zamana kadar hiç biri başarılı olmadı. Başarılı olamayacaklarını bildiğim halde liderlik dövüşü yapmadım. Ve ya görev dövüşü yapmadım. Üzerime verilen görevi en iyi şekilde yapmak için çabalarım. Ne türlü görev olursa olsun.
Bizim istediğimiz görevi bize vermeyip de kendileri bizim istediğimiz görevi yapmaya kalkışanlar o görevlerde ağız tadıyla başarılı bir sonuç ortaya çıkaramadılar.
Ben köşeme çekilirim ne onlara yar olur ne de bana yar olur. Çünkü hep böyle oldu. Bunu takdir eden Allah ben değilim. Yine bana köşeme çekilme vakti görüldü. Alın ringleri size bıraktım.
İlk rauntta bitecek olan işi kaç rauntta bitirirsiniz bilemem. Ama olaylar gecikir. Her şey zaman aşımına uğrar. Bu benim görüşüm isteyen istediği gibi gidebilir. Ben her şeyden gayet son derece memnunum. Ama her işin bir adabı bir yapılış şekli var. Beceremiyorsun demenin bin türlü şekli var. Gönül kırmadan iş yapmanın bin çeşit yolu var.
Bir iş yapılır iken bir kişinin dahi gönlü kırık olsa o iş ne kadar tamam olursa olsun hep eksik kalmıştır. Mimar Sinan hazretleri Edirne Selimiye camiini yapar iken bir çocuk minare yamuk diyor. Çocuğun gönlünü almak için minarenin beline ip dolatıp çocuğun yamuk dediği tarafın tersine doğru çekerek düzeltiyorlar. Minare hesaplamalara göre yamuk falan değil ama manevi olarak belkide gerçekten yamuktu yapılırken içine belki gurur, belki kibir karıştı. İşte o çocuk çekince o düzeldi.
Yapılan işte kimsenin gönlünde küçücük bir ukte kalmayacak kalacaksa eğer o iş hiç yapılmasın daha iyi...
Bu benim düşüncelerim kimin ne düşünüyor bilemem.
BAHADIR ÇAKIR
9 Temmuz 2015 Perşembe
HANZALA BİN EBÛ ÂMİR(Meleklerin Yıkadığı Sahabe)
''AZRAİL'İN BİLE SECDE ETTİĞİ ADAM'' İSMİNİN AÇIKLAMASI İÇİN BU YAZININ ÜZERİNE TIKLA
HANZALA BİN EBÛ ÂMİR
Hanzala Bedir gazâsında bulundu. O zaman henüz bekârdı. Bedir gazâsından bir müddet sonra Abdullah bin Übey’in kızı Cemîle ile nikâhlandı. Ertesi gün de Uhud’da Kureyş müşrikleriyle çarpışılacaktı.
Hanzala geceyi Medîne’de hanımının yanında geçirmek için Resûlullahtan izin istedi. Peygamberimiz de müsâade buyurdu. Hanımı Cemîle ile o gece beraber kaldı. Cumartesi günü sabahleyin Uhud’a yetişmek için, telâştan gusletmeyi unutup çok acele yola çıktı.
Ne lüzûm vardı?
Yola çıkacağı sırada, hanımı Cemîle, orada bulunan kavminden dört kişiyi çağırdı ve Hanzala ile evlendiklerini söyleyip, onları şâhid tuttu. Oradaki dört şâhid sordular:
- Buna ne lüzûm vardı?
Cemîle dedi ki:
- Rü’yâmda semânın açıldığını ve Hanzala içeri girdikten sonra kapandığını gördüm.
Peygamberimiz Uhud’da harp için safları düzeltirken Hanzala yetişti ve Eshâb-ı kirâm arasına karıştı. Hz. Hanzala diğer sahâbîler gibi cansiperane müşriklerin üzerine atıldı. Şehîdlik mertebesine kavuşmak için durmadan savaştı. Daha sonra müşrikler bozuldular, dağılıp kaçmaya başladılar.
Hz. Hanzala, Ebû Süfyân’ın önünü kesti. Üzerine hücûm etti. Ebû Süfyân yere düştü. Korkudan ne yapacağını şaşıran Ebû Süfyân;
- Ey Kureyş, ben Ebû Süfyân’ım! Hanzala beni öldürecek, yetişin, diye sesi çıktığı kadar bağırmaya başladı.
Müşriklerden birçokları Ebû Süfyân’ın sesini işittikleri hâlde, kendi canlarının derdine düştüklerinden hiç aldırış eden olmadı. Fakat Şeddâd bin Esved, Hz. Hanzala’ya arkadan yaklaşıp hâince, sırtından mızrakladı.
Hanzala mukâbele etmek istedi. Fakat îmândan nasîbi olmıyan bu müşrik, ikinci bir darbe daha vurup, Hanzala’yı şehîd etti. Hanzala şehîd olunca, Peygamberimiz buyurdu ki:
- Ben Hanzala’yı meleklerin gökle yer arasında, gümüş bir tepsi içinde, yağmur suyu ile yıkadıklarını gördüm.
Ebû Useyd Sa’îd diyor ki:
“Gidip Hanzala’ya baktım. Başından yağmur suyu akıyordu. Döndüm, bunu Resûlullaha haber verdim. Peygamberimiz hanımına haber gönderip bunun sebebini sordu. O da Uhud’a çıktığı zaman Hanzala’nın cünüb olduğunu bildirdi.”
Hanzala bizdendir
Hz. Hanzala Uhud’a yetişmek için çok acele edip, yetişememek korkusu kendini kapladığından, acele ile gusletmeyi unutmuştu. Bundan sonra Hanzala’nın adı Gasîl-ül-Melâike=Melekler tarafından yıkanmış kimse diye anıldı. Medîne’de Eshâb-ı kirâmın Evs kabîlesinden olanlar, “Melekler tarafından yıkanan Hanzala bizdendir” diye iftihâr ederlerdi.
Hanzala bi’setten ya’nî Peygamber efendimizin da’vetinden önce de îmân sâhibi olup, Allahın birliğine inanır, putlara tapmazdı. Hanîf dîninde idi. Böylece hanımının rü’yâsı hakîkat olup, Uhud savaşında Hz. Hanzala şehîd oldu. Abdullah isminde bir oğulları oldu. Abdullah bin Hanzala olarak tanınan bu oğlu, Yezîd zamanında şehîd edildi.
Duygu Ve Düşüncelerin Kaynağı Beyin Değil Kalptir...
''AZRAİL'İN BİLE SECDE ETTİĞİ ADAM'' İSMİNİN AÇIKLAMASI İÇİN BU YAZININ ÜZERİNE TIKLA
Kardeşim sen düşünceden ibaretsin, Geriye kalan et ve kemiksin, Gül düşünür gülüstan olursun, Diken düşünür dikenlik olursun, (Mevlana Celaleddin Rumi)
Ey kardeşim! Sen duygudan düşünceden ibaretsin. Senin varlığın bunlardandır. Geri kalan sinir ve kemiktir ki, onlar hayvanlarda da vardır.(Mevlana Celaleddin Rumi)
Hazreti mevlana yukarıda paylaştığımız iki sözde de duygu ve düşüncenin öneminden bahsetmiştir. Birinci sözde neyi düşünür isen onun insanı etkilediğini vurgulamıştır.
İkinci sözde ise insanın duygu ve düşünceden ibaret olduğunu geriye kalanların hayvanlarla ortak özellik olduğunu vurgulamıştır.
