Evrende hiçbir şey tesadüf değildir.Buradaysanız burada olmanız gerektiği içindir.
18 Nisan 2013 Perşembe
KÜRESELLEŞME NEDİR?
İÇİNDEKİLER BÖLÜMÜ
KÜRESELLEŞME KAVRAMININ ORTAYA ÇIKIŞI
Küreselleşme Nedir?
GİDDENS KÜRESELLEŞME NASIL TANIMLAMAKTADIR?
Wallerstein ve Kapitalist Dünya Ekonomisinin Küreselleşmesi
YENİ DÜNYA DÜZENİ ARAYIŞLARI: KÜRESELLEŞME
KÜRESELLEŞME KAVRAMININ ORTAYA ÇIKIŞI
(1)Kavram olarak “küresel” (global) sözcüğünün kökeni, 400 yıl öncesine gitse bile, “küreselleşme süreci” (globalization), oldukça yeni bir olgudur. İlk olarak 1960’larda ortaya çıkan küreselleşme kavramı, 1980’lerden sonra ise sıkça kullanılmaya başlanmıştır (Waters, 1995: 2). 1990’lara gelindiğinde de, bilim adamlarının önemini kabul ettiği anahtar bir sözcük haline gelmiştir. Günümüzde küreselleşme konusunda çok geniş bir literatür oluşmuştur. Politik, ekonomik, sosyo-kültürel ve teknolojik gelişmelerin damgasını taşıyan küreselleşme süreci, hızlı bir biçimde, günümüze ait politik ve akademik tartışmalarda, önemle üzerinde durulan ve analizi yapılan kavramlardan (2)
Küreselleşme Nedir?
(3)Küreselleşme, dünyaya hakim olmak isteyen sanayileşmiş devletlerin, azgelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin kaynaklarını, kendi çıkarlarına mâl edebilmek için II. Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya attıkları bir kavramdır. Robertson' şöyle demiştir: "...Küreselleşme teması anlayışları aralarında farklılık göstermesine rağmen küreselleşme diye adlandırılan şeyi anlamanın en iyi yolunun, dünyanın 'birleşik' hale geldiği, ama kesinlikle safdil işlevselci tarzda bütünleşmediği 'biçim sorunu' üzerinde yoğunlaşmak olduğunu düşünmektedir”
Dünyanın birleşik hale gelmesi, tekdüze dinamikler ile oluşan bir süreç değildir. Çünkü küreselleşme, ekonomik olduğu kadar siyasal, teknolojik ve kültürel boyutlu bir süreçtir. Giddens’a göre küreselleşme, tek bir süreç değildir, karmaşık süreçlerin bir araya geldiği bir olgular kümesidir. Üstelik çelişkili ya da birbirine zıt etkenlerin devreye girdiği bir süreçtir. Çoğu insanın gözünde, küreselleşme basitçe gücün ya da etkinin yerel toplulukların elinden alınıp küresel arenaya aktarılmasından ibarettir. Küreselleşmeyi genel kabul görmüş bir tanımla ifade edebilmemiz mümkün değildir bunun nedeni ;konuyu ele alan araştırmacıların temelde iki farklı yaklaşıma sahip olmalarıdır. Birinci yaklaşım, küreselleşme terimini bir kavram olarak görür. Diğer bir deyişle, küreselleşmeyi; somut bir olguyu, kuram düzeyinde bilimsel olarak yansıtan bir ifade olarak görür.
İkinci yaklaşım ise, küreselleşmeyi ideolojik bir görüşün ifadesi olarak kabul eder. Bu yaklaşım, küreselleşmeyi ya yanında olunacak ya da karşısında tavır alınacak bir ideolojik etken olarak görür.(4)Bahadır Çakır'a göre küreselleşmeyi ideolojik bir yaklaşım olarak görmek bilimselliğe terstir.Eğer Küreselleşmeyi birkaç devletin ideolojisi olarak görülecek olursa küreselleşme kavramı bir kaç devletin politikası olarak indirgenmiş olur.Oysa küreselleşme Kapitalizm'in yayıldığı dünya ekonomisinde Kapitalizm'in geliştirdiği bir sonuç olarak karşımıza çıkmaktadır.Bu küreselleşme olgusu kapitalizm'in karşısına Komünizm'den daha güçlü bir ekonomik sistem çıkartılana kadar dünyayı sömürmeye devam edecektir.Ne yazık ki İslamiyete empoze edilen guruplar da kapitalizm'e yenik düşmüş ceplerini doldurma kaygısına düşmüşlerdir.Halbuki islamiyet kapitalizm'in kökünü kurutur.Ne yazık ki İslam devletlerinin şuan için kendine has bir iktisadi sistemi yoktur.(5)
GİDDENS KÜRESELLEŞME NASIL TANIMLAMAKTADIR?
Giddens küreselleşmeyi zaman ve mekansal olarak birbirlerinden oldukça çok uzakta gelişen olayların yerel oluşumları biçimlendirebilmesi ve bu yolla birbirleri ile ilişkili olan dünya ölçeğindeki toplumsal ilişkilerin giderek yoğunlaşması olarak tanımlamaktadır.Fakat Giddens küreselleşmenin zaman ve mekansal boyutta toplumları birbirlerine fonksiyonel olarak yakınlaşması gibi görülmemesi gerektiğini öne sürmekte ve bölgesel ve yerel olan farklı türden toplumsal formların bu oluşuma tepki gösterebilmesinin de çok mümkün olduğunu belirtmektedir. Giddens buna örnek olarak ta küreselleşme ile ‘ulus-devlet’ ve ‘ulusalcılık’ gibi kavramların öneminin giderek azalacağını özellikle kapitalizmin uluslararasılaşmasının bunda çok etkili olduğunu ancak bölgesel ve yerel düzlemde buna bir tepki olarak ulusalcılık hareketlerinin, bölgesel-kültürel kimliğin güçlenmesi veya yerel özerklik taleplerinin ön plana çıkmasının olası olduğunu belirtmektedir.
Giddens küreselleşmeyi kaç boyutta ele almaktadır?
Giddens küreselleşmenin dört boyutta ele alınması gerektiğini öne sürmektedir.
• Dünya kapitalist ekonomisi,
• Ulus-devlet sistemi,
• Dünya askeri düzeni,
• Uluslararası iş bölümü.
