29 Mart 2013 Cuma

MEKTUP,OTOBİYOGRAFİ,TUTANAK,GEZİ,RAPOR,ANI,DİLEKÇE,GÜNLÜK,ÖZGEÇMİŞ,MAKALE,RÖPORTAJ,DENEME,BİYOGRAFİ YAZILARININ ÖZELLİKLERİ

''AZRAİL'İN BİLE SECDE ETTİĞİ ADAM'' İSMİNİN AÇIKLAMASI İÇİN BU YAZININ KENDİSİNE TIKLA



Mektupta Biçim
1. Hitap: Mektup yazılan kişiye olan ilgi ve yakınlığımıza bağlıdır. Samimi olduğumuz kişilere Canım, Dostum, yeni tanıştığımız ya da resmi olduğumuz kişilere Bay, Bayan, Sayın şeklinden hitap edebiliriz.
2. Giriş ve Gelişme: Mektubun amacını belirten bölümdür. Amaca doğrudan doğruya girilir. Bir haber öğrenmek için mi, bir sorunu tartışmak için mi, bir mektuba cevap olarak mı yazıldığı bu bölümde ortaya konur.
3. Sonuç: Bu bölümde klişeleşmiş cümleler, selam ve iyi dilekler yer almalıdır.
Mektup Çeşitleri
- Özel Mektuplar
- İş Mektupları
- Resmi Mektuplar
- Edebi ve Felsefi Mektuplar
- Açık Mektuplar
Özel mektuplar
Birbirine yakın, tanışık insanlar ve eş dost arasında yazılan mektuplardır.isteğe bağlı yazılabilir.Bu tür mektuplarda doğal ve samimi anlatım ön plandadır.Sanatçı ve edebiyatçıların,daha çok genel konular üzerinde yazdıkları özel mektuplara 'edebi mektup' da denmektedir.Mektubun ulaşma süresinden daha erken ulaşması gereken kısa ve öz olarak oluşturulan bir mektup türüdür. Telgrafta az ve öz ifade önemlidir.
Resmi Mektuplar
Devlet kurumlarının aralarında veya kişilerle devlet kurumları arasında yazılan mektuplardır. Bu tür mektuplarda anlatım ciddi ve saygılıdır. Konu dışındaki bilgi ve istekler yer almaz.
İş Mektupları
Özel kurumların arasında veya kişilerle kurumlar arasında, yapılan mektup yazışmasına iş mektubu denir.Bu mektup türünde açıklayıcı anlatım kullanılır.
* Dilekçe
Bir dilekte ya da bildiride bulunmak veya bilgi vermek amacıyla resmi düzeylere sunulan tarihli, imzalı mektuptur. Açık Mektup: Her hangi bir düşünceyi, görüşü açıklamak, bir tezi savunmak için bir devlet yetkilisine ya da halka hitaben, bir kişi ya da kurum tarafından yazılan, gazete, dergi aracılığıyla yayımlanan mektuplardır.
Açık Mektuplar
Açık mektuplarda sadece yazanı değil, geniş kitleleri ilgilendiren önemli konular ele alınır. Açık mektubun türü; makale, fıkra, inceleme yazılarından birine uygun olabilir. Açık mektup örneklerine zaman zaman gazete ve sanat dergilerinde rastlanmaktadır.
Edebi ve Felsefi Mektuplar