Bu iki sözden hareketle bir yerlere doğru yolculuk yapma kanaatindeyim. Duygu ve düşüncelerin eğitimi olacaktır. Ve bu konuda benim çok bir şey söylememe gerek yok zira hocamız bu konuda tafsilatlı bir bilgi sunmuş. Bilim insanları henüz hocamızın bu konu hakkında sunmuş olduğu veriye ulaşamamıştır. Hocamız duygu ve düşüncelerin esas kaynağının sanılanın aksine beyin olmadığını duygu ve düşüncelerin ilk çıkış kaynağının kalp olduğunu vurgulamıştır.
Bilim insanları insanlardaki duygusal olayları basit hormonsal salgılara bağlamıştır. Dopamin hormonu çok salgılandığında aşırı duygusal salgılanmadığında az duygusal gibi. Günümüz bilimi her şeyin beyinde bittiğini varsayarak beyini baz almış ve duygu ve düşüncelerin beyinden oluştuğunu açıklamaya kalkarak esasen ruhun varlığını yok saymak istemişlerdir.
Şimdi soruyoruz peki bu hormonların salgılanmasını tetikleyen durum ney? Onu salgılatan kim?
8 Temmuz 2015 Çarşamba
Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir
''AZRAİL'İN BİLE SECDE ETTİĞİ ADAM'' İSMİNİN AÇIKLAMASI İÇİN BU YAZININ ÜZERİNE TIKLA
Geçen aylarda bir gün Cuma namazı çıkışı caminin çıkışında gördüğüm bir manzara hem duygulandırdı hemde düşündürdü. Suriyeli bir ana yanında bir küçük kız bir de erkek çocuk var. Erkek çocuk elinde bir tane kavuk Arapça bir şeyler söylüyor. Camiden çıkanlar kavuğun içine para koyuyor. Her para konuşunda hem iki çocuk hem de anaları Arapça dua ediyor. Kendime baktım bolluk içindeyiz ama hala halimizden memnun değiliz. Belki babaları savaşta öldü yetim ve bir dul kadın. Bilmediği bir ülkede dilini bilmiyorsun hiç bir şeyini bilmiyorsun. Ve Müslüman demişler bize sığınmışlar.
Adamın biri de diyor ki Suriyeli'ler hain. Diyemiyorsun ki ulan hain sensin. Elindeki nimetlere hainlik ediyorsun diyemiyorsun. Hain her ırkta var hainlerin katri mi kesildi. Başka biri de diyor ki devlet Hain Suriyelilere bakar ama kendi ırkdaşımız olan Çin Zulmünde ki Türkmenlere bir şey yapmıyor diyor. Ve ekliyor İslam önce akrabaya öncelik vermiyor mu diyor. İslam önce komşuya öncelik veriyor akraba sonra geliyor. ''Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir'' diyor.Bir de bunu söyleyenler durumları iyi insanlar çoğu memur şu bu. Askeri ücretli değil yani askeri ücretli onların söylediği lafı söylemiyor onlar söylese hani gam yemeyeceğim.
Doğu Türkistan'daki zulme bende karşıyım ama ikisini karşılaştırmak ve siyaseten bu tip laflar söylemek inanın beni çok üzüyor. Diyemiyorsun ki sen iç savaş nedir bilir misin? Yetimliği bilir misin? Açlığı hiç tatdın mı? Ölümle hiç burun buruna geldin mi? El de yok avuçta yok dilini bilmediğin bir devlete hiç sığındın mı? Bunları diyemiyorsun ve sonunda beddua'ya benzer bir şey çıkacak eminim o yüzden susuyorsun. Allah devletimizi iç savaştan korusun.Bizimkiler biilmez ama yine de bilmemeye devam etsinler. Tatmasınlar tatsın istemiyorum.
Suriye de savaş yokken Türkiye'nin Suriye'ye verdiği elektiriğin suyun vesaire ticari olaylardan sağlanan karı henüz biz 2Milyon Suriyeliye net bir şekilde ödemedik. Onları bakmak bizim boynumuzun borcu. Dolaylı yollardan biz onların parasını yedik zamanında. Akıl sahipleri bunu da bir akıl etsinler. Yarın öbür gün orada savaş bittiği zaman ilk etap da yine Türk şirketler oraya dadanacak. Yıkılan yerler yine Türkiye'nin inşaat şirketleri tarafından yapılacak.
BAHADIR ÇAKIR
7 Temmuz 2015 Salı
DÜNYANIN BEŞİNCİ HAKİMİYETİ MÜSLÜMANLARIN ÜÇÜNCÜ HAKİMİYETİNİ BEKLİYORUZ...
''AZRAİL'İN BİLE SECDE ETTİĞİ ADAM'' İSMİNİN AÇIKLAMASI İÇİN BU YAZININ ÜZERİNE TIKLA
Dünyaya iki defa kafirler hükmetti iki defa da Müslümanlar hükmetti, şuan da ikiye iki beraberlik var. Yani şuana dek 4 defa dünya hakimiyeti sağlanmıştır.5. kez bir hakimiyet daha sağlanacaktır ve bu iki iki olan beraberlik bozulacaktır. Allah'ın gazabından merhameti daha üstündür. Dolayısı ile bu benim kanımca olacaktır bunda zerre kadar şüphem yoktur. 5 sayısına dikkat çekiyorum çünkü bu sayı şerefli bir sayı. 5. şeref bu asrın şerefidir. Ve bu asırda inşallah bu şerefe nail olacağız. Müslümanların ilk hakimiyeti hazreti Zülkarneyn Peygamberin hakimiyetidir. İkincisi Hazreti Süleyman peygamberin'kidir. Üçüncüsü henüz gerçekleşmedi Hazreti Mehdi aleyhisselamın dünya hakimiyeti olacaktır. Her nefis ölümü tadacaktır. O yüzden sahte Mehdiciklere mehil etmeyin. Hazreti Mehdi aleyselamın üç vazifesi vardır.Birinci vazifesi batı felsefesini ve maddeci fikri tam susturacak bir şekilde imanı kurtarmaktır. Bunu yapmak uzun süre alacağı için herhalde ondan önce bir taife bir cihette görecek. İkinci vazifesi Hilafet i Muhammediye (A.S.M.) ünvanı ile şear-i İslamiyeyi ihya etmektir. Üçüncü vazifesi şeriat-ı Muhamediyenin (a.s.m) kanunları bir derece tatile uğraması ile o zat bütün AL-İ BEYTİN neslinden bir fedakar seyyidlerin iltihakları ile vazife-i uzmayı yapmaya çalışır. Bu üç vazifeyi birden yapacak olan ahir zamanın büyük mehdisidir.
Bazı tarikat şeyhlerinin kendini Mehdi telakki etmesinin bir sebebi makamı Hızır, makamı Üveys, makamı Mehdiyet gibi makamlara çıkıp kendilerini mehdi hızır zannetmelerine sebebiyet vermiştir.
Benim Mehdi adayım bellidir olur ve ya olmaz gönlümüzün Mehdisi bellidir 5 harflidir. Geçmişte de küçük mehdiler gelmiştir. Evliyaya Mehdi denilmesinde bir sakınca görmüyorum. Mehdilik vazifesi icra etmişlerdir. Ahir zamanda bu 3 vazifeyi birden yapacak olan Mehdi Büyük Mehdidir. İnşallah bu mehdinin en büyük bir neferi en büyük bir komutanı olma şerefine nail oluruz.
BAHADIR ÇAKIR
Çanakkale'nin baş komutanı kimdi?
''AZRAİL'İN BİLE SECDE ETTİĞİ ADAM'' İSMİNİN AÇIKLAMASI İÇİN BU YAZININ ÜZERİNE TIKLA
Çanakkale'nin baş komutanı kimdi?