Giddens’a göre küreselleşmenin birinci boyutu ‘dünya kapitalist ekonomisidir’.Buna göre kapitalizmin 16. ve 17. yüzyıllarda ortaya çıkmasıyla birlikte, küresel dünya düzeni siyasal güçten daha çok ekonomik güce dayanmaktadır. Çünkü dünya kapitalist ekonomisi ticaret ve sanayi bağlantı merkezleri yolu ile bütünleşmiştir.Bu nedenle dünyamızdaki ekonomik küreselleşmede en önemli rolü oynayan kapitalist dünya ekonomisidir. Zira uluslararası ekonomik ilişkiler daha çok ülkelerin ve çok uluslu şirketlerin kapitalist türden iş bağlantıları, endüstriyel mal ve hizmetlerin alımı ve satımı, dağıtımı ve pazarlanması ile belirlenmektedir. Ülkeler arasındaki ekonomik gelişmişlik farklılığı da dünya kapitalist ekonomi düzeninin bir sonucudur.Giddens’in yaklaşımında, küreselleşmenin ikinci boyutunu ise ‘ulus-devlet sistemi’ meydana getirmektedir. Giddens’a göre ulus-devletler küresel siyasal düzenin en önemli üyesidirler. Çünkü ulus-devletler bölgesel ve uluslararası ekonomik politikaların yürütülmesi, uygulanması ve düzenlemesinde oldukça etkin rol almaktadırlar. Ancak küresel siyasal düzende bir ulus-devletin etkin olabilmesi o devletin refah düzeyi ve askeri gücüyle sınırlıdır. Ulus-devletler kendi aralarında siyasal ve ekonomik çıkarlaını korumak ve geliştirmek için tıpkı Avrupa Topluluğu (AT) örneğinde olduğu gibi, ‘küresel ulus-devlet sistemini’ oluşturmaya yönelebilmekteYEN İ DÜNYA DÜZENİ dirler. Giddens bu süreci aynı zamanda ‘devletlerin uluslararası eşgüdümlenmesi’ olarak tanımlamakta ve günümüz dünyasında, ulus-devletler sisteminin siyasal ve ekonomik küreselleşmede oldukça etkin bir rol oynadığını belirtmektedir.Küreselleşmenin üçüncü boyutunu ise ‘dünya askeri düzeni’ oluşturmaktadır. Ortak silahlanma ve savunma politikaları yoluyla birden fazla ülkenin (örneğinNATO) silahlı güçlerini birleştirmesi küreselleşmenin önemli bir boyutunu meydanagetirmektedir. Böylece, belirli bir bölgede olan çatışma o bölgedeki ulusların bağlı bulunduğu uluslararası askeri örgütleri kolayca harekete geçirebilmekte ve yerel çatışmalar bütün dünyayı ilgilendirebilen bir küresel sorun haline gelebilmektedir.Giddens birinci ve ikinci dünya savaşlarının buna iyi bir örnek oluşturduğunu belirtmektedir.Giddens’a göre küreselleşmenin dördüncü boyutu ise ‘uluslararası işbölümüdür’.Endürstriyel gelişmeye bağlı olarak gelişmiş ve azgelişmiş ülkeler arasındaki farklılaşmalarını kapsamına alan ve sürekli genişleyen bir küresel iş bölümünden söz etmek mümkündür. Bu yaklaşıma göre, modern endüstri yapılması gereken işlerin düzeyine değil fakat aynı zamanda bölgesel düzeyde var olan iş bölümü çerçevesi içerisinde endüstrinin gelişmişlik düzeyine, sendikalaşma oranına, iş gücünün el becerisine ve hammadde üretimine bağlıdır. Böylece küresel olarak belirli bölgeler üretim merkezleri heline gelirken belirli bölgeler endüstri dışı üretim faaliyetlerinde yoğunlaşmaktadır. Her ne kadar belirli bölgeler diğerlerine göre daha gelimiş olsa bile, ülkelerin birbirlerine olan karşılıklı bağımlılıkları giderek artmaktadır. Küreselleşmenin modern endüstriye bağlı olarak ortaya çıkardıığ bir diğer sonuç ise teknolojisinin dünya çapında yayılması ve bunun üretim süreciyle sınırlı kalmayıp insanların günlük yaşamının içine kadar girmesi ve küresel olarak bütün bireyleri derinden etkileyebilmesidir. Özellikle kitle iletişim araçlarının giderek yaygınlaşması bireylerin dünyada olup biten olayları anında izleyebilmelerine olanak tanı-masıdır.Giddens’a göre küreselleşme modernitenin bir sonucudur ve bu süreç, kapitalistmodernizmin dayandığı ekonomik, siyasal ve kültürel gelişmelerin dünya çapında yaygınlaşmasından başka bir şey değildir.Giddens’in yaklaşımında günümüzdeki küresel gelişmeler modernitenin dünya çıpanda yaygınlaştığını yani küresselştiğini göstermektedir. Bu nedenle, Giddens küreselleşme sürecinin ‘geç modirnite’ olarak ele alınmasının daha doğru olacağını belirtmektedir.
Wallerstein ve Kapitalist Dünya Ekonomisinin Küreselleşmesi
Dünya kapitalist ekonomilerinin, endüstriyel üretim, sermaye birikimi ve uluslararası pazar ilişkileri açısından küresel olarak tek bir kapitalist dünya toplumuna doğru ilerlemekte olduğu öne sürülmektedir. Artık küresel düzeyde oluşan ekonomik dalgalanmalardan ve krizlerden bütün dünya ülkeleri giderek daha çok etkilenmektedir. Özellikle uluslararası pazarda çok uluslu şirketlerin bütünleşmeleri, yabancı sermaye yatırımlarının artması, ülkeler arasında teknoloji transferinin yaygınlaşması ve belirli coğrafi bölgelerde bulunan ülkelerin ekonomik ve siyasal düzeyde bloklaşmaya doğru yönelmeleri küreselleşme sürecinin nedenleri arasında gösterilmektedir. Ancak bu küreselleşmenin ne tür ekonomik, siyasal ve kültürel formlar içerisinde gerçekleştiği ve az gelişmiş ülkelerin konumlarının ne olduğu tartışma konusu olmaya devam etmektedir.