Edebî mektuplar; yazarları, içerikleri ve ifade şekilleri ile özel mektuplar içinde ayrı yer tutar ve ayrı şekilde ele alınırlar. Edebî mektuplarda, mektubun yazıldığı dönemin edebiyat ve düşünce olayları yer alır. Yazar, karşısındakine öğüt verir, yol gösterir. Eski dönemlerde, bu tür kişisel edebî mektuplar, "Mektûbât = Mektuplar" adı altında toplanır ve geniş kitlelerin de okuyabilmesi için yayımlanırdı. Düşünce ve edebiyat alanındaki görüşleri sergilemeleri bakımından mektupları yayımlanan yazar ve şairlerimizden bazıları şunlardır:
Ali Şir Nevaî (XV. yy.) Kınalızade Ali (XVI. Yy.) Veysî (XVII. yy.) Ragıp Paşa (XVIII. yy.) Namık Kemal (XIX.yy.) Ahmet Hamdi Tanpınar (XX. yy.)
Ayrıca mektup tarzında eleştiri, seyahatname, roman, hikâye, şiir gibi yazılı kompozisyon türlerinin (edebî türler) de yazıldığı görülmektedir.
Otobiyografinin Belirleyici Özellikleri:
• Otobiyografi düşünsel plânla yazılır.
• Otobiyografi, belgelere dayanılarak yazılır. Rivayetlere ve tartışmalara yol açacak bilgilere yer verilmez.
• Derlenen bilgiler bilimsel araştırma yöntemiyle bir araya getirilmelidir.
• Biyografi yazarı objektif olmak zorundadır.
• Otobiyografide kişi kendini anlatır.
Otobiyografi Nedir
Otobiyografi veya otobiyoğrafi (öz yaşam öyküsü olarak da geçer), yunanca auton, 'kendi, öz', bios, 'hayat' and graphein, 'kitabet' demektir. Bu terim tarihi 18. asrın sonlarında ortaya çıkmıştır.
Özetle; bir düşünürün, bir sanatçının kendi yaşam öyküsünü anlattığı eserdir. Kaynak olarak kişi kendini ve aile büyüklerinden aldığı bilgileri kullanır. Otobiyografi yazmak çok güçtür, çünkü insanın kendinden sözederken objektif olması zordur.
Otobiyografiler sayesinde o kişinin sanatı, düşünceleri, yaptığı işler hakkında bilgileniriz. Biyografiler aynı zamanda iyi bir belgeseldirler. Bu alanda çalışacaklara ve yazarın yaşadığı dönemin özelliklerine kaynaklık eder. Otobiyografileri okumak, kendi deneyimlerimize bir yaşam deneyimini, yaşayanın ağzından katmak demektir. Onların; başarılarının nedenlerini çözeriz.
Tutanak
Muhtelif toplantılarda yapılan konuşmaları söylenen sözleri herhangi bir olayın şekil ve sonuçlarını bildiren imzalı yazılara tutanak denir.
Toplantıya katılanlar, toplantı sonunda tutanağın altını imzalarlar. Tutanağı süratli yazan birisi yazmalıdır. Tutanağı tutacak kimse konuşmaları çok dikkatli dinlemelidir. Tutanak, raporun değişik bir şeklidir. Rapor inceleme sonucu yazılmış , tutanak ise konu veya olayın görülmüş şekliyle yazılmış olmasıdır.
Örnek Tutanak 1
SOSYAL KULÜP TOPLANTI TUTANAĞI
Öğretim Yılı: 2008-2009
Okulun Adı:...................ÖĞRETMEN LİSESİ
Kolun Adı: KÜLTÜR VE EDEBİYAT KULÜBÜ
Toplantı No: .....................
Toplantı Tarihi: ......../....../......