Otto Liman Von Sanders
Çanakkale'yi savunan Osmanlı 5. Ordu Komutanı Mareşal Liman von Sanders Osmanlı Devleti'ndeki Alman Danışma Kurulu Başkanıydı.
Bakanlık ve Genelkurmay Başkanlığı makamlarından sonra, cephe içerisindeki en yetkli komutandı.
Bu yönden bakıldığında Çanakkale Savaşında Başkomutandı..
Bu yönden bakıldığında Çanakkale Savaşında Başkomutandı..
Miralay (Alay komutanı, albay) Mustafa Kemal ise O'nun emrine bağlı albaylardan sadece biriydi ve 19. ihtiyat (yedek) tümen komutanıydı. Liman paşa, Esad paşa ve Enver paşa ile sıkı bir iletişim halinde Çanakkale'de ki savaşlarımızı yönetmiştir. O tarihlerde Osmanlı ordusu ve donanması içerisinde 40.000 e yakın Alman subayının görev aldığı bilinmektedir.
5 Temmuz 2015 Pazar
Hz. Süleyman (a.s)'ın, Sebe' Kraliçesi Belki s İle Olan Kıssası
''AZRAİL'İN BİLE SECDE ETTİĞİ ADAM'' İSMİNİN AÇIKLAMASI İÇİN BU YAZININ ÜZERİNE TIKLA
Hz. Süleyman (a.s)'ın, Sebe' Kraliçesi Belki s İle Olan Kıssası:
Kur'ân-ı Kerîm, bize, Sebe' kraliçesiyle aralarında geçen kıssayı anlatmıştır.
Bu kıssadan; hükümdarlar ve büyük kimseler için ince bir anlam olduğu, hükümranlığının Beytü'l-Makdis'ten Yemen sınırlarına kadar geniş olup hükümdarların ve kralların ona boyun eğdiğini, hükümdarlığını İslama davet aracı olarak kullandığını; hiçbir kafir hükümdar, zorba kral ve güçlü bir sultan bırakmaksızın hepsini Allah'ın dinine girmeye davet ettiğini, bunlardan her kim de bu daveti kabul etmemişse ona karşı kılıcı güzel bir hakem olarak kullandığını, böylece Allah'ın dinini dünyanın her bölgesine ve her yanma yaydığını bildirme yer almaktadır.
Ordusunun; insanlardan, cinlerden ile kuşlardan oluştuğunu, bunlardan her birinin ayrı bir görevi olduğunu ve bunların hepsinin, orduların hükümdarlarına yaptığı gibi, Hz. Süleyman'ın yanında her an hazır olduklarını ve nöbet tuttuklarını daha önce belirtmiştik.
Abdullah ibn Abbas'm belirttiği üzere; Hüdhüd kuşunun görevi de, sefer esnasında ıssız çöllerde ve yerin altında (Hz. Süleyman ve ordusu suya ihtiyaç, duydukları zaman onlar için) su arayıp bulmaktı. Bu sebeple (Allah'ın ona verdiği bir güç sayesinde) bu gibi yerlere gider ve onlar için su var mıdır? diye bakmırdı.
Hz. Süleyman, bir gün kuşları teftiş etti. Hüdhüd kuşunu göremedi. Hüdhüd'ün yerinde olmamasını, bir suç saydı. Bu kayboluşunun sebebi ile ilgili geçerli bir mazeret getirmediği taktirde onu keseceğini, ya da ona azab edeceğini söyledi. Hüdhüd çıkıp gelince, ona, kaybolup gidişinin nedenini sordu. Hüdhüd ise; Yemen'in Sebe' beldesinde olduğunu, orada Bel-kıs adında bir kraliçe olduğunu, bu kraliçenin orada bulunan halka hükmettiğini, kendisinin çeşitli mücevherlerle süslü büyük bir tahtının olduğunu, kraliçenin ve ahalisinin Allah'ı bırakıp güneşe tapan ve secde eden putperest bir topluluk olduğunu ve bu büyük memleketin durumu ile içerisinde Allah'ı bırakıp inkarcı putperest olan topluluklar ile ilgili haberleri anlattı.
Hz. Süleyman (a,s), bu habere şaşırdı. Çünkü dün ya da Allah'tan başkasına tapan nasıl bulunabilirdi? Hüdhüd'ün, doğru mu yoksa yalan mı söylediğini anlamak için onu denemek istedi. Bunun için kraliçe Belkıs'a götürmesi için ona bir mektup verdi.
Hüdhüd mektubu Yemen'e götürüp Beîkıs'ın yatağının üzerine bıraktı. Mektupta; Belkıs'ı Allah'a ve peygamberine itaat etme ve Hz. Süleyman'ın hükümranlığı ile otoritesine karşı baş eğip kabullenme ve boyun eğme yer almaktaydı.
Kraliçe mektubu alıp açtı. İçerisinde şu yazılı idi:
"Bu mektup, Süleyman'dandır. Bismillahirrahmanirrahim (Rahman ve Rahim Allah'ın adıyla başlamaktadır). 'Bana karşı baş kaldırmayın. Teslimiyet göstererek bana gelin' diye (yazmaktadır).
Kraliçe, mektuba tek başına cevap vermek istemedi. Devlet adamlarını, vezirlerini ve danışmanlarını toplayıp onlara mektubun mahiyetini ve içerisinde sert bir üslubun yer aldığını bildirdi. Bunun üzerine içlerinde üstünlük duyguları kabarıp kraliçeye:
"Biz, güçlü ve kuvvetli kimseleriz. Zorlu savaş erleriyiz. Emir ise senindir. Artık ne emredeceğini düşün taşın" dediler.
Kraliçe Belkıs, zeki ve akıllı bir kimse olup meseleyi akıllıca düşündü. Adamlarının güç ve üstünlükleri ile ilgili söylediklerine aldanmadı. Onlara:
- "Hükümdarlar, bir memlekete girdikleri zaman orasını harap ederler" dedi.
Yüce Allah bu konu ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:
"Kraliçe: 'Hükümdarlar bir memlekete girdiler mi, orayı perişan ederler ve halkının ileri gelenlerini hakir hale getirirler. Herhalde onlar da böyle yapacaklardır' dedi.
Onlara başka bir görüş sundu. Çünkü ansızın karşısına çıkan bu meseleyi çözmeye daha yakın bir yol bulmuştu. Bu da, Süleyman'a, hediye gönderecek, böylece ona yaltaklanacak, bu hediye nedeniyle isteğinden vazgeçip vazgeçmediğini öğrenmiş olacak, bu hediyeyi de zeki adamlarıyla gönderip Süleyman'ın kuvvetleri hakkında bilgi edinmiş olacak ve oradan gelecek haberler ışığında ne yapması gerektiğine karar verecekti.
Üstad Abdulvahhab en-Neccâr "Kasasu'I-Enbiyâ" adlı kitabında bu konu ile ilgili olarak şöyle der:
"Açıktır ki; Belkıs, elçileri aracılığıyla, haksız yere tehdit mektubu gönderen ve kendisine tereddütsüz bir şekilde boyun eğerek gelmesini isteyen bu hükümdarın durumunu öğrenmek için hediye göndermek istemektedir... Daha sonra elçiler, Belkıs'a; Süleyman'ın gerçek yönü, emri altındaki askeri kuvvetler ve onun emrine boyun eğmediği taktirde ona karşı hile yoluyla üstün gelmesinin mümkün olmadığı ile ilgili bol bilgilerle döndüler. Böylece Belkıs, elde edeceği kanıta göre davranacaktı. Hatta bir iş yapmak istediğinde, sonuçlarını araştırdıktan sonra o işi yapardı.