Örneğin, Wallerstein küreselleşme olgusunu kapitalist ekonomik sisteminin işleyişine bağlı olarak incelemeye çalışmaktadır. Wallerstein küreselleşmenin kapitalist sermayenin sınır tanımayan yayılmacılığının ve buna bağlı olarak ortaya çıkan uluslararası işbölümünün bir yansıması olarak görmektedir. Küresel dönüşümler
YENİ DÜNYA DÜZENİ ARAYIŞLARI: KÜRESELLEŞME
kapitalist sermayenin sürekli genişlemek istemesinin doğal bir sonucudur. Wallerstein kapitalist dünya sisteminin işleyişini merkez ülkeler (gelişmiş kapitalist ülkeler), çevre ülkeler (az gelişmiş kapitalist ülkeler) ve yarı çevre ülkeler (yarı gelişmiş kapitalist ülkeler) modeli çerçevesinde incelemektedir. Wallerstein'e göre merkez ülkeler ekonomik olarak daha güçlü oldukları için dünya ticaret düzenini kendi çıkarlarına göre düzenlemekte ve böylece azgelişmiş çevre ülkelerini doğal kaynaklar ve insan gücü açısından sömürmektedirler. Böylece, Wallerstein küreselleşmenin ülkeler arasındaki eşitsizliği süreklileştirdiğini ve bu eşitsizliği küresel gelişmelere paralel olarak belirli formlar içersinde yeniden ürettiğini öne sürmektedir. Wallerstein'e göre ekonomik ve siyasal düzeydeki küresel değişmeler kapitalist dünya ekonomisinin genişlemesiyle birlikte oluşmuştur. Bu nedenle hiçbir tarihsel sistem kapitalist dünya ekonomisi kadar kendi içinde ilintili, karmaşık, yaygın ve ayrıntılı olmamıştır. Wallerstein'in yaklaşımına göre, kapitalist dünya ekonomisi genişlemeye her zaman gereksinimi olmuştur ve bunun sonucu olarak son dörtyüzyılda Avrupa merkezli bir sistemden bütün küreyi kapsayacak bir sisteme geçmiştir. Bu süreç içerisinde merkez ülkeler kendi ulusal devletlerini güçlendirmiş, ekonomilerini kalkındırmış ve ulusal kültürlerini de geliştirmişlerdir. Buna karşın çevre ülkeler ise ekonomik olarak merkez ülkelere bağımlı ve geri kalmış, ve böylece ulusal devletlerini güçlendirememişlerdir. Ayrıca, çevre ülkeleri merkez ülkelerin kültürel etkisi altına girniştir. Böylece ekonomik süreçte kapitalist sermayenin genişlemesine bağlı olarak dünya çapına yayılan küreselleşme, kültürel boyutuda içine alarak kapitalist dünyayı tek bir sistem haline getirmiştir.Wallerstein azgelişmiş ülkeler ile gelişmiş ülkeler arasındaki eşitsiz ekonomik ilişkilerin küreselleşme üzerine olan etkilerini vurgulaması açısından literatüre önemli bir katkıda bulunmuştur. Aynı şekilde Wallerstein'in yaklaşımının batılılaşma veya modernleşme teorilerinin çok başarılı bir eliştirisini yaptığını da söyleyebiliriz.(6)
KAYNAKÇA
Dr.Mehmet Yunus Çelik'in Doktora tezinden alıntı.1-2
İktisat ansiklöbedisi.3-4
Bahadır Çakır'ın Ekonomik Sistemler isimli makalesinden alıntı.4-5
Armaoğlu, Fahir H., 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, 1914-1995.Sander, Oral, Siyasi Tarih (1918-1994).Archer, M. S. (1991), "Sociology for One World: Unity and Diversity", International Sociology, cilt. 6, no.2.Beyer, M. S. (1994). Religion and Globalization, Sage, London.Çınar, M. (1993) "Küresel Sermaye ve Ulus-Devlet Üzerine Etkileri", Toplum ve Bilim, no. 62.Gıdens, A. (1994) Modernliğin Sonuçları, Ayrıntı Yayınları, İstansul.Hall, S. (1995) "Yerel ve Küresel", Mürekkep, no 3-4.Robertson, R. (1992), Globalization, Sage, London.Somel, C. (1996) "Üretimde Globalleşme ve Kalkınma", Toplum ve Bilim, no. 69.Suğur, N. (1994) "Küreselleşme Üzerine Sosyolojik Bir İnceleme", Birikim, no. 73.Tıryakıan, E. D. (1994), "The New Worlds and Sociology: An Overview", International Sociology, cilt. 9, no. 2.Wallerstein, I. (1987), "World System Analysis", A. Giddens ve J. H. Turner (ed.), Social Theory Today, Polity, Cambridge. 5-6
12 Nisan 2013 Cuma
Ruhumuzun istediği şey nerde?
Bizim bu dünyaya geliş amacımız acaba nedir?Bu soruyu hiç düşündük mü?Doğuşumuzdan itibaren bir kez olsun kendimizi ele alalım.Hatta müslümanlar için daha geriden başlayalım.Gözlerinizi kapatın ve ruhlar aleminde ki ruhunuzu hayal edin sonra babanızın sipermiyle annenizin yumurtasının yumurta kanalında döllendiğini sonrada bu döllenmiş yumurtanın rahime düşerek an ve an gelişerek dokuz ay on gününü tamamladığını düşünün.Sonra akçiğerlerinize dolan ilk havanın yangısıyla ağladığınızı düşünün sonra tüm çocukluk döneminizi sırasıyla hayal edin ve şimdiki yaşınıza bulunduğunuz ana gelin sonra o andan ilerisini de hayal edelim.Bütün kurduğunuz hayallerin gerçek olduğunu düşünün.sonra bütün yapacaklarınızı yaptıktan sonra bir gün evinizin en güzel yerinde o güzel sevgili azrailin gelip canınızı aldığnı düşünün kelimeyi şahadeti getirerek ruhunuzun gökyüzüne doğru yükseldiğini düşünün.Kabre girene kadar bedeninizin defnini seyrettinizi düşünün.Sonra Ravza i Mutaara da Ruhunuzun diğer ruhlarla birlikte Peygamberimizin sohbetinde olduğunu düşünün.Neyse çok ileri gittik Ölüme kadar olan süreç hakkında konuşacaktım fakat istemeden bizim yalnızca bedenden ibaret olmadığımızı hatırlattım.Biz ölüp biticilerden değiliz ölüp bitenler ruh taşımayanlar ya da taşıyıp ta taşıdığını inkar edenlerdir.Öldük bittik koskoca karanlık diyor adam ya....Biz insanlar Allah'tan geldik Allah'a gideriz.Hatta şöyle derler Hay dan geldik Hu ya gidiyoruz aynı şey ikisi de Allah'ın ismidir.Şunu demeye çalışıyorum bütün hayallerimizi gerçekleştirsek te Ruhumuzun aradığı şey bu dünyada değil.Peki bu gerçeğin farkına varanlar ne yapıyor cennete gitmek için namaz kılıyorlar.Cennet için bir diğer deyişle öteki dünya için çalışıyorlar.Bir kısım insan var ki onlar Allah'ın ihlaslı kullarıdır onlar cennet için çalışmazlar.Ancak cennetin ve cehennemin gerçek yaratılış gayesini bilirler ikisindeki hayrıda görürler.İhlas nedir?İhlas eylemi eylemleri saflaştırmaktır.Bir şeyi Allah rızası için değil Allah için yapmaktır.Allah'ın zatına ulaşmak için rızasından vazgeçmek gerekir.Eylemlerimizin içinden fayda unsurunu dışarı çıkarmalıyız bir şey hakk ise ondan zarar alacağımızı bile bile o şeyi yapmalıyız.Saidin Nursi Hazretlerini zehirli iğnelerle zehirlediler bütün vucudu şişti ölmedi Allah için davasından vazgeçmedi.Allah için, Allah dostları ne ızdıraplar çektiler ama asla davalarından dönmediler.Biz şuan bu topraklar üzerinde rahat ve selametle yaşıyorsak bunları rahatça yazabiliyorsak.O büyük zatların sayesinde yazabiliyoruz.Ölüme göğüslerini siper etmiş mehmetçiğimin sayesinde hür ve özgürce nefes alabiliyoruz.İşte onlar tek bir gaye için öldüler tek bir amaç için yavuklularından analarından ayrılıp canlarını feda ettiler o amaç Allah'ın zatına ulaşmaktı işte Allah her birimize onun zatına ulaşanlardan eylesin gerisi vesairedir...