GÜNDEM :
1............................................................................................
2.............................................................................................
3............................................................................................

GÖRÜŞMELER VE ALINAN KARARLAR............................................... ................................................................................................................ .................................................................................................................
Başkan         Başkan Yardımcısı                Sayman             Sekreter
Üye                Üye
                                                                         Danışman Öğretmeni
ANI (HATIRA) TÜRÜ
Bir kimsenin, özellikle tanınmış kişilerin yaşadıkları dönemde gördükleri ya da yaşadıkları ilginç olayları gözlemlerine ve bilgilerine dayanarak anlattıkları yazı türüdür. Tanınmış sanatçı, siyasetçi, ve bilim adamlarının yazdığı anılar onların yaşayışlarını, yaşadıkları dönemdeki önemli olayları anlatması bakımından önemlidir.
Özellikleri :
1 – Yaşanmakta olanı değil, yaşanmış bir konuyu anlatır.
2 – İnsan belleğinde iz bırakan olay ve olguları anlatır
3 – Tarihsel gerçeklerin öğrenilmesine katkı yaptığı için tarihçilere ışık tutar.
4 – Tanınmış, bilim, sanat ve politika adamlarının yaşamlarını çalışma ve araştırmalarını anlatır.
5 – Yazarın unutulmasını istemediği gerçekleri kalıcı kılar.
6 – Geçmiş birinci kişinin ağzından kişisel yargılar ve yorumlarla verilir.
TARİHSEL GELİŞİMİ
Batıda en çok yaygın bir tür olup ilk örneğini eski Yunan sanatçısı Ksenophon’un “Anabasis” adlı eseriyle vermiştir. Alman filozofu Eflatun’un birçok eseri bu türdendir 18. yüzyılda J. J. Rouseau’nun “ İtiraflar” Goldoni’nin “İyilkik Sever Somurtkan”, Goethe’nin “Şiir ve Gerçek Andre Gide’nin “Jurnaller “bu alanda önemli eserlerdir. 19. yüzyılda Fransız edebiyatında :Victor Hugo’nun”Gördüklerim”, Stendhal!ın “Bencillik Anılar, Verlaine’nin “ İtiraflar Rus yazarTolstoy’un İtidafım” 20. yüzylda dünyanın her ülkesinde çok sayıda edebiyatçı bu türde eserler vermeye devam etmektedir. Bizde, 7. yüzyıla ait “Göktürk Yazıtları” bu türün ilk örneği sayılmaktadır. 16. yüzyılda Hindistan’da bir imparatorluk kurmuş olan Babür Şah’ın yazdığı “Babürname” , 17. yüzyılda Ebul Gazi Bahadır Han’ın yazdığı “Şecere-i Türk” , Katip Çelebi ve Naima’nın bir çok eseri bu türün örneklerindendir. Eski edebiyatta anı özelliği taşıyan “Vakainameler, Gazavatnmeler, sefaretnameler bu türün öenekleri sayılmaktadır