Elçiler, Süleyman (a.s)'a hediye ile gelince, Hz. Süleyman, hediyeyi kabul etmeyip onlara; kendisinin güzel bir durumda olduğunu, servetinin; kraliçenin ve ahalisininkinden daha çok olduğu ve bu sebeple de getirdiği mallara ihtiyacı olmadığını söyledi. Ayrıca kraliçe ve halk, yapılan daveti kabul etmedikleri taktirde ordularını, onların şehirlerine göndereceğini, onların ise buna güçlerinin yetmeyeceğini, aşağılık ve hakir bir şekilde şehirlerinden çıkarılacağını belirtti.
Elçiler kraliçeye geri dönüp geldiler. Ona; Süleyman'ın hükümranlığının büyüklüğü, ordusunun çokluğu ve kuvvetinin fazlalığı ile ilgili gördüklerini anlattılar. Ayrıca gönderilen hediyeyi kabul etmediğini, dostluk kurmak istemediğini ve muhteşem ordusuyla bu ülkelere saldırmaya kararlı olduğunu bildirdiler. Bunun üzerine kraliçe, teslim olmaya ve boyun eğmeye karar verdi. Yol hazırlıklarını yaptırıp bir grup adamıyla birlikte Süleyman' a gitmek üzere yola çıktı...
Yüce Allah bu kıssanın tamamını şöyle anlatmaktadır.
"(Süleyman) kuşları gözden geçirdikten sonra: 'Hüdhüd'ü niçin göremiyorum? Yoksa kayıplara mı karıştı? Ya bana (mazeretini gösteren) apaçık bir delil getirecek ya da mutlaka onu şiddetli bir azaba uğratacağım ya da boğazlayacağım' dedi. Çok geçmeden(Hüdhüd) gelip: 'Ben, senin bilmediğin bir şeyi öğrendim. Sebe 'den sana çok doğru (ve önemli) bir haber getirdim. Gerçekten, onlara (Sebe 'lilere) hükümdarlık eden, kendisine her türlü imkan verilmiş ve büyük bir tahta sahip olan bir kadınla karşılaştım. Onun ve kavminin, Allah'ı bırakıp güneşe secde ettiklerini gördüm. Şeytan, kendilerine yaptıklarını süslü göstermiş de onları doğru yoldan ah koymuş. Bunun için hidayete giremiyorlar. Göklerde ve yerde gizleneni açığa çıkaran, gizlediğiniz ve açıkladığınızı bilen Allah 'a secde etmezler. (Halbuki) O, çok büyük arşın sahibi Allah'tan başka tapılacak yoktur' dedi. (Süleyman, Hüdhüd'e) 'Doğru mu söyledin, yoksa yalancılardan mısın? bakacağım. Şu mektubu götür, onu kendilerine ver. Sonra onlardan biraz çekil de ne sonuca varacaklarına bak' dedi. (Süleyman'ın mektubunu alan Sebe kraliçesi:) 'Beyler, ulular! Bana çok önemli bir mektup bırakıldı' dedi. Mektup, Süleyman 'dandır.
Bismillahirrahmanirrahim (Rahman ve Rahim Allah'ın adıyla başlamaktadır). 'Bana karşı baş kaldırmayın. Teslimiyet göstererek bana gelin' diye (yazmaktadır), (Kraliçe devamla:) 'Beyler, ulular! Bu işimde bana bir fikir verin. (Bilirsiniz ki) siz yanımda olmadan hiçbir işi kestirip atmam' dedi. Onlar: 'Biz, güçlü ve kuvvetli kimseleriz. Zorlu savaş erleriyiz. Emir ise senindir. Artık ne emredeceğini düşün taşın' diye cevap verdiler. Kraliçe: 'Hükümdarlar bir memlekete girdiler mi, orayı perişan ederler ve halkının ileri gelenlerini hakir hale getirirler. Herhalde onlar da böyle yapacaklardır. Ben (şimdi) onlara bir hediye göndereyim de, bakayım elçiler ne (gibi bir sonuç) ile dönecekler' dedi. (Elçiler, Süleyman'a hediye ile) gelince, Süleyman, onlara: 'Siz bana mal ile yardım mı etmek istiyorsunuz? Allah 'm bana verdiği, size verdiğinden daha iyidir. Ama siz, hediyenizle böbürlenirsiniz- (Ey elçiler!) Onlara var (söyle). İyi bilsinler ki, kendilerine asla karşı koyamayacakları ordularla gelir. Onları, muhakkak surette hor ve hakir halde oradan çıkarırız' dedi.
Hz. Süleyman, Sebe' kraliçesinin, kendisini ziyarete geldiğini öğrenince, ülkesinin merkezinde camdan yapılma büyük bir köşk yaptırdı. (Köşkün giriş kısmında Belkıs'in) geçeceği yere su döktürmüş, suyun üzerini de camla kapatmıştı. Üzeri camla kapatılan bu giriş kısmının altındaki suya, balık ile diğer su hayvanlarını yerleştirmişti. Camla kaplı havuzu görenlere derin bir su imajı veriyordu...
Daha sonra Hz. Süleyman, kendi tahtında oturdu. Belkıs köşke girince, yolu üzerinde su olduğunu düşünerek eteğini yukarı doğru çekti. Süleyman, ona:
- 'Bu, camdan yapılmış şeffaf bir zemindir' dedi.
İşte bu, Yemenliler için bir benzeri daha görülmemiş muazzam bir şeydi.
Hz. Süleyman, Belkıs'a; egemenliğinin ve saltanatının delillerini ortaya koymak ve rüyalarda dahi göremediğini bizzat gözleriyle görmesini sağlamak istedi... Bu da; kraliçenin güzel tahtını, bu köşkte onun üzerinde oturmasını sağlamak için tahtını getirmesiydi. Bunun için askerlerine, Belkıs'ın tahtını kendisine getirecek güçlü bir kimseyi söylemelerini emretti. Bunun üzerine cinlerden bir ifrit seçildi. Bu ifrit, Hz. Süleyman'a, yarım günü geçmeyecek kadar kısa bir zamanda tahtı getirmeye gücünün yeteceğini bildirdi.
Orada velayetiyle meşhur, ilim ve iman sahibi bir kimse,, Hz. Süleyman 'a: "Gözünü açıp kapamadan, ben, sana onu getiririm" dedi. (Nemi: 27/40) Bir de baktı ki taht, yanı başında hazır bir vaziyette duruyordu. Tefsircilerin kaydettiğine göre; bu zat, Âsaf b. Barhiyâ'dır. O, Hz. Süleyman'ın teyzesinin oğludur. Velayet ve doğru sözlü bir kimsedir. Bu da, onun ke-rametindendir. Kerametler ise, Allah'ın veli kullar için sabittir. Bu tür kerametleri, ancak kibirli kimseler kabul etmez.
(Üstad el-Lukkânî) "Cevhere'Me denilir ki: "Velilerin kerameti, sabittir. Kim velilerin kerametini inkar ederse, sözünü fırlatıp at."
Bazı tefsirciler de, Belkıs'ın tahtını getirenin, bizzat Hz. Süleyman olduğunu ve tahtı taşıma işinin, Hz. Süleyman için bir mucize olduğunu ileri sürenler vardır. Fakat İbn Kesîr ile Süheyli, bu görüşü kabul etmeyip şöyle demişlerdir: "Bu, gerçekten garip bir görüştür. Çünkü sözün akışı, bu görüşü doğrulamaktadır.