BAHADIR ÇAKIR
BAHADIR ÇAKIR
Safiyye'nin Emmare'si
Hata işleyen alim zatların hatayı sebeplerinden birini ele alıp inceleyeceğiz.İnsan Allah katında derece derecedir.İnsanda nefsi dereceler vardır.İlim sahibi insanların nefisleri ileri derecelere intikal ederler.İlmiyle amel eden zatlar Allah katında yükselirler.Normal ibadetleri yapmayan insan cukurdadır,ibadetleri yapan insan düze çıkmıştır,tassavvuf ta olan insansa yükselmeye geçmiştir.İnsanda nefis ve ruh denen iki şey vardır kalbinde işte bu iki şeyin güçlülük dengesine göre insan beyni düşünce alır.İnsanın düşüncelerinin kaynağı kalptir.Kalbin içindeki nefs ruhtan güçlü olursa beyine giden ilk mesaj nefisten çıkar.Böyle olmaması için nefis karşısında ruhu güçlendirmek gerekir ki bu da ancak ibadetlerle mümkündür.Hatta bir yere kadar ibadetlerde az gelmeye başlar insan devamlı yükselmek ister işte bu durumda tasavvuf imdada yetişir.Muhabbetle ve zikirle insan ruhuna perdeler açılır.İşte asıl bahsetmek istediğim konuya girdim.Zikreden kişiye bu perdeler açıldığı zaman kendi başına ilerlemeye kalkmamalıdır.Şimdi televizyonlarda çokça görüyoruz çatma hocalar işte bu yola girenlere perde aralanır onlarda kendini hoca zannediyor.Bu tip insanlarda tokat yemiştir fakat farkında değildir.Yapmış olduğu işin hayrına işaret ederek kendini savunur fakat bu savunma onu dahada batırır.Onun şeyhi vardır fakat sohbetlerinin çoğuna gitmez kendindeki hal ile dahi olmaya çalışır.İşte bu hal ile dahi olma durumu da bencilliktir.Onlar islamiyete hizmet etmekle islamiyetin onlara ihtiyacı var zannederler halbu ki islamiyetin onlara ihtiyacı yoktu.Tam tersi onların islamiyete ihtiyacı vardır.Bazı insanlar islamiyete yardım ettiğini zannederek imtiyaz istemektedir.Oysa ki her benim diyen kaybetmiştir.Yaptığıyla dünyada beklenti içinde olanlara,şevkat tokatı geliyor bir dahada o muhabbet ortamına giremiyor Mürşid i kamil inin sohbetinden ayrı düşüyor.Zannediliyor ki kendisi gelemiyor.Allah şevkat tokatı vurmuş ona biz ne karışabiliriz.Ne zamana kadar sürer ıslah olana kadar ayrı kalır.Bazende zicir gelir dönemessin dönemeyenler zicir yemiştir.Zicir nedir ihanetten gelir ille düşmanlık değil,bu kendi ben merkezlikten dolayı bağlı olmuş olduğu hizmeti tarumar eder kendi adına icra eder.İşte bunlar dönemezler.Allah ıslah etsin pişmeden piştim zannetmekten Allah herkezi muhafaza eylesin.Nefsin yedi derecesi vardır en düşüğü NEFSİ EMMARE dir.LEVVAME,MÜLHİME,MUTMAİNNE,RAZİYYE,MARZİYYE, şeklinde giderken en son safiyye'de son bulur.Zannediliyor ki nefsinde derece atlamış kişi alt derecedeki kişinin hatasına düşmez halbuki öyle değildir.Safiyyeninde Emmaresi vardır.Yani dereceler arası geçişler vardır o yüzden zanna düşmemek gerekir yükseldim artık düşmem zannetmeyin düşersiniz.Safiyyeninde Emmameresi çok sarsar.Yalnız Emmare olmaktan daha kötüdür.Niye çünkü bilinçsiz bir şekilde bir hatayı işlemek fiillendirmek vardır birde bilinçlendikten sonra aynı hatayı işlemek vardır ki ikisi çok farklıdır.Hata aynı hata olabilir fakat kişi değişik.O hata onu kabulletmezken o,o hataya kurban gidiyor.Hz.Yusuf peygamber zindanda bir yanılgıdan dolayı Allah yerine bir zattan yardım umduğu için az kalsın peygamberlikten oluyordu.İmamın dediğini yap fakat yaptığını yapma diye bir söz vardır. Bu söz bazı durumlar için doğrudur.Karşınızdaki kişi Allah katındaki derecesinden düşmüştür siz ona hale mürşid gözüyle bakarsınız o hareketlerinde hataya düşer sizide düşürür.Bu bakımdan her an dikketli olmak gerekir sır perdesinin aralanmış olması ve karşınızdaki kişiye ordan bişeyler akıyor olması size faydalıdır dahası onu dinleyenler içindir fakat bu onun hatasına düşmeyi gerektirmez.Hakkı düşmandanda olsa dinlemeliyiz hakk hakdır kimin nasıl ifade ettiği önemli değildir.
Yazarı:Bahadır çakır En büyük kaynak insanın kendisidir.Çünkü insan bu evrenin küçük bir özetidir.Kalbine dön ve Allah de çünkü Allah'a giden yol yalnızca kalplerimizdir.Benim diyenler Allah'a ulaşamazlar.Bundan daha büyük bir ceza var mıdır?
Yazarı:Bahadır çakır En büyük kaynak insanın kendisidir.Çünkü insan bu evrenin küçük bir özetidir.Kalbine dön ve Allah de çünkü Allah'a giden yol yalnızca kalplerimizdir.Benim diyenler Allah'a ulaşamazlar.Bundan daha büyük bir ceza var mıdır?
9 Nisan 2013 Salı
METARYALİST FELSEFENİN ÇIKMAZI
Metaryalist felsefeye göre Tanrı yoktur ancak yegane varlık maddedir.Halbuki maddenin yapı taşlarına indiğimiz zaman maddenin yerini maddesel olmayan ışınlar yer alır.Madde Metaryalist felsefenin aksine mutlak var değildir.Örneğin taş maddesini düşündüğümüz zaman onun yapısını oluşturan milyon kat küçülerek atom hatta dahada küçülerek atom altı parçacıklara yani Proton,nötron ve elektronları görürüz.Yani makro alemden mikro aleme indikçe varlığın ezeli olması gereken zorunlu varlığa tutunmak zorunda olduğunu görürüz bu mikro(küçük) alemden makro(büyük) aleme çıktıkça da aynı olayla karşı karşıya kalırız.Makro yani büyümenin bir sonu yoktur.Yani Dünya'dan yola çıksak uzayın o inanılmaz büyük boşluğunun büyüklüğünden aklımızı yitiririz.Yine tersini düşünecek olursak insan vucudunun temelini oluşturan hücrelere girdiğimiz zaman en gelişmiş mikroskoplarla gidilebilen küçülme oranlarında küçüldükçe kayboluruz çünkü mikro alemde aynı makro alem gibi sonu olmayan bir noktaya doğru sürüklenmemize neden olmaktadır yani bu çıkmaz sokaktır.Yine metaryalist felsefeye dönecek olursak bize ilk maddenin nasıl oluştuğunu açıklayamaz yani bunu şöyle izah etmeye çalışır:Madde ezelidir,mutlaktır der bunu akıl açısından da mümkün olmadığının farkına varırız.Örneğin şöyle bir sorgulama yaptığımızda:Tesadüfen yani düzensizlikten böyle müthiş bir düzenin oluşması mümkün değildir.Hayvanlar alemine baktığımız da bize düzensiz gibi gözüken olaylar aslında bir ekolojik dengenin parçasıdır.Yani hayatta gerçekleşen değişim ve dönüşümlerin her birinin bir düzene bağlı olduğunu görmekteyiz.Evren bir çok kanun(yasalar) la işlemektedir.Biz insanlar bunu matamatik ilmiyle çözüme kavuşturamayız fakat çözümleyebiliriz.İşleyen yasaların farkına ançak matamatikle varabiliriz.Yani bakan gözle gören göz aynı değildir.İlimle bakan gözle ilimsiz bakan göz arasında fark vardır.O müthiş düzeni görebilmek için bir çok ilme ihtiyaç vardır.Peki o düzeni kuranı görebilmek için işte onun için ilimlerde fayda vermez çünkü o öyle bir nur ki gözlerimizi karartır.Bu tıpkı ışık gibidir ışık şiddeti ve derecesi ne kadar artarsa ona baktığımızda gözlerimiz kararır.Allah ta çok müthiş çok şiddetli bir nura sahiptir onun nurunun şiddeti bizleri karartır.
Yine metaryalist felsefeye göre mutlak var olan maddeyi Kuantum Fiziğinde mutlak varolmadığı kanısına varılmaktadır.Maddenin yapı taşlarına indiğimizde maddenin maddesel olmayan ışınlardan oluştuğunu görmekteyiz dahası bu ışıklar bir gözlemci olduğu zaman görülebilir olurken deneysel olarak yokolmaktadır.Yani madde maddesel olmayan zorunlu olması gereken Yüce Allah'a ihtiyaç duymaktadır.Allah ezelidir onun varlığı kendini izhardır.Allah zorunlu varlıktır keza yok olmaklıkta yapamaz.Bizim yegane varlığımız onun yüce varlığına bağlıdır.Allah yani o zorunlu varlık olmasaydı bizde olamazdık.Felsefeyi yüzeysel olarak kavradığımızda Allah tan uzaklaşırız.Fakat derinlemesine düşündüğümüz zaman yani felsefeyi hakkını vererek derinlerine indiğimizde Allah'ı düşünmeyle buluruz.Düşünerek Allah'ın varlığını (olduğunu) anlayabiliriz.Allah'ı bulmak ona kavuşabilmek için ona aşık olmalıyız bu da ançak onun güzel isimlerini anmakla mümkündür.Esma'yı Hüsna'yı anmak kalbi masivadan temizler o öyle bir kuvvettir ki kalbi Allah aşkı ile doldurur.Esmaların her insan için dozu vardır o esmaları tabiri caizse ilaçları kafamıza göre alamayız.Doktora gidip onun verdiği sayıda ve ölçüde esmayı zikretmeliyiz.Bilsin ya da bilmesin varlığı kabul eden Allah ı kabul etmiştir iman bunun farkında olmaktır.
YAZARI: BAHADIR ÇAKIR
Yine metaryalist felsefeye göre mutlak var olan maddeyi Kuantum Fiziğinde mutlak varolmadığı kanısına varılmaktadır.Maddenin yapı taşlarına indiğimizde maddenin maddesel olmayan ışınlardan oluştuğunu görmekteyiz dahası bu ışıklar bir gözlemci olduğu zaman görülebilir olurken deneysel olarak yokolmaktadır.Yani madde maddesel olmayan zorunlu olması gereken Yüce Allah'a ihtiyaç duymaktadır.Allah ezelidir onun varlığı kendini izhardır.Allah zorunlu varlıktır keza yok olmaklıkta yapamaz.Bizim yegane varlığımız onun yüce varlığına bağlıdır.Allah yani o zorunlu varlık olmasaydı bizde olamazdık.Felsefeyi yüzeysel olarak kavradığımızda Allah tan uzaklaşırız.Fakat derinlemesine düşündüğümüz zaman yani felsefeyi hakkını vererek derinlerine indiğimizde Allah'ı düşünmeyle buluruz.Düşünerek Allah'ın varlığını (olduğunu) anlayabiliriz.Allah'ı bulmak ona kavuşabilmek için ona aşık olmalıyız bu da ançak onun güzel isimlerini anmakla mümkündür.Esma'yı Hüsna'yı anmak kalbi masivadan temizler o öyle bir kuvvettir ki kalbi Allah aşkı ile doldurur.Esmaların her insan için dozu vardır o esmaları tabiri caizse ilaçları kafamıza göre alamayız.Doktora gidip onun verdiği sayıda ve ölçüde esmayı zikretmeliyiz.Bilsin ya da bilmesin varlığı kabul eden Allah ı kabul etmiştir iman bunun farkında olmaktır.
YAZARI: BAHADIR ÇAKIR
8 Nisan 2013 Pazartesi
Karadenizli Laz'ın Kürt'e Mektubu
Kürt kökenli vatandaşlarımızında yüzde doksan dokuzu mektup yazan lazdan pek farlı değil fakat o yüzde onluk kısma hitaben bu mektubu yazmış güzelde yazmış.Bu ülkenin 22milyonu kürt kökenli Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı benimde çok Kürt arkadaşım oldu.Bir kere şu ayrımı çok iyi yapmamız lazım Kürt ile Pkk ayrı şeyler fakat PKK cahil Kürt Halkından birçoğunu kandırarak birçoğunu silah zoruyla dağa çıkarılıp orda darvinis,metaryalist eğitime tabi tutularak islami inançlarından saptırılıyorlar hatta birçoğuna uyuşturucu madde verilerek bağımlı hale getiriliyor kadınları ortak kullanıyorlar bu arada kadınların çoğuda törelerden kaçarken Pkk nın kucağına oturuyor.Yani sonuç olarak iki tarafta müslüman diyenler yalan konuşuyorlar.Bizde önceden osmanlıda devşirme sistemi vardı hiristiyan çocuklar küçük yaşta ailelerinden koparılıp müslümanca yetiştirilip tekrar hiristiyanlara karşı savaşa hazırlık olarak yetiştiriliyordu.Şimdik o hiristiyan aileler bizim devşirme yeniçerilerimize devşirme devlet adamlarımıza o dönemde benim evladımdı diyemiyorsa biz de o dağdaki bizden koparılan parçaya bizim diyemeyiz çünkü orda devşiriliyor değiştiriliyor onda artık bizim diyebileceğimiz hiçbir vasıf kalmıyor.Terörle mücadele ayağında eğitimin önemine çokça vurgu yapıyoruz eğitim terörün çözüme kavuşmasında en önemli safayı oluşturmaktadır eğer bu safa atlanırsa hiçbir sonuç elde edilemez.Bu ve benzeri konular hakkında görüşlerimi okumak isteyenler ''TERÖRÜN SONU NEDİR?'' , ''TERÖRLE MÜZAKERELER'' ve ''ÇÖZÜM SÜRECİ HAKKINDA ÜÇ BEŞ CÜMLE'' başlıklı yazılarımı okuyabilirler.
BAHADIR ÇAKIR

LÜTFEN SONUNA KADAR OKU
KARADENİZ ÇOCUĞUNUN KÜRT’E MEKTUBU.
Karadenizliyim!
Lazca konuşma merakım hiç olmadı.
Ana dilde lazca isteğim olmadığı gibi.
Karadeniz diye adlandırılan topraklarda hep gurbeti yaşadım.