Edebi tür anlamında anı ise bizde Tanzimat döneminde başlamıştir. Önceleri Ebuziya Tevfik ve Ali Suavi çıkardıkları gazetelerde anılarını yayınlarlar Daha sonra Akif Paşa’nın “Tabsıra” Namık Kemal’in “Magaza Mektupları” , Ziya Paşa’nın “Defter-i Amel” Ahmet Mithat Efendi’nin “Menfa” Muallim Naci’nin “Ömer’in Çocukluğu” Servet-i FünunDöneminde; Ahmet Rasim’in “Eşkal-i Zaman”, “Falaka” “ Maharir “,”Şair “ Halit Ziya’nın “Kırk Yıl”, Saray ve Ötesi Hüseyin Cahit Yalçın’ın : “ Edebi Hatıralar”. Son Dönem Edebiyatında Yakup Kadri: “Zoraki Diplomat, Vatan Yolunda , Gençlik ve Edebiyat Hatıraların” Ruşen Eşref Ünaydın : “ Atatürk’ü Özleyiş” Falih Rıfkı Atay : “Çankaya” Halide Edip . “Türk’ün Ateşle İmtihanı” Yahya Kemal: “ Çocukluğum, Gençliğim, Siyasi ve Edebi Hatıralarım “ Yusuf Ziya Ortaç “ Porteler,” Bizim Yokuş” Ahmet Hamdi Tanpınar . “ Kerkük Anıları” Samet Ağaoğlu: “ Babamın Arkadaşları” Salah Birsel : “Ah Beyoğlu Vah Beyoğlu” Halikarnas Balıkçısı : “ Mavi Sürgün” Oktay Rıfat . “Şair Dostlarım”
Ayrıca, son dönemde, Celal Bayar, İsmet İnönü, Kazım Karabekir ve Rauf Orbay gibi siyasi kişilerin yazdıkları anılar, yakın tarihimizi aydınlatması bakımından önemli eserlerdir.
ANI İLE GÜNLÜĞÜN BENZER VE FARKLI YANLARI
1 – Anı da günlük gibi bir kişinin başından geçen gerçek yaşantılardan kaynaklanan yazı türüdür .
2- Günlük yaşanırken anı ise yaşandıktan sonra yazılır
3 – Anılar, yazarların yaşlılık çağlarında yazdıkları ve yaşamları boyunca karşılaştıkları olayları nesnel bir şekilde ortaya koyan yazılardır Günlükler ise daha öznel, derin, içten ve ruhun derinliklerinden kopup gelen Anlık duygu ve düşünceler hakimdir.
4 – Anı yazılarının anlatım açısından kurgusal niteliklere sahip olduğunu da söyleyebiliriz Günlükler ise kurgudan uzak yoğun düşüncelerin toplamıdır.
GEZİ YAZISI
Herhangi bir kimsenin, daha çok bir edebiyat sanatçısının gerek yurt içinde gerekse yurt dışında gezip gördüğü yerlerdeki toplumları, kentleri, yerleri, yaşayışları, âdet ve töreleri, gelenek ve görenekleri, doğal ve tarihî güzellikleri, ilgi çeken değişik yönleri edebî bir üslup içinde kaleme alarak anlatmasına “gezi yazısı (seyahatnâme)” denir.