Hz. Süleyman, Belkıs'ın uyanıklılığını ve kavrayış derecesini ölçmek için (maiyetindekilere,) tahtın bazı yerlerini değiştirmelerini emretti. Belkıs (tahtın önüne) gelince, taht, dış görünüşü garip bir şekilde değişmiş olarak getirilip tahtı Belkıs'a takdim edilip ona:
"Bu, senin tahtın mıdır?' diye soruldu. Bunun üzerine Belkıs:
"Tıpkı o" diye cevap verdi.
Bu; Belkıs'ın, çok akıllı ve derin kavrayışlı bir kimse olduğunu göstermektedir. Çünkü Belkıs, tahtını, Yemen'de kapılar ardına kilitlediği için ve hiçbir kimsenin acayip bir şekilde buraya alıp getireceği aklına gelmediği için bu tahtın kendi tahtı olduğunu uzak gördü.
Belkıs, bu parlak delilleri ve harikulade olayları görünce, müslüman oldu ve kavmi ile birlikte bulundukları sapıklıktan da sıyrıldı. Peşi sıra da: "Rabbiml Ben gerçekten (Seni bırakıp güneşe tapmakla) kendime yazık etmişim, Süleyman 'in maiyetinde alenilerin Rabbi Allah'a teslim oldum', dedi." (Nemi: 27/44)
Yüce Allah bu kıssanın tamamını şöyle anlatmaktadır:
"(Sonra Süleyman, maiye tinde kilere:) 'Ey ulular! Onlar teslimiyet gösterip bana gelmeden önce, hanginiz o kraliçenin tahtını bana getirebilir?' dedi. Cinlerden bir ifrit: 'Sen makamından kalkmadan ben onu sana getiririm. Gerçekten bu işe gücüm ve güvenim var' dedi. Kitap'tan ilmi olan bir kimse ise: 'Gözünü açıp kapamadan ben onu sana getiririm' dedi. (Süleyman, kraliçenin) tahtını yanı başına yerleşivermiş görünce, (Süleyman): 'Bu, şükür mü edeceğim? Yoksa nankörlük mü edeceğim? diye beni denemek üzere Rabbimin (gösterdiği) lütfundandır. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur. Nankörlük edene gelince, o bilsin ki, Rabbim, müstağnidir ve çok kerem sahibidir' dedi. (Devamla:) 'Onun tahtını bilemeyeceği bir şekle sokup getirin bakalım tanıyabilecek mi? Yoksa tanımayanlardan mı olacak?' dedi. Kraliçe gelince: 'Senin tahtın da böyle mi?' dendi. O da: 'Tıpkı ol Zaten bize daha' önce bilgi verilmiş ve biz teslimiyet göstermiştik. Belkıs 'ı, Allah 'tan başka taptığı şeyler ( o zamana kadar tevhid dinine girmekten) alıkoymuştu. Çünkü kendisi, inkarcı bir kavimdendi. Ona: 'Köşke gir!' dendi. Kraliçe onu görünce, derin bir su sandı ve eteğini çekti. Süleyman: 'Bu, billurdan yapılmış şeffaf bir zemindir' dedi. Kraliçe de: 'Rabbim! Ben gerçekten (Seni bırakıp güneşe tapmakla) kendime yazık etmişim. Süleyman 'in maiyetinde alemlerin Rabbi Allah'a teslim oldum' dedi.
Hz. Süleyman (a.s)'ın, Sebe' Kraliçesi Belki s İle Olan Kıssası:
Kur'ân-ı Kerîm, bize, Sebe' kraliçesiyle aralarında geçen kıssayı anlatmıştır.
Bu kıssadan; hükümdarlar ve büyük kimseler için ince bir anlam olduğu, hükümranlığının Beytü'l-Makdis'ten Yemen sınırlarına kadar geniş olup hükümdarların ve kralların ona boyun eğdiğini, hükümdarlığını İslama davet aracı olarak kullandığını; hiçbir kafir hükümdar, zorba kral ve güçlü bir sultan bırakmaksızın hepsini Allah'ın dinine girmeye davet ettiğini, bunlardan her kim de bu daveti kabul etmemişse ona karşı kılıcı güzel bir hakem olarak kullandığını, böylece Allah'ın dinini dünyanın her bölgesine ve her yanma yaydığını bildirme yer almaktadır.
Ordusunun; insanlardan, cinlerden ile kuşlardan oluştuğunu, bunlardan her birinin ayrı bir görevi olduğunu ve bunların hepsinin, orduların hükümdarlarına yaptığı gibi, Hz. Süleyman'ın yanında her an hazır olduklarını ve nöbet tuttuklarını daha önce belirtmiştik.
Abdullah ibn Abbas'm belirttiği üzere; Hüdhüd kuşunun görevi de, sefer esnasında ıssız çöllerde ve yerin altında (Hz. Süleyman ve ordusu suya ihtiyaç, duydukları zaman onlar için) su arayıp bulmaktı. Bu sebeple (Allah'ın ona verdiği bir güç sayesinde) bu gibi yerlere gider ve onlar için su var mıdır? diye bakmırdı.
Hz. Süleyman, bir gün kuşları teftiş etti. Hüdhüd kuşunu göremedi. Hüdhüd'ün yerinde olmamasını, bir suç saydı. Bu kayboluşunun sebebi ile ilgili geçerli bir mazeret getirmediği taktirde onu keseceğini, ya da ona azab edeceğini söyledi. Hüdhüd çıkıp gelince, ona, kaybolup gidişinin nedenini sordu. Hüdhüd ise; Yemen'in Sebe' beldesinde olduğunu, orada Bel-kıs adında bir kraliçe olduğunu, bu kraliçenin orada bulunan halka hükmettiğini, kendisinin çeşitli mücevherlerle süslü büyük bir tahtının olduğunu, kraliçenin ve ahalisinin Allah'ı bırakıp güneşe tapan ve secde eden putperest bir topluluk olduğunu ve bu büyük memleketin durumu ile içerisinde Allah'ı bırakıp inkarcı putperest olan topluluklar ile ilgili haberleri anlattı.
Hz. Süleyman (a,s), bu habere şaşırdı. Çünkü dün ya da Allah'tan başkasına tapan nasıl bulunabilirdi? Hüdhüd'ün, doğru mu yoksa yalan mı söylediğini anlamak için onu denemek istedi. Bunun için kraliçe Belkıs'a götürmesi için ona bir mektup verdi.
Hüdhüd mektubu Yemen'e götürüp Beîkıs'ın yatağının üzerine bıraktı. Mektupta; Belkıs'ı Allah'a ve peygamberine itaat etme ve Hz. Süleyman'ın hükümranlığı ile otoritesine karşı baş eğip kabullenme ve boyun eğme yer almaktaydı.
Kraliçe mektubu alıp açtı. İçerisinde şu yazılı idi:
"Bu mektup, Süleyman'dandır. Bismillahirrahmanirrahim (Rahman ve Rahim Allah'ın adıyla başlamaktadır). 'Bana karşı baş kaldırmayın. Teslimiyet göstererek bana gelin' diye (yazmaktadır).
Kraliçe, mektuba tek başına cevap vermek istemedi. Devlet adamlarını, vezirlerini ve danışmanlarını toplayıp onlara mektubun mahiyetini ve içerisinde sert bir üslubun yer aldığını bildirdi. Bunun üzerine içlerinde üstünlük duyguları kabarıp kraliçeye:
"Biz, güçlü ve kuvvetli kimseleriz. Zorlu savaş erleriyiz. Emir ise senindir. Artık ne emredeceğini düşün taşın" dediler.
Kraliçe Belkıs, zeki ve akıllı bir kimse olup meseleyi akıllıca düşündü. Adamlarının güç ve üstünlükleri ile ilgili söylediklerine aldanmadı. Onlara:
- "Hükümdarlar, bir memlekete girdikleri zaman orasını harap ederler" dedi.
Yüce Allah bu konu ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:
"Kraliçe: 'Hükümdarlar bir memlekete girdiler mi, orayı perişan ederler ve halkının ileri gelenlerini hakir hale getirirler. Herhalde onlar da böyle yapacaklardır' dedi.
Onlara başka bir görüş sundu. Çünkü ansızın karşısına çıkan bu meseleyi çözmeye daha yakın bir yol bulmuştu. Bu da, Süleyman'a, hediye gönderecek, böylece ona yaltaklanacak, bu hediye nedeniyle isteğinden vazgeçip vazgeçmediğini öğrenmiş olacak, bu hediyeyi de zeki adamlarıyla gönderip Süleyman'ın kuvvetleri hakkında bilgi edinmiş olacak ve oradan gelecek haberler ışığında ne yapması gerektiğine karar verecekti.
Üstad Abdulvahhab en-Neccâr "Kasasu'I-Enbiyâ" adlı kitabında bu konu ile ilgili olarak şöyle der:
"Açıktır ki; Belkıs, elçileri aracılığıyla, haksız yere tehdit mektubu gönderen ve kendisine tereddütsüz bir şekilde boyun eğerek gelmesini isteyen bu hükümdarın durumunu öğrenmek için hediye göndermek istemektedir... Daha sonra elçiler, Belkıs'a; Süleyman'ın gerçek yönü, emri altındaki askeri kuvvetler ve onun emrine boyun eğmediği taktirde ona karşı hile yoluyla üstün gelmesinin mümkün olmadığı ile ilgili bol bilgilerle döndüler. Böylece Belkıs, elde edeceği kanıta göre davranacaktı. Hatta bir iş yapmak istediğinde, sonuçlarını araştırdıktan sonra o işi yapardı.
Elçiler, Süleyman (a.s)'a hediye ile gelince, Hz. Süleyman, hediyeyi kabul etmeyip onlara; kendisinin güzel bir durumda olduğunu, servetinin; kraliçenin ve ahalisininkinden daha çok olduğu ve bu sebeple de getirdiği mallara ihtiyacı olmadığını söyledi. Ayrıca kraliçe ve halk, yapılan daveti kabul etmedikleri taktirde ordularını, onların şehirlerine göndereceğini, onların ise buna güçlerinin yetmeyeceğini, aşağılık ve hakir bir şekilde şehirlerinden çıkarılacağını belirtti.
Elçiler kraliçeye geri dönüp geldiler. Ona; Süleyman'ın hükümranlığının büyüklüğü, ordusunun çokluğu ve kuvvetinin fazlalığı ile ilgili gördüklerini anlattılar. Ayrıca gönderilen hediyeyi kabul etmediğini, dostluk kurmak istemediğini ve muhteşem ordusuyla bu ülkelere saldırmaya kararlı olduğunu bildirdiler. Bunun üzerine kraliçe, teslim olmaya ve boyun eğmeye karar verdi. Yol hazırlıklarını yaptırıp bir grup adamıyla birlikte Süleyman' a gitmek üzere yola çıktı...
Yüce Allah bu kıssanın tamamını şöyle anlatmaktadır.
"(Süleyman) kuşları gözden geçirdikten sonra: 'Hüdhüd'ü niçin göremiyorum? Yoksa kayıplara mı karıştı? Ya bana (mazeretini gösteren) apaçık bir delil getirecek ya da mutlaka onu şiddetli bir azaba uğratacağım ya da boğazlayacağım' dedi. Çok geçmeden(Hüdhüd) gelip: 'Ben, senin bilmediğin bir şeyi öğrendim. Sebe 'den sana çok doğru (ve önemli) bir haber getirdim. Gerçekten, onlara (Sebe 'lilere) hükümdarlık eden, kendisine her türlü imkan verilmiş ve büyük bir tahta sahip olan bir kadınla karşılaştım. Onun ve kavminin, Allah'ı bırakıp güneşe secde ettiklerini gördüm. Şeytan, kendilerine yaptıklarını süslü göstermiş de onları doğru yoldan ah koymuş. Bunun için hidayete giremiyorlar. Göklerde ve yerde gizleneni açığa çıkaran, gizlediğiniz ve açıkladığınızı bilen Allah 'a secde etmezler. (Halbuki) O, çok büyük arşın sahibi Allah'tan başka tapılacak yoktur' dedi. (Süleyman, Hüdhüd'e) 'Doğru mu söyledin, yoksa yalancılardan mısın? bakacağım. Şu mektubu götür, onu kendilerine ver. Sonra onlardan biraz çekil de ne sonuca varacaklarına bak' dedi. (Süleyman'ın mektubunu alan Sebe kraliçesi:) 'Beyler, ulular! Bana çok önemli bir mektup bırakıldı' dedi. Mektup, Süleyman 'dandır.
Bismillahirrahmanirrahim (Rahman ve Rahim Allah'ın adıyla başlamaktadır). 'Bana karşı baş kaldırmayın. Teslimiyet göstererek bana gelin' diye (yazmaktadır), (Kraliçe devamla:) 'Beyler, ulular! Bu işimde bana bir fikir verin. (Bilirsiniz ki) siz yanımda olmadan hiçbir işi kestirip atmam' dedi. Onlar: 'Biz, güçlü ve kuvvetli kimseleriz. Zorlu savaş erleriyiz. Emir ise senindir. Artık ne emredeceğini düşün taşın' diye cevap verdiler. Kraliçe: 'Hükümdarlar bir memlekete girdiler mi, orayı perişan ederler ve halkının ileri gelenlerini hakir hale getirirler. Herhalde onlar da böyle yapacaklardır. Ben (şimdi) onlara bir hediye göndereyim de, bakayım elçiler ne (gibi bir sonuç) ile dönecekler' dedi. (Elçiler, Süleyman'a hediye ile) gelince, Süleyman, onlara: 'Siz bana mal ile yardım mı etmek istiyorsunuz? Allah 'm bana verdiği, size verdiğinden daha iyidir. Ama siz, hediyenizle böbürlenirsiniz- (Ey elçiler!) Onlara var (söyle). İyi bilsinler ki, kendilerine asla karşı koyamayacakları ordularla gelir. Onları, muhakkak surette hor ve hakir halde oradan çıkarırız' dedi.
Hz. Süleyman, Sebe' kraliçesinin, kendisini ziyarete geldiğini öğrenince, ülkesinin merkezinde camdan yapılma büyük bir köşk yaptırdı. (Köşkün giriş kısmında Belkıs'in) geçeceği yere su döktürmüş, suyun üzerini de camla kapatmıştı. Üzeri camla kapatılan bu giriş kısmının altındaki suya, balık ile diğer su hayvanlarını yerleştirmişti. Camla kaplı havuzu görenlere derin bir su imajı veriyordu...
Daha sonra Hz. Süleyman, kendi tahtında oturdu. Belkıs köşke girince, yolu üzerinde su olduğunu düşünerek eteğini yukarı doğru çekti. Süleyman, ona:
- 'Bu, camdan yapılmış şeffaf bir zemindir' dedi.
İşte bu, Yemenliler için bir benzeri daha görülmemiş muazzam bir şeydi.
Hz. Süleyman, Belkıs'a; egemenliğinin ve saltanatının delillerini ortaya koymak ve rüyalarda dahi göremediğini bizzat gözleriyle görmesini sağlamak istedi... Bu da; kraliçenin güzel tahtını, bu köşkte onun üzerinde oturmasını sağlamak için tahtını getirmesiydi. Bunun için askerlerine, Belkıs'ın tahtını kendisine getirecek güçlü bir kimseyi söylemelerini emretti. Bunun üzerine cinlerden bir ifrit seçildi. Bu ifrit, Hz. Süleyman'a, yarım günü geçmeyecek kadar kısa bir zamanda tahtı getirmeye gücünün yeteceğini bildirdi.
Orada velayetiyle meşhur, ilim ve iman sahibi bir kimse,, Hz. Süleyman 'a: "Gözünü açıp kapamadan, ben, sana onu getiririm" dedi. (Nemi: 27/40) Bir de baktı ki taht, yanı başında hazır bir vaziyette duruyordu. Tefsircilerin kaydettiğine göre; bu zat, Âsaf b. Barhiyâ'dır. O, Hz. Süleyman'ın teyzesinin oğludur. Velayet ve doğru sözlü bir kimsedir. Bu da, onun ke-rametindendir. Kerametler ise, Allah'ın veli kullar için sabittir. Bu tür kerametleri, ancak kibirli kimseler kabul etmez.
(Üstad el-Lukkânî) "Cevhere'Me denilir ki: "Velilerin kerameti, sabittir. Kim velilerin kerametini inkar ederse, sözünü fırlatıp at."
Bazı tefsirciler de, Belkıs'ın tahtını getirenin, bizzat Hz. Süleyman olduğunu ve tahtı taşıma işinin, Hz. Süleyman için bir mucize olduğunu ileri sürenler vardır. Fakat İbn Kesîr ile Süheyli, bu görüşü kabul etmeyip şöyle demişlerdir: "Bu, gerçekten garip bir görüştür. Çünkü sözün akışı, bu görüşü doğrulamaktadır.
Hz. Süleyman, Belkıs'ın uyanıklılığını ve kavrayış derecesini ölçmek için (maiyetindekilere,) tahtın bazı yerlerini değiştirmelerini emretti. Belkıs (tahtın önüne) gelince, taht, dış görünüşü garip bir şekilde değişmiş olarak getirilip tahtı Belkıs'a takdim edilip ona:
"Bu, senin tahtın mıdır?' diye soruldu. Bunun üzerine Belkıs:
"Tıpkı o" diye cevap verdi.
Bu; Belkıs'ın, çok akıllı ve derin kavrayışlı bir kimse olduğunu göstermektedir. Çünkü Belkıs, tahtını, Yemen'de kapılar ardına kilitlediği için ve hiçbir kimsenin acayip bir şekilde buraya alıp getireceği aklına gelmediği için bu tahtın kendi tahtı olduğunu uzak gördü.
Belkıs, bu parlak delilleri ve harikulade olayları görünce, müslüman oldu ve kavmi ile birlikte bulundukları sapıklıktan da sıyrıldı. Peşi sıra da: "Rabbiml Ben gerçekten (Seni bırakıp güneşe tapmakla) kendime yazık etmişim, Süleyman 'in maiyetinde alenilerin Rabbi Allah'a teslim oldum', dedi." (Nemi: 27/44)
Yüce Allah bu kıssanın tamamını şöyle anlatmaktadır:
"(Sonra Süleyman, maiye tinde kilere:) 'Ey ulular! Onlar teslimiyet gösterip bana gelmeden önce, hanginiz o kraliçenin tahtını bana getirebilir?' dedi. Cinlerden bir ifrit: 'Sen makamından kalkmadan ben onu sana getiririm. Gerçekten bu işe gücüm ve güvenim var' dedi. Kitap'tan ilmi olan bir kimse ise: 'Gözünü açıp kapamadan ben onu sana getiririm' dedi. (Süleyman, kraliçenin) tahtını yanı başına yerleşivermiş görünce, (Süleyman): 'Bu, şükür mü edeceğim? Yoksa nankörlük mü edeceğim? diye beni denemek üzere Rabbimin (gösterdiği) lütfundandır. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur. Nankörlük edene gelince, o bilsin ki, Rabbim, müstağnidir ve çok kerem sahibidir' dedi. (Devamla:) 'Onun tahtını bilemeyeceği bir şekle sokup getirin bakalım tanıyabilecek mi? Yoksa tanımayanlardan mı olacak?' dedi. Kraliçe gelince: 'Senin tahtın da böyle mi?' dendi. O da: 'Tıpkı ol Zaten bize daha' önce bilgi verilmiş ve biz teslimiyet göstermiştik. Belkıs 'ı, Allah 'tan başka taptığı şeyler ( o zamana kadar tevhid dinine girmekten) alıkoymuştu. Çünkü kendisi, inkarcı bir kavimdendi. Ona: 'Köşke gir!' dendi. Kraliçe onu görünce, derin bir su sandı ve eteğini çekti. Süleyman: 'Bu, billurdan yapılmış şeffaf bir zemindir' dedi. Kraliçe de: 'Rabbim! Ben gerçekten (Seni bırakıp güneşe tapmakla) kendime yazık etmişim. Süleyman 'in maiyetinde alemlerin Rabbi Allah'a teslim oldum' dedi.
Şeytanla Adamın Konuşması
''AZRAİL'İN BİLE SECDE ETTİĞİ ADAM'' İSMİNİN AÇIKLAMASI İÇİN BU YAZININ ÜZERİNE TIKLA
Şeytanla Adamın Konuşması
Birisi her gece kalkıp Allah’ı anıyor, O’na dua ediyordu.
Şeytan ona dedi:
– Ey devamlı Allah’ı anan kişi! Bütün gece Allah deyip çağırmana, yakarman karşılık seni buyur eden var mı ki?
Sana bir tek cevap bile gelmedi, daha ne zamana kadar böyle yakarıp dua edeceksin?Adamın gönlü kırıldı, başını yere koydu ve hüzün içinde uyudu.
Rüyasında ona şöyle dendi:
– Kendine gel uyan! Niye duayı, zikri bıraktın? Neden usandın?
Adam:
– Buyur diye bir cevap gelmiyor ki… Artık kapıdan kovulmaktan korkuyorum, dedi.
Bunun üzerine dendi ki ona:
– Senin Allah demen, O’nun buyur demesi sayesindedir. Senin yalvarışın, Allah’ın senin ruhuna haber uçurmasındandır.
Senin çabaların, çareler araman, Allah’ın seni kendine yaklaştırması, ayaklarındaki bağları çözmesindendir.
Senin korkun, sevgin, ümidin, Allah’ın lütuf kemendidir. Senin her Yarabbi demenin altında, Allah’ın buyur demesi vardır..
Gafilin, cahilin gönlü bu duadan uzaktır. Çünkü Yarabbi demeye izin yok ona. Ağzında da kilit var onun, dilinde de…
Zarara uğradığı zaman, ağlayıp sızlamasın diye Allah ona dert, ağrı, sızı, gam, keder vermedi. Artık anla ki, Allah’a dua etmeni, O’nu çağırmanı sağlayan dert, Dünya saltanatından daha iyidir. Dertsiz dua soğuktur. Dertliyken yapılan dua ise gönülden kopar…
Hz. Süleyman Peygamberin Üstün Hüküm Verme Kabiliyeti
''AZRAİL'İN BİLE SECDE ETTİĞİ ADAM'' İSMİNİN AÇIKLAMASI İÇİN BU YAZININ ÜZERİNE TIKLA
Hz. Süleyman üstün zekası gibi doğru hüküm verme konusunda da maharetliydi.