Bazen inşaatçı oldum, bazen hamal.
Bazen yurt dışına göç eden emekçi.
Bazen milletvekili, bazen mühendis.
Patika yollarla doludur yaşadığım yer. Keçi yolu diye tabir edilen
yolları hiç keleş ile dolaşmadım.
Pusu atmadım askere, polise.
Senin gibi açlığı iyi bilirim. Beraber yüklendik ülkenin en ağır yükünü.
Emekçileri oynadık nesiller boyu.
Sen susuzluktan yakınırken ben sellerin sürüklediği molozlar arasında
kaybettiklerimin cesetlerini aradım.
Senin adın sınır kaçakçılığıyla anılırken, ben yasa dışı silah
kaçakçısı olarak tanındım.
Silah ürettim evimin ahırında, namlu taktım oyuncak silahlara.
Sen Irak, Suriye topraklarında gezinirken ben de Gürcistan
topraklarına uzanmışım ara sıra.
Bazıları bizi çok özdeş kabul eder.
Lazlar Kürt’ün deniz görmüşüdür der bilirsin.
Benziyor muyuz gerçekten?
Hem de çok, hem de hiç!
Benziyoruz; sen karnı burnunda anne adaylarını kızak ile hastanelere
taşırken ben sırtımda taşıyorum.
Benzemez miyiz?
Ülkenin en ağır işlerini beraber sırtlandık.
Sen beton dökerken ben duvarcılık yapıyordum. Sen duvar örerken ben
demir döşüyordum.
Sen park simsarlığı yaparken ben gazinoları haraca bağlıyordum.
Benzemez miyiz?
Senin çocukların ile benim çocuklarımın kaderi de aynı, aynı
hastalıklardan kırılırlar, aynı hastalıklardan sakat kalırlar, aynı
eğitimsizlikten mağdur olurlar.
Benzemez miyiz hiç?
Sana ulaşma konusunda devletin nasıl geç kaldığını iddia ediyorsan
benim de farkım yok bilesin.
Devleti hep jandarma diye bilir yörem insanı.
Sizdeki gibi.
Benzemez miyiz?
Aynı gelenek yüzünden silahına sarılıp binleri öldürdük namus anlayışı
gereği.
Silaha merakımız, silahı yaşamın parçası görme anlayışımız hep aynı.
Benzemez miyiz?
Çok benziyoruz çok.
Kürtler, Lazların deniz görmemişidir!
Ne kadar doğru değil mi?
HİÇ BENZEMİYORUZ ASLINDA HEM DE HİÇ!
Ana dil hiç sorun olmadı benim için, bahane de olmadı.
Kültürel haklar gerekçesi ile hiç cana kıymadım ben.
Hiç pusu atıp mayın döşemedim körpe delikanlılara, yiğitlere. vatan
için görev yapanlara.
Hiç işyeri yakmadım.
Hiç kepenk kapatmadım insanların yüzüne.
Hiç yollara düşüp caniliği, canileri savunmadım.
Hiç Mehmetçik ile puştu bir tutmadım, yakıştıramadım vicdanıma.
Hiç benzemiyoruz hiç!
Çanakkale’de ben de öldüm.
Yetmedi Pontus çeteleri ile mücadelede öldüm.
Ruslara karşı öldüm.
Yetmedi Kore’de öldüm, Kıbrıs’ta öldüm.
Bunu iğrenç ayrılıkçılık anlayışına kılıf uydurmak için malzeme konusu
yapmadım.
Nereden bilebilirim ki Çanakkale’de ölen atalarımın şimdilerde yapmaya
çalışacağım ayrılıkçılığa anlayış gösterebileceklerini ki!
Zafere ulaşmak için her yol mübah demedim, diyemedim.
Çocuklarımı sokaklarda taş atsınlar, barikat kursunlar diye yollamadım.
Bayrakları çiğnesinler, Milli Marşı söylemesinler diye öğütlemedim.
Hiç bir zaman Lazlığımı Türklüğümün önünde görmedim.
Ben dağa çıkmadım.
Ülke ülke dolaşıp vahvahlarımı anlatmadım.
Bir oğlumu dağa bir oğlumu üniversiteye birini askere yollamadım.
Devlete vergiden kaçıp eşkiyaya haraç vermedim. Ekmeğine yağ sürmedim.
Gece dağda gündüz kurumda olmadım. Hastaneleri basmadım, okulları yakmadım, şantiyeleri havaya uçurmadım.
KARADENİZ ÇOCUĞUNUN KÜRT’E MEKTUBU.
Karadenizliyim!
Lazca konuşma merakım hiç olmadı.
Ana dilde lazca isteğim olmadığı gibi.
Karadeniz diye adlandırılan topraklarda hep gurbeti yaşadım.
Bazen inşaatçı oldum, bazen hamal.
Bazen yurt dışına göç eden emekçi.
Bazen milletvekili, bazen mühendis.
Patika yollarla doludur yaşadığım yer. Keçi yolu diye tabir edilen
yolları hiç keleş ile dolaşmadım.
Pusu atmadım askere, polise.
Senin gibi açlığı iyi bilirim. Beraber yüklendik ülkenin en ağır yükünü.
Emekçileri oynadık nesiller boyu.
Sen susuzluktan yakınırken ben sellerin sürüklediği molozlar arasında
kaybettiklerimin cesetlerini aradım.
Senin adın sınır kaçakçılığıyla anılırken, ben yasa dışı silah
kaçakçısı olarak tanındım.
Silah ürettim evimin ahırında, namlu taktım oyuncak silahlara.
Sen Irak, Suriye topraklarında gezinirken ben de Gürcistan
topraklarına uzanmışım ara sıra.
Bazıları bizi çok özdeş kabul eder.
Lazlar Kürt’ün deniz görmüşüdür der bilirsin.
Benziyor muyuz gerçekten?
Hem de çok, hem de hiç!
Benziyoruz; sen karnı burnunda anne adaylarını kızak ile hastanelere
taşırken ben sırtımda taşıyorum.
Benzemez miyiz?
Ülkenin en ağır işlerini beraber sırtlandık.
Sen beton dökerken ben duvarcılık yapıyordum. Sen duvar örerken ben
demir döşüyordum.
Sen park simsarlığı yaparken ben gazinoları haraca bağlıyordum.
Benzemez miyiz?
Senin çocukların ile benim çocuklarımın kaderi de aynı, aynı
hastalıklardan kırılırlar, aynı hastalıklardan sakat kalırlar, aynı
eğitimsizlikten mağdur olurlar.
Benzemez miyiz hiç?
Sana ulaşma konusunda devletin nasıl geç kaldığını iddia ediyorsan
benim de farkım yok bilesin.
Devleti hep jandarma diye bilir yörem insanı.
Sizdeki gibi.
Benzemez miyiz?
Aynı gelenek yüzünden silahına sarılıp binleri öldürdük namus anlayışı
gereği.
Silaha merakımız, silahı yaşamın parçası görme anlayışımız hep aynı.
Benzemez miyiz?
Çok benziyoruz çok.
Kürtler, Lazların deniz görmemişidir!
Ne kadar doğru değil mi?
HİÇ BENZEMİYORUZ ASLINDA HEM DE HİÇ!
Ana dil hiç sorun olmadı benim için, bahane de olmadı.
Kültürel haklar gerekçesi ile hiç cana kıymadım ben.
Hiç pusu atıp mayın döşemedim körpe delikanlılara, yiğitlere. vatan
için görev yapanlara.
Hiç işyeri yakmadım.
Hiç kepenk kapatmadım insanların yüzüne.
Hiç yollara düşüp caniliği, canileri savunmadım.
Hiç Mehmetçik ile puştu bir tutmadım, yakıştıramadım vicdanıma.
Hiç benzemiyoruz hiç!
Çanakkale’de ben de öldüm.
Yetmedi Pontus çeteleri ile mücadelede öldüm.
Ruslara karşı öldüm.
Yetmedi Kore’de öldüm, Kıbrıs’ta öldüm.
Bunu iğrenç ayrılıkçılık anlayışına kılıf uydurmak için malzeme konusu
yapmadım.
Nereden bilebilirim ki Çanakkale’de ölen atalarımın şimdilerde yapmaya
çalışacağım ayrılıkçılığa anlayış gösterebileceklerini ki!
Zafere ulaşmak için her yol mübah demedim, diyemedim.
Çocuklarımı sokaklarda taş atsınlar, barikat kursunlar diye yollamadım.
Bayrakları çiğnesinler, Milli Marşı söylemesinler diye öğütlemedim.
Hiç bir zaman Lazlığımı Türklüğümün önünde görmedim.
Ben dağa çıkmadım.
Ülke ülke dolaşıp vahvahlarımı anlatmadım.
Bir oğlumu dağa bir oğlumu üniversiteye birini askere yollamadım.
Devlete vergiden kaçıp eşkiyaya haraç vermedim. Ekmeğine yağ sürmedim.
Gece dağda gündüz kurumda olmadım. Hastaneleri basmadım, okulları yakmadım, şantiyeleri havaya uçurmadım.
4 Nisan 2013 Perşembe
Dünyanın En İyi Şiiri
Doğduğumda Siyahtım,
Büyürken Siyahtım,
Güneş çıktığında Siyahtım,
Korkunca Siyahtım,
Hastayken Siyahtım,
Öldüğümde hala Siyahım...
Sana gelelim beyaz çocuk,
Doğduğunda Pembesin, büyürken Beyazsın,
Güneşe çıktığında Kırmızı, üşüdüğünde Mor,
Korktuğunda Sarı, hastayken Yeşil,
Öldüğünde de Grisin,
Sen şimdi bana Renkli mi diyorsun ?
Afrikalı Zenci Çocuğun Bu Şiiri 2005 Yılında Dünya'nın En İyi Şiiri Seçildi! —
No Racism ! çArşı ırkçılığa kArşı
2 Nisan 2013 Salı
Hiçlik Makamı
"HİÇ" OLMAK
:
Nasrettin Hoca'ya sormuşlar:
“Kimsin?”
“Hiç” demiş Hoca, “Hiç kimseyim.”
Dudak bü...küp önemsemediklerini görünce, sormuş Hoca:
“Sen kimsin?”
“Mutasarrıf” demiş adam kabara kabara.
“Sonra ne olacaksın?” diye sormuş Nasrettin Hoca.
“Herhalde vali olurum” diye cevaplamış adam.
“Daha sonra?” diye üstelemiş Hoca.
“Vezir” demiş adam.
“Daha daha sonra ne olacaksın?”
“Bir ihtimal sadrazam olabilirim.”
“Peki, ondan sonra?”
Artık makam kalmadığı için adam boynunu büküp son makamını söylemiş:
“Hiç.”
“Daha niye kabarıyorsun be adam. Ben şimdiden senin yıllar sonra gelebileceğin makamdayım:
"Hiçlik makamında!”
:
Nasrettin Hoca'ya sormuşlar:
“Kimsin?”
“Hiç” demiş Hoca, “Hiç kimseyim.”
Dudak bü...küp önemsemediklerini görünce, sormuş Hoca:
“Sen kimsin?”
“Mutasarrıf” demiş adam kabara kabara.
“Sonra ne olacaksın?” diye sormuş Nasrettin Hoca.
“Herhalde vali olurum” diye cevaplamış adam.
“Daha sonra?” diye üstelemiş Hoca.
“Vezir” demiş adam.
“Daha daha sonra ne olacaksın?”
“Bir ihtimal sadrazam olabilirim.”
“Peki, ondan sonra?”
Artık makam kalmadığı için adam boynunu büküp son makamını söylemiş:
“Hiç.”
“Daha niye kabarıyorsun be adam. Ben şimdiden senin yıllar sonra gelebileceğin makamdayım:
"Hiçlik makamında!”
İslam Bilim Adamları
| 801 ile 900 arası | ||||||||
|---|---|---|---|---|---|---|---|---|
| Bilim adamı | Doğum t. Ölüm t. | Alanı | ||||||
| Ebu Musa Câbir bin Hayyan[1][2] [3] | 721 - 815 | Tıp-Astronomi-Fizik-Kimya-Coğrafya | ||||||
| Abdülhamid İbn Türk | ? - 830 | Matematik | ||||||
| El-Harezmî | 780 - 850 | Astronomi-Coğrafya-Matematik | ||||||
| Ferganî | ? - 861 | Astronomi | ||||||
| Kindi[4][5][6] | 801 - 868 | |||||||
| Câhiz | 777 - 869 | |||||||
| Muhammed el-Buharî | 810 - 869 | |||||||
| Ahmed bin Musa | 803 - 873 | Astronomi - Geometri | ||||||
| Abbas Kasım İbn Firnas | 810 - 888) | Astronomi- Edebiyat | ||||||
10. yüzyıl [değiştir]
| 901 ile 1000 arası | ||||||||
|---|---|---|---|---|---|---|---|---|
| Bilim adamı | Doğum t. Ölüm t. | Alanı | ||||||
| İbn-i Hurdazbih | 820 - 912 | Coğrafya | ||||||
| Battanî | 858 - 929 | Astronomi - Matematik | ||||||
| Ahmed bin Sehl el-Belhî | 850 - 934 | Tıp - Coğrafya - Matematik | ||||||
| Farabi | 870 - 950 | Astronomi - Felsefe - Matematik | ||||||
| Ebu'l Vefâ el-Bûzcânî[7][8][9] | 940 - 988 | Astronomi - Matematik | ||||||
| Ebu Bekr Zekeriyya Râzi[10][11][12] | 865 - 925 | Kimya -Tıp | ||||||
| Ahmed bin Musa | 803 - 873 | Astronomi - Geometri | ||||||
| Abdurrahman es-Sufî | 903 - 986 | Astronomi | ||||||
| İbn Havkal | ? - 988 | Coğrafya | ||||||
| İbn Fadlan | Coğrafya | |||||||
11. yüzyıl [değiştir]
| 1001 ile 1100 arası | ||||||||
|---|---|---|---|---|---|---|---|---|
| Bilim adamı | Doğum t. Ölüm t. | Alanı | ||||||