** Yazar, gezip gördüğü yerlerle ilgili gözlemlerini, incelemelerini bilgileri bir araya getirerek gezi yazısını yazar.
** Okur, anlatılan yerleri bu sayede sanki yazarla birlikte geziyormuş hissine kapılır.
** Gezi yazılarında aydınlatıcı, öğretici bilgiler de yer alır.
**Amaç, gezilen yeri okuyucuya her yönüyle tanıtmaktır. Bu yapılırken geçmişle gelecek arasında bağ kurulur, toplumların birbirleriyle ilişki kurması ve birbirlerini tanıması, toplumlar arası kültür alış-verişi ortamının oluşması sağlanır.
** Gezi yazılarında, gezilip görülen yerin bütün özellikleri ele alınır.
** Gezilen yerin özellikle tarihî, coğrafî, tabiî ve sosyal nitelikleri belirgin şekilde anlatılır. Gezi yazılarında gezginin dikkatini çeken ve farklı bir özellik gösteren insanlar, tarihî ve tabiî güzellikler, farklı kültürler gibi konular güncel olaylarla da bütünleştirilerek edebî bir üslupla yazıya geçirilir.
** Gezi yazılarında ayrıca yörenin dil, din, inanç, adet, gelenek, görenekleri incelenir. Bölgedeki insanların düşünce yapısı ortaya konur. Bölge, okuyucunun daha iyi anlaması açısından başka bölgelerle kıyaslanır.
** Yazar, gezisi esnasında birçok yer görür, birçok insanla tanışır; bunları hafızasında tutmak zor olduğu için gezi esnasında kısa notlar alır ve bunları hikâye eder.
** Gezi yazısı gezilen bölge için belgesel bilgiler içerir.
** Bu bakımdan gezi yazısında yazar gözlemlerine yer vermeli, yanlış bilgiler aktarmamalıdır.
** Gezi yasında gerçek bilgiler verilmelidir. Ancak gezi yazıları her şeye rağmen kişisel bir değerlendirme içerdiği için nesnel verilerden oluşan bilimsel bir belge niteliği taşımaz.
** Sadece fikir verici bir içeriğe sahiptir.
**Dış dünyayı yazarın gözüyle anlamaya yarar.
Dünya Edebiyatında Gezi Yazısı
** Dünya edebiyatında gezi yazısının ilk örnekleri sayılabilecek eserleri verenlerin başında Heredotos (Heredot), Marco Polo (Marko Polo, 1254–1324), İbni Batuda (1304–1369) gelir.
Türk Edebiyatında Gezi Yazısı
** Eski çağlarda özellikle keşif, ticaret, savaş amacıyla değişik geziler yapılmıştır.
** Eski Türk edebiyatında gezi yazısına “seyahatnâme” denirdi.
** Türk edebiyatında en eski seyahatnameler, Timur’un oğlu Şahruh’un yanında bulunan Gıyasüddin Nakkâş’ın yazdığı “Acâib’ül Letâif” ve Ali Ekber Hatâi adlı bir tüccarın kaleme aldığı “Hıtâînâme” dir.
** 16. yüzyılda yazılan “Baburnâme” ve Kâtîbi mahlasıyla tanınan Seyit Ali Reis’in “Mirat-ül Memalik (Memleket Aynası)”; Evliya Çelebi’nin 17. yüzyılda yazdığı “Seyahatnâme” ise dünya edebiyatındaki en iyi örneklerle boy ölçüşebilecek niteliktedir. Bu eserin birinci bölümü her yönü ile İstanbul’u anlatmaktadır.