Hz.Süleymân (a.s)'ın (Adaletli) Hüküm Vermesi:
Hz. Dâvud (a.s), oğlu Süleyman'a; kendisinin yerine hükümdar olmasını vasiyet etti.
Hz. Dâvud (a.s) ölünce, Hz. Süleyman (a.s) 12 yaşında hükümdar oldu.
İbnü'1-Esîr ise, "el-Kânıil" adlı eserinde; Hz. Süleyman (a.s)'in, 13 yaşındayken hükümdarlığa geçtiğini kaydetmektedir.
Hz. Süleyman (a.s); yaşının küçük olmasına rağmen üstün akıl ve zeka sahibi birisi idi. Organizasyonu ve yönelimi güzeldi. Çünkü Allah, ona, daha küçükken bile hüküm verme ve güzel yargılama kabiliyeti vermişti. Kur'ân-ı Kerîm, onun bu üstün özellik ve zekasının bir kısmından bahsetmektedir. Bu olay, babası Hz. Davud'a bir fetva sorulması sırasında gerçekleşmiştir. Bu olay hakkında; babası başka bir şekilde ve Hz. Süleyman ise bir başka şekilde cevap verdi. Fakat Hz. Süleyman'ın cevabı, hakkı daha iyi ihtiva ediyor ve doğruya daha yakın idi. Yüce Allah bu konu ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:
"Bir zaman Dâvud ve Süleyman, bir ekin konusunda hüküm veriyorlardı: Bir grup insanın koyun sürüsü, geceleyin başıboş bir vaziyette bu ekin (tarlasının) içine dağılıp (ekine) zarar vermişti. Biz, onların (bu konuda verdikleri) hükmü görüp bilmekte idik. (Fetvayı) bu (şekilde vermeyi) Süleyman'a Biz bildirdik. Çünkü Biz, Davud'a ve Süleyman'a, hüküm (peygamberlik, hükümdarlık) ve ilim verdik."
Yüce Allah'ın, "(Fetvayı) bu (şekilde vermeyi) Süleyman'a Biz bildirdik" ifadesi; Süleyman'ın verdiği hükmün, daha doğru olduğunu gösterir.
"Çünkü Biz, Davud'a ve Süleyman'a, 'hüküm' (adaletli hüküm verme kabiliyeti = hükümranlık) ve 'ilim' verdik ifadesi ise; onların her ikisinin de, Allah tarafından bahşedilmiş hüküm ve ilim sahibi olduklarını gösterir.
Tefsirciler, bu olayı detaylı bir şekilde şöyle anlatmaktadırlar: Bir adamın koyunları bir gece vakti bir kavmin ekin tarlasına girip orada bulunan ekinleri yemişler ve ekinleri yok etmişler. Davalı taraf, Süleyman'ında orada olduğu bir sırada Dâvud peygambere gelip olayı olduğu gibi ona anlatmışlar. Bunun üzerine Dâvud Peygamber, koyunları, geceleyin telef edilen ekinin yerine tarla sahibine verilmesine karar verdi. O
sırada 11 yaşında olan Süleyman Peygamber bu kararın dışında şöyle bir karar belirtmiş:
"Koyunları, ekin sahibine ver. Onların sütlerinden, yavrularından ve yünlerinden faydalansınlar. Ekin tarlasını da, koyun sahibine ver. Eski haline gelinceye kadar onu ıslah edip düzeltsin.
Bu karar, her iki taraf içinde daha iyi idi. Çünkü bunun sonucunda; koyun sahibi, koyunlarına sahip olacak ve tarla sahibi de, tarlasına sahip olacaktı.
Yine Hz. Süleyman'ın hüküm ve karar vermedeki görüşünün doğruluğu ile ilgili Buhârî ile Müslim'de, Resulullah (s.a.v)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir:
"(Dâvud Peygamber döneminde) iki kadın vardı. Bunların iki de oğlu vardı. Bir kurt gelerek birinin oğlunu götürdü. Büyük olan kadın, küçük olana:
- 'Kurt senin çocuğunu götürdü' dedi. Küçük olan kadın ise:
- 'Hayır, senin oğlunu götürdü' dedi. Aralarında anlaşamayınca, Dâvud peygambere başvurdular. Dâvud Peygamber, çocuğun büyük kadına ait olduğuna karar verdi. Bunun üzerine bu iki kadın, (daha iyi bir sonuç almak için) Süleyman peygamberin yanına gittiler. Süleyman Peygamber (onların davalarını dinledikten sonra):
- 'Bana bir bıçak getirin, çocuğu ikiye bölüp aranızda bölüştüreceğim' dedi. Küçük olan kadın:
- 'Yapma. Allah aşkına, çocuk onun olsun' dedi.
Bunun üzerine Süleyman Peygamber, çocuğu, küçük kadına verdi
3 Temmuz 2015 Cuma
BİZİ YETİM BIRAKMA ALLAH'IM
''AZRAİL'İN BİLE SECDE ETTİĞİ ADAM'' İSMİNİN AÇIKLAMASI İÇİN BU YAZININ ÜZERİNE TIKLA
Allah'ım sen bizi yetim bırakma,
Hem Anamız hem Babamızsın,
Bizi senden mahrum bırakma,
Bizi senden yetim bırakma,
Allah'ım yetimleri de yetim bırakma,
Bizler sana muhtacız sensiz yapamayız,
Anamızı babamızı sevdiklerimizi bırakma,
Bizi sensiz öksüz yetim bırakma....
BAHADIR ÇAKIR
1 Temmuz 2015 Çarşamba
Bir Tek Sen Varsın Sevgilim
''AZRAİL'İN BİLE SECDE ETTİĞİ ADAM'' İSMİNİN AÇIKLAMASI İÇİN BU YAZININ ÜZERİNE TIKLA
Bir Tek Sen Varsın Sevgilim
Aşkın ile kavruldum, yoluna düştüm yok oldum,
Seni kendinde bulan, aşıklar sende hiç oldular,
Hiçlikle yoğruldular, orada seni sevgili bildiler,
Bilen aşıkların, gönüllerinde seni buldular,
Seni kendinde bulan, aşıklar sende hiç oldular,
Hiçlikle yoğruldular, orada seni sevgili bildiler,
Bilen aşıkların, gönüllerinde seni buldular,
Bil, bul, ol üç aşamaydı, seninle olmak sevgilim,
Ey güzel sevgilim, bu gönülde senin bende seninim,
Gören ve görünen, her şey senindir sevgilim.
Her şey senindir, inkar eden vallahi nankördür.
Ey güzel sevgilim, bu gönülde senin bende seninim,
Gören ve görünen, her şey senindir sevgilim.
Her şey senindir, inkar eden vallahi nankördür.
Seni murat edenler kendilerini unutmalı,
Seni dileyen gönüller kendinden vazgeçmeli,
Seni bilmek isteyenler kendi varlığından vazgeçmeli,
Seninle birleşmek isteyenler yok olmayı göze almalı,
Seni dileyen gönüller kendinden vazgeçmeli,
Seni bilmek isteyenler kendi varlığından vazgeçmeli,
Seninle birleşmek isteyenler yok olmayı göze almalı,
Aşkın ile gözlerim kör olmuş, kulaklarım sağır olmuş,
Gören kim, duyan kim, kendini bilmez olmuş,
Bu gönül seninle iken başkasını bilmez olmuş,
Hiçbir şey yok ki bir tek sen varsın sevgilim,
Gören kim, duyan kim, kendini bilmez olmuş,
Bu gönül seninle iken başkasını bilmez olmuş,
Hiçbir şey yok ki bir tek sen varsın sevgilim,
BAHADIR ÇAKIR
Kaydol:
Yorumlar (Atom)