| Ali bin İsa | 940 - 1010 | Tıp | ||||||
| El-Kerecî | 953 - 1029 | Matematik | ||||||
| İbn-i Sina | 980 - 1037 | Fizik - Tıp | ||||||
| İbn-i Heysem[13][14] | 965 - 1040 | Fizik - Tıp | ||||||
| El-Birûni[15] | 973 - 1048 | Astronomi - Matematik - Tarih | ||||||
| Ebu Said Gardezî | ? - 1061 | Coğrafya - Tarih | ||||||
| Ebu Hasan Behmenyar | 993 - 1066 | Astronomi - Felsefe | ||||||
| Ali bin Rıdvan | 998 - 1068 | Fizik - Tıp | ||||||
| Yusuf Has Hacib | 1017 - 1077 | Edebiyat - Siyasetbilim | ||||||
| Zerkâlî | 1029 - 1087 | Astronomi | ||||||
| El-Bekrî | 1014 - 1094 | Coğrafya | ||||||
12. yüzyıl [değiştir]
| 1101 ile 1200 arası | ||||||||
|---|---|---|---|---|---|---|---|---|
| Bilim adamı | Doğum t. Ölüm t. | Alanı | ||||||
| Kâşgarlı Mahmud | 1008 - 1105 | Dil-Edebiyat | ||||||
| Ebu's Salt ed-Dânî | 1068 - 1134 | Astronomi | ||||||
| İbn Bacce | 1095 - 1138 | Astronomi - Fizik | ||||||
| Cabir Bin Eflah | 1100 - 1150 | Astronomi - Matematik | ||||||
| Hazini[16][17] | 1100 - 1155 | |||||||
| İbn Rüşd | 1126 - 1198 | Felsefe - Din - Tıp | ||||||
13. yüzyıl [değiştir]
| 1201 ile 1300 arası | ||||||||
|---|---|---|---|---|---|---|---|---|
| Bilim adamı | Doğum t. Ölüm t. | Alanı | ||||||
| İbn-i Cübeyr | 1145 - 1217 | Cofrafya | ||||||
| Abdullâtif el-Bağdadî | 1162 - 1231 | Tıp | ||||||
| El-Cezeri[18][19][20] | 1136 - 1233 | Sibernetik | ||||||
| İbn-i Şeddad | 1162 - 1234 | Hukuk - Tarih | ||||||
| Abdullah bin Ahmed el-Baytar | 1197 - 1248 | Tıp - Farmakoloji | ||||||
| Nasîrüddin Tûsî | 1201 - 1274 | Astronomi - Coğrafya | ||||||
| Zekeriyya ibn Mahmud el-Kazvinî | 1202 - 1283 | Astronomi - Coğrafya - Fizik -Jeoloji | ||||||
| İbn Nefis | 1213 - 1288 | Tıp | ||||||
14. yüzyıl [değiştir]
| 1301 ile 1400 arası | ||||||||
|---|---|---|---|---|---|---|---|---|
| Bilim adamı | Doğum t. Ölüm t. | Alanı | ||||||
| Kutbeddin Şirazî | 1236 - 1310 | Tıp-Astronomi-Fizik-Coğrafya | ||||||
| Ebu el-Fida | 1273 - 1331 | Coğrafya | ||||||
| İbn Teymiyye | 1263 - 1328 | Sosyoloji | ||||||
| İbn Battuta | 1304 - 1369 | Coğrafya | ||||||
| İbn Kesir | 1301 - 1373 | Tarih | ||||||
| Aydınlı Hacı Paşa | 1339 - 1397 | Tıp | ||||||
15. yüzyıl [değiştir]
| 1401 ile 1500 arası | ||||||||
|---|---|---|---|---|---|---|---|---|
| Bilim adamı | Doğum t. Ölüm t. | Alanı | ||||||
| İbn-i Haldun | 1332 - 1406 | Felsefe - Tarih - Sosyoloji | ||||||
| Aydınlı Hacı Paşa | 1339 - 1413 | Tıp | ||||||
| Bursalı Kadızade Rumi | 1337 - 1437 | Astronomi - Matematik | ||||||
| Gıyaseddin Cemşid | 1380 - 1437 | Astronomi - Tıp | ||||||
| Uluğ Bey[21][22] | 1393 - 1449 | Astronomi - Matematik | ||||||
| Sabuncuoğlu Şerefeddin | 1385 - 1468 | Tıp | ||||||
| Ali Kuşçu | 1403 - 1474 | Astronomi - Dilbilim - Matematik | ||||||
| II. Mehmed[23] | 1432 - 1484 | Fizik | ||||||
16. yüzyıl [değiştir]
| 1501 ile 1600 arası | ||||||||
|---|---|---|---|---|---|---|---|---|
| Bilim adamı | Doğum t. Ölüm t. | Alanı | ||||||
| İbn-i Kemal | 1468 - 1536 | Tarih - Tıp | ||||||
| Takiyüddin | 1521 - 1585 | Astronomi | ||||||
| Mirim Çelebi | 1450 - 1525) | Astronomi - Matematik | ||||||
17. yüzyıl [değiştir]
| 1601 ile 1700 arası | ||||||||
|---|---|---|---|---|---|---|---|---|
| Bilim adamı | Doğum t. Ölüm t. | Alanı | ||||||
| Lagari Hasan Çelebi[24][25] | ? - 1633 | Havacılık - Fizik | ||||||
18. yüzyıl [değiştir]
| 1701 ile 1800 arası | ||||||||
|---|---|---|---|---|---|---|---|---|
| Bilim adamı | Doğum t. Ölüm t. | Alanı | ||||||
| İbrahim Hamdi Efendi | 1680 - 1762 | Coğrafya | ||||||
| Abdülaziz Efendi | 1735 - 1778 | Tıp | ||||||
| Ali Münşi | ? - 1750 | Tıp | ||||||
| Gelenbevi İsmail Efendi | 1730 - 1790 | Matematik | ||||||
19. yüzyıl [değiştir]
| 1801 ile 1900 arası | ||||||||
|---|---|---|---|---|---|---|---|---|
| Bilim adamı | Doğum t. Ölüm t. | Alanı | ||||||
| Mahmud Raif Efendi | ? - 1807 | Coğrafya | ||||||
| Şanizade Ataullah Efendi | 1771 - 1826 | Tarih - Tıp | ||||||
| Mustafa Behçet Efendi | 1774 - 1834 | Tıp | ||||||
| Abdullah Bey | 1800 - 1874 | Jeoloji - Tıp | ||||||
| Hekim İsmail Paşa | 1807 - 1880 | Tıp | ||||||
| Hekimbaşı Salih Efendi | 1816 - 1895 | Tıp | ||||||
20. yüzyıl [değiştir]
| 1901 ile 2000 arası | ||||||||
|---|---|---|---|---|---|---|---|---|
| Bilim adamı | Doğum t. Ölüm t. | Alanı | ||||||
| Hüseyin Tevfik Paşa | 1832 - 1901 | Matematik | ||||||
| Bahattin Şakir | 1874 - 1922 | Tıp | ||||||
| Doktor Nâzım Bey | 1870 - 1926 | Tıp | ||||||
| Mustafa Hayrullah Diker | 1875 - 1950 | Tıp | ||||||
Kaynak wikipedia
Kaydol:
Yorumlar (Atom)