**Kanunî Sultan Süleyman’ın hizmetinde bulunmuş olan Pirî Reis’in yazdığı “Bahriye” adlı eseri verdiği coğrafya ve oşinografya bilgileri dışında mükemmel bir Akdeniz seyahatnâmesi sayılabilir.

** Ancak Türk edebiyatında Batılı anlamda gezi yazısı örnekleri Tanzimat döneminde yazarların Avrupa’ya gitmesiyle verilmeye başlanmıştır. Avrupa’ya giden sanatçılar gördükleri şehirlerle ilgili yazılar yazmışlardır. Özellikle Namık Kemal ve Ziya Paşa bunların başında gelir.
RAPOR
Her hangi bir konu ya da olayla ilgili inceleme sonucunu tespit ederek bildiren yazılara rapor denir.
İncelenmek istenen bir sorun; doğru, kesin, güvenilir bilgi gerektiren bir iş hakkında, onu soruşturmakla görevlendirilen kişinin yaptığı "araştırma, inceleme" sonucunu belli kurallara göre yazdığı yazı, rapor türüne girer. Rapor; yazılı olur, ancak "sözlü" olarak da bir makama, kurula sunulabilir. Raporun bir makama yazılı olarak sunulması, "dilekçe" yazmak biçiminde olmalıdır. Sözlü olarak raporun sunulmasında ise, sunulan kişiye ya da kurula "hitap cümlesi" ile söze başlanır.
Yazılı anlatım türleri içinde rapor, çok değişik konularda kaleme alınan bir yazı türüdür. Tek kişinin hazırladığı rapora kişisel rapor, birden fazla kişinin hazırladığı rapora da ortak rapor adı verilir.
Bir raporun hazırlanmasında göz önünde tutulması gereken nitelikleri de şöyle sıralayabiliriz:
* Konunun uzmanı olmak.
* Raporun konusunu iyi kavramış olmak.
* Konuyla ilgili kaynakları taramak.
* Kaynaklardan elde edilen malzemeyi etkili, çarpıcı, inandırıcı ve doyurucu nitelikte hazırlamak.
* Objektif davranmak.
* Bilimsel çalışmaları değerlendirirken raporları bilimsel ölçüler içinde hazırlamak.
* Raporlarda ileri sürülen olumlu ya da olumsuz görüşleri kesin deliller ile somut bir biçimde açıklamak.
* Raporları belli bir plân dahilinde hazırlamak ve varılan yargıyı açıkça belirtmek.
* Gereksiz ayrıntılara girmeden özlü bir biçimde sınırlandırmak.
* Açık ve net bir ifade kullanmak. Yanlış anlaşılmaya meydan vermemek.
DİLEKÇE
Dilekçe: Bir isteği, bir şikâyeti duyurmak veya herhangi bir konuda bilgi vermek için resmî veya  özel kurum ve kuruluşlara, gerçek ve tüzel kişilere yazılan imzalı başvuru yazısıdır. Her Türk vatandaşının resmî kurumlara dilekçe verme hakkı vardır ve bu hak anayasa teminatı altındadır.
Dilekçe yazarken dikkât edilecek hususlar:
1.Çizgisiz beyaz kâğıda yazılmalıdır. Kesinlikle yarım kâğıt kullanılmamalıdır. Kâğıdın arka yüzüne geçilmemelidir, çok gerekli ise ikinci kâğıt kullanılmalıdır.
2. Bilgisayar, daktilo veya dolma kalemle yazılabilir. Tükenmez kalemle mavi ve siyah mürekkepli kalemler dışında başka renkli kalemlerle yazılmaz.
3. Sorun hangi kurumu ilgilendiriyorsa ona hitap edilerek başlanmalıdır.
4. Yer ve tarih belirtilmelidir.
5. Ciddi ,resmî, saygılı bir dil ve üslûp kullanılmalı, nesnel olunmalıdır.
6. Sorun, durum ya da dilek kısa ve açık olarak ifade edilmelidir. Gereksiz ayrıntılara ve kişiselliğe yer verilmemelidir.
7. İstenen şey yasalara uygun olmalı; yasal çerçeve kesinlikle aşılmamalıdır. Bir şikâyet söz konusu ise sorun mutlaka belgelere ve tanıklara dayandırılarak açıklanmalıdır.
8. Hiyerarşik düzene dikkât edilmelidir.
9.Bir konuda üst makamın bilgilendirilmesi amaçlanmışsa "...durumu bilgilerinize arz ederim.",
Üst makamın bir sorunu çözmesi, bir işlemi başlatması isteniyorsa  "Gereğini saygılarımla arz ederim.",
Yapılacak bir işlem için izin isteniyorsa " İzninizi saygılarımla arz ederim" gibi saygı ifadeleriyle son bulmalıdır.
10.Yazım ve noktalama kurallarına dikkât edilmelidir.
11.Dilekçe sahibi adını ve açık adresini belirtmelidir.
12.Bir dilekçede sadece bir imza bulunması gerektiği  unutulmamalıdır. Ortak bir konuda birden fazla kişi aynı dilekte bulunacaksa bunlar da dileklerini ayrı ayrı dilekçelerle belirtmelidirler.
13. Dilekçeye eklenecek ek belgeler yazının sonunda "ekler" başlığı altında maddeler halinde sıralanmalıdır.
MAKAM  ADI

                                             YER

Dilekçenin metni.......................................................................
..................................................................................................

ADRES:......................                                                TARİH
................................                                                   İMZA
................................                                                   İSİM
..............    

Ekler:
1)............
2)............


T.C
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
FEN-EDEBİYAT FAKÜLTESİ DEKANLIĞINA

  ANKARA
            Türk Dili ve Edebiyatı  bölümünde normal öğretim ikinci sınıf, 121212 numaralı öğrenciyim. 2007-2008 ders yılı güz dönemi  Çağdaş Türk Lehçeleri genel sınavına ekte belgesini sunduğum hastalığım dolayısıyla giremedim. Mazeret sınavına alınmam için gereğini  arz ederim.

ADRES

Cumhuriyet Mah. Atatürk Cad.
13.02.2007
Nu:18 ANKARA
İmza


Eki :Sağlık raporu.
 GÜNLÜK
Günlük türünün ne olduğu üzerine kafa yormak, aslında biraz da edebiyatın ne olduğunu düşünmektir. Düzenli olarak tutulmuş, tarih atılmış notlardan mı ibarettir günlükler yoksa bundan fazla bir şey mi?
Bu konuda en genelleyici tanımı usta günlükçü, romancı André Gide yapmıştı: "Günlüğün anıdan tek farkı, günü gününe tutulmuş olmasıdır." Edebiyatın toplardamarlarından biri olarak her günlük bir portre, bir öykü, bir anı, bir tarih yazısıdır. Yayımlanmak için yazılsın yazılmasın, her günlüğün bir kurgusu vardır. Paris'teki Bir Yabancının Günlüğü yazarı Malaparte'nin dediği gibi, "Günlüklerin, tüm öyküler gibi, bir başı, bir entrikası ve bir sonu vardır."
Öğretmeye bağlı, gerçekçi anlatım türlerinden biri olan günlükler, bir kişinin önemli ve kayda değer bulduğu olayları, gözlem, izlenim duygu düşünce ve hayallerini günü gününe tarih belirterek anlattığı yazdığı yazı türüdür. Latincedeki "dies ( gün ) sözcüğünden "diarium" ( günlük ) sözünden gelir.
Edebiyat ve sanat dünyasından tanınmış kişilerin kaleminden günü gününe yazılan günlükler, tüm gerçekliğiyle yaşamı yansıtan birer ayna olarak karşımıza çıkmaktadırlar. Günlükler, yazarlarının iç dünyasını kurgusuz bir biçimde sergileyerek günlüğün sahibine ilişkin ayrıntılı bilgilere birinci elden ulaşmamızı sağladıkları gibi, yazıldıkları dönemin önemli olaylarına ilişkin tarihsel belgeler olarak da önem kazanırlar.
Örneğin 1409-1431 yılları arasında Fransız bir papanın tutuğu "Parisli Bir Burjuvanın Günlüğü" VI. ve VII. Charles dönemini araştıran tarihçiler için önemli bir kaynaktır. İngiliz Günlük yazarı John Evelyn'in "Diary" (günlük) adlı günlüğü 17. yüzyıl İngiltere'sinin toplumsal ve kültürel yapısına ışık tutar.
Günlük Özellikleri
1- Yaşan olayların, izlenimlerin günün gününe yazılması ile oluşurlar
2 - Birinci kişi ağzından yazılmış kısa ve özlü yazılardır
3 - İnandırıcı, içten ve samimidirler.
4 - Konuşma diline yakın bir dil kullanılır.
5 - Yazarın kişiliğini, görüşlerini ve ruhsal yapısını yansıtırlar.
6 - Gerçekler, yaşanılanlar değiştirilmeden, çarpıtılmadn yazılır
7- Tarih, biyografi, anı için birer belge değeri taşırlar.
Günlük Çeşitleri
1 - İçe Dönük Günlükler ( özel ruhbilimsel günlük ): Yazarın bir bakıma kendi kendi ile konuşmasıdır içinde bulunduğu doğal ve toplumsl çevreden yazgısından yakınır. Bu metinlerde yazarın yaşadığı duygusal coşkunluğu bulabileceğimiz gibi, çeşitli kavramlar hakkındaki düşüncelerin yazarın bilincindeki açılımlarını da bulabiliriz. Stendhal'ın günlüğü, Rus yazar Alexander Sergeyeviç Puşkin'in "Gizli Günce" bu metinlere örnek gösterilebilecek niteliktedir. Fransız yazarı Andre Gide ve bizde Nudullah Ataç bu türün başta gelen ustalarındandır.
2 - Dışa Dönük Günlükler : Bu tip günlüklerde yazarlar, alaycı bir tavırla dönemin olaylarını, siyaset, sanat ve edebiyat adamlarını ya da gündelik sıkıntılarını öykü tekniği kullanılarak anlatmaktadırlar. Bu tür günlüklerde yazar kendi zaman dilimi içindeki tutum ve davranışlardan, düşünsel akımlardan haber verir. Bu nedenle de bu günlükler birer belge değeri taşır. Ünlü ressam Paul Gaugin'in o dönemde Fransız kolonisi olan Markiz adalarında yazdığı günlük, dışa dönