5 Temmuz 2015 Pazar

Hz. Süleyman (a.s)'ın, Sebe' Kraliçesi Belki s İle Olan Kıssası

''AZRAİL'İN BİLE SECDE ETTİĞİ ADAM'' İSMİNİN AÇIKLAMASI İÇİN BU YAZININ ÜZERİNE TIKLA






Hz. Süleyman (a.s)'ın, Sebe' Kraliçesi Belki s İle Olan Kıssası:

Kur'ân-ı Kerîm, bize, Sebe' kraliçesiyle aralarında geçen kıssayı anlatmıştır.
Bu kıssadan; hükümdarlar ve büyük kimseler için ince bir anlam olduğu, hükümranlığının Beytü'l-Makdis'ten Yemen sınırlarına kadar geniş olup hükümdarların ve kralların ona boyun eğdiğini, hükümdarlığını İslama davet aracı olarak kul­landığını; hiçbir kafir hükümdar, zorba kral ve güçlü bir sultan bırakmaksızın hepsini Allah'ın dinine girmeye davet ettiğini, bunlardan her kim de bu daveti kabul etmemişse ona karşı kı­lıcı güzel bir hakem olarak kullandığını, böylece Allah'ın di­nini dünyanın her bölgesine ve her yanma yaydığını bildirme yer almaktadır.
Ordusunun; insanlardan, cinlerden ile kuşlardan oluştuğu­nu, bunlardan her birinin ayrı bir görevi olduğunu ve bunların hepsinin, orduların hükümdarlarına yaptığı gibi, Hz. Süley­man'ın yanında her an hazır olduklarını ve nöbet tuttuklarını daha önce belirtmiştik.
Abdullah ibn Abbas'm belirttiği üzere; Hüdhüd kuşunun görevi de, sefer esnasında ıssız çöllerde ve yerin altında (Hz. Süleyman ve ordusu suya ihtiyaç, duydukları zaman onlar için) su arayıp bulmaktı. Bu sebeple (Allah'ın ona verdiği bir güç sayesinde) bu gibi yerlere gider ve onlar için su var mıdır? di­ye bakmırdı.
Hz. Süleyman, bir gün kuşları teftiş etti. Hüdhüd kuşunu göremedi. Hüdhüd'ün yerinde olmamasını, bir suç saydı. Bu kayboluşunun sebebi ile ilgili geçerli bir mazeret getirmediği taktirde onu keseceğini, ya da ona azab edeceğini söyledi. Hüdhüd çıkıp gelince, ona, kaybolup gidişinin nedenini sordu. Hüdhüd ise; Yemen'in Sebe' beldesinde olduğunu, orada Bel-kıs adında bir kraliçe olduğunu, bu kraliçenin orada bulunan halka hükmettiğini, kendisinin çeşitli mücevherlerle süslü bü­yük bir tahtının olduğunu, kraliçenin ve ahalisinin Allah'ı bı­rakıp güneşe tapan ve secde eden putperest bir topluluk oldu­ğunu ve bu büyük memleketin durumu ile içerisinde Allah'ı bırakıp inkarcı putperest olan topluluklar ile ilgili haberleri anlattı.
Hz. Süleyman (a,s), bu habere şaşırdı. Çünkü dün ya da Allah'tan başkasına tapan nasıl bulunabilirdi? Hüdhüd'ün, doğru mu yoksa yalan mı söylediğini anlamak için onu dene­mek istedi. Bunun için kraliçe Belkıs'a götürmesi için ona bir mektup verdi.
Hüdhüd mektubu Yemen'e götürüp Beîkıs'ın yatağının üzerine bıraktı. Mektupta; Belkıs'ı Allah'a ve peygamberine itaat etme ve Hz. Süleyman'ın hükümranlığı ile otoritesine karşı baş eğip kabullenme ve boyun eğme yer almaktaydı.
Kraliçe mektubu alıp açtı. İçerisinde şu yazılı idi:
"Bu mektup, Süleyman'dandır. Bismillahirrahmanirrahim (Rahman ve Rahim Allah'ın adıyla başlamaktadır). 'Bana kar­şı baş kaldırmayın. Teslimiyet göstererek bana gelin' diye (yazmaktadır).
Kraliçe, mektuba tek başına cevap vermek istemedi. Dev­let adamlarını, vezirlerini ve danışmanlarını toplayıp onlara mektubun mahiyetini ve içerisinde sert bir üslubun yer aldığını bildirdi. Bunun üzerine içlerinde üstünlük duyguları kabarıp kraliçeye:
"Biz, güçlü ve kuvvetli kimseleriz. Zorlu savaş erleriyiz. Emir ise senindir. Artık ne emredeceğini düşün taşın" dediler.
Kraliçe Belkıs, zeki ve akıllı bir kimse olup meseleyi akıl­lıca düşündü. Adamlarının güç ve üstünlükleri ile ilgili söyle­diklerine aldanmadı. Onlara:
- "Hükümdarlar, bir memlekete girdikleri zaman orasını harap ederler" dedi.
Yüce Allah bu konu ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:
"Kraliçe: 'Hükümdarlar bir memlekete girdiler mi, orayı perişan ederler ve halkının ileri gelenlerini hakir hale getirir­ler. Herhalde onlar da böyle yapacaklardır' dedi.
Onlara başka bir görüş sundu. Çünkü ansızın karşısına çı­kan bu meseleyi çözmeye daha yakın bir yol bulmuştu. Bu da, Süleyman'a, hediye gönderecek, böylece ona yaltaklanacak, bu hediye nedeniyle isteğinden vazgeçip vazgeçmediğini öğ­renmiş olacak, bu hediyeyi de zeki adamlarıyla gönderip Sü­leyman'ın kuvvetleri hakkında bilgi edinmiş olacak ve oradan gelecek haberler ışığında ne yapması gerektiğine karar vere­cekti.
Üstad Abdulvahhab en-Neccâr "Kasasu'I-Enbiyâ" adlı kitabında bu konu ile ilgili olarak şöyle der:
"Açıktır ki; Belkıs, elçileri aracılığıyla, haksız yere tehdit mektubu gönderen ve kendisine tereddütsüz bir şekilde boyun eğerek gelmesini isteyen bu hükümdarın durumunu öğrenmek için hediye göndermek istemektedir... Daha sonra elçiler, Belkıs'a; Süleyman'ın gerçek yönü, emri altındaki askeri kuvvet­ler ve onun emrine boyun eğmediği taktirde ona karşı hile yo­luyla üstün gelmesinin mümkün olmadığı ile ilgili bol bilgiler­le döndüler. Böylece Belkıs, elde edeceği kanıta göre davrana­caktı. Hatta bir iş yapmak istediğinde, sonuçlarını araştırdıktan sonra o işi yapardı.
Elçiler, Süleyman (a.s)'a hediye ile gelince, Hz. Süley­man, hediyeyi kabul etmeyip onlara; kendisinin güzel bir du­rumda olduğunu, servetinin; kraliçenin ve ahalisininkinden daha çok olduğu ve bu sebeple de getirdiği mallara ihtiyacı olmadığını söyledi. Ayrıca kraliçe ve halk, yapılan daveti ka­bul etmedikleri taktirde ordularını, onların şehirlerine gönde­receğini, onların ise buna güçlerinin yetmeyeceğini, aşağılık ve hakir bir şekilde şehirlerinden çıkarılacağını belirtti.
Elçiler kraliçeye geri dönüp geldiler. Ona; Süleyman'ın hükümranlığının büyüklüğü, ordusunun çokluğu ve kuvvetinin fazlalığı ile ilgili gördüklerini anlattılar. Ayrıca gönderilen he­diyeyi kabul etmediğini, dostluk kurmak istemediğini ve muh­teşem ordusuyla bu ülkelere saldırmaya kararlı olduğunu bil­dirdiler. Bunun üzerine kraliçe, teslim olmaya ve boyun eğme­ye karar verdi. Yol hazırlıklarını yaptırıp bir grup adamıyla birlikte Süleyman' a gitmek üzere yola çıktı...
Yüce Allah bu kıssanın tamamını şöyle anlatmaktadır.
"(Süleyman) kuşları gözden geçirdikten sonra: 'Hüdhüd'ü niçin göremiyorum? Yoksa kayıplara mı karıştı? Ya bana (ma­zeretini gösteren) apaçık bir delil getirecek ya da mutlaka onu şiddetli bir azaba uğratacağım ya da boğazlayacağım' dedi. Çok geçmeden(Hüdhüd) gelip: 'Ben, senin bilmediğin bir şeyi öğrendim. Sebe 'den sana çok doğru (ve önemli) bir haber ge­tirdim. Gerçekten, onlara (Sebe 'lilere) hükümdarlık eden, kendisine her türlü imkan verilmiş ve büyük bir tahta sahip olan bir kadınla karşılaştım. Onun ve kavminin, Allah'ı bıra­kıp güneşe secde ettiklerini gördüm. Şeytan, kendilerine yap­tıklarını süslü göstermiş de onları doğru yoldan ah koymuş. Bunun için hidayete giremiyorlar. Göklerde ve yerde gizleneni açığa çıkaran, gizlediğiniz ve açıkladığınızı bilen Allah 'a sec­de etmezler. (Halbuki) O, çok büyük arşın sahibi Allah'tan başka tapılacak yoktur' dedi. (Süleyman, Hüdhüd'e) 'Doğru mu söyledin, yoksa yalancılardan mısın? bakacağım. Şu mek­tubu götür, onu kendilerine ver. Sonra onlardan biraz çekil de ne sonuca varacaklarına bak' dedi. (Süleyman'ın mektubunu alan Sebe kraliçesi:) 'Beyler, ulular! Bana çok önemli bir mektup bırakıldı' dedi. Mektup, Süleyman 'dandır.
Bismillahirrahmanirrahim (Rahman ve Rahim Allah'ın adıyla başlamaktadır). 'Bana karşı baş kaldırmayın. Teslimi­yet göstererek bana gelin' diye (yazmaktadır), (Kraliçe devam­la:) 'Beyler, ulular! Bu işimde bana bir fikir verin. (Bilirsiniz ki) siz yanımda olmadan hiçbir işi kestirip atmam' dedi. On­lar: 'Biz, güçlü ve kuvvetli kimseleriz. Zorlu savaş erleriyiz. Emir ise senindir. Artık ne emredeceğini düşün taşın' diye ce­vap verdiler. Kraliçe: 'Hükümdarlar bir memlekete girdiler mi, orayı perişan ederler ve halkının ileri gelenlerini hakir ha­le getirirler. Herhalde onlar da böyle yapacaklardır. Ben (şimdi) onlara bir hediye göndereyim de, bakayım elçiler ne (gibi bir sonuç) ile dönecekler' dedi. (Elçiler, Süleyman'a he­diye ile) gelince, Süleyman, onlara: 'Siz bana mal ile yardım mı etmek istiyorsunuz? Allah 'm bana verdiği, size verdiğinden daha iyidir. Ama siz, hediyenizle böbürlenirsiniz- (Ey elçiler!) Onlara var (söyle). İyi bilsinler ki, kendilerine asla karşı ko­yamayacakları ordularla gelir. Onları, muhakkak surette hor ve hakir halde oradan çıkarırız' dedi.
Hz. Süleyman, Sebe' kraliçesinin, kendisini ziyarete gel­diğini öğrenince, ülkesinin merkezinde camdan yapılma büyük bir köşk yaptırdı. (Köşkün giriş kısmında Belkıs'in) geçeceği yere su döktürmüş, suyun üzerini de camla kapatmıştı. Üzeri camla kapatılan bu giriş kısmının altındaki suya, balık ile diğer su hayvanlarını yerleştirmişti. Camla kaplı havuzu görenlere derin bir su imajı veriyordu...
Daha sonra Hz. Süleyman, kendi tahtında oturdu. Belkıs köşke girince, yolu üzerinde su olduğunu düşünerek eteğini yukarı doğru çekti. Süleyman, ona:
- 'Bu, camdan yapılmış şeffaf bir zemindir' dedi.
İşte bu, Yemenliler için bir benzeri daha görülmemiş mu­azzam bir şeydi.
Hz. Süleyman, Belkıs'a; egemenliğinin ve saltanatının de­lillerini ortaya koymak ve rüyalarda dahi göremediğini bizzat gözleriyle görmesini sağlamak istedi... Bu da; kraliçenin güzel tahtını, bu köşkte onun üzerinde oturmasını sağlamak için tah­tını getirmesiydi. Bunun için askerlerine, Belkıs'ın tahtını kendisine getirecek güçlü bir kimseyi söylemelerini emretti. Bunun üzerine cinlerden bir ifrit seçildi. Bu ifrit, Hz. Süley­man'a, yarım günü geçmeyecek kadar kısa bir zamanda tahtı getirmeye gücünün yeteceğini bildirdi.
Orada velayetiyle meşhur, ilim ve iman sahibi bir kimse,, Hz. Süleyman 'a: "Gözünü açıp kapamadan, ben, sana onu getiririm" dedi. (Nemi: 27/40) Bir de baktı ki taht, yanı başın­da hazır bir vaziyette duruyordu. Tefsircilerin kaydettiğine göre; bu zat, Âsaf b. Barhiyâ'dır. O, Hz. Süleyman'ın teyzesinin oğludur. Velayet ve doğru sözlü bir kimsedir. Bu da, onun ke-rametindendir. Kerametler ise, Allah'ın veli kullar için sabittir. Bu tür kerametleri, ancak kibirli kimseler kabul etmez.
(Üstad el-Lukkânî) "Cevhere'Me denilir ki: "Velilerin ke­rameti, sabittir. Kim velilerin kerametini inkar ederse, sözünü fırlatıp at."
Bazı tefsirciler de, Belkıs'ın tahtını getirenin, bizzat Hz. Süleyman olduğunu ve tahtı taşıma işinin, Hz. Süleyman için bir mucize olduğunu ileri sürenler vardır. Fakat İbn Kesîr ile Süheyli, bu görüşü kabul etmeyip şöyle demişlerdir: "Bu, ger­çekten garip bir görüştür. Çünkü sözün akışı, bu görüşü doğru­lamaktadır.
Hz. Süleyman, Belkıs'ın uyanıklılığını ve kavrayış dere­cesini ölçmek için (maiyetindekilere,) tahtın bazı yerlerini de­ğiştirmelerini emretti. Belkıs (tahtın önüne) gelince, taht, dış görünüşü garip bir şekilde değişmiş olarak getirilip tahtı Bel­kıs'a takdim edilip ona:
"Bu, senin tahtın mıdır?' diye soruldu. Bunun üzerine Belkıs:
"Tıpkı o" diye cevap verdi.
Bu; Belkıs'ın, çok akıllı ve derin kavrayışlı bir kimse ol­duğunu göstermektedir. Çünkü Belkıs, tahtını, Yemen'de kapı­lar ardına kilitlediği için ve hiçbir kimsenin acayip bir şekilde buraya alıp getireceği aklına gelmediği için bu tahtın kendi tahtı olduğunu uzak gördü.
Belkıs, bu parlak delilleri ve harikulade olayları görünce, müslüman oldu ve kavmi ile birlikte bulundukları sapıklıktan da sıyrıldı. Peşi sıra da: "Rabbiml Ben gerçekten (Seni bırakıp güneşe tapmakla) kendime yazık etmişim, Süleyman 'in maiyetinde alenilerin Rabbi Allah'a teslim oldum', dedi." (Nemi: 27/44)
Yüce Allah bu kıssanın tamamını şöyle anlatmaktadır:
"(Sonra Süleyman, maiye tinde kilere:) 'Ey ulular! Onlar teslimiyet gösterip bana gelmeden önce, hanginiz o kraliçenin tahtını bana getirebilir?' dedi. Cinlerden bir ifrit: 'Sen maka­mından kalkmadan ben onu sana getiririm. Gerçekten bu işe gücüm ve güvenim var' dedi. Kitap'tan ilmi olan bir kimse ise: 'Gözünü açıp kapamadan ben onu sana getiririm' dedi. (Sü­leyman, kraliçenin) tahtını yanı başına yerleşivermiş görünce, (Süleyman): 'Bu, şükür mü edeceğim? Yoksa nankörlük mü edeceğim? diye beni denemek üzere Rabbimin (gösterdiği) lütfundandır. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur. Nankörlük edene gelince, o bilsin ki, Rabbim, müstağnidir ve çok kerem sahibidir' dedi. (Devamla:) 'Onun tahtını bilemeye­ceği bir şekle sokup getirin bakalım tanıyabilecek mi? Yoksa tanımayanlardan mı olacak?' dedi. Kraliçe gelince: 'Senin tahtın da böyle mi?' dendi. O da: 'Tıpkı ol Zaten bize daha' önce bilgi verilmiş ve biz teslimiyet göstermiştik. Belkıs 'ı, Al­lah 'tan başka taptığı şeyler ( o zamana kadar tevhid dinine girmekten) alıkoymuştu. Çünkü kendisi, inkarcı bir kavimden­di. Ona: 'Köşke gir!' dendi. Kraliçe onu görünce, derin bir su sandı ve eteğini çekti. Süleyman: 'Bu, billurdan yapılmış şeffaf bir zemindir' dedi. Kraliçe de: 'Rabbim! Ben gerçekten (Seni bırakıp güneşe tapmakla) kendime yazık etmişim. Süleyman 'in maiyetinde alemlerin Rabbi Allah'a teslim oldum' dedi.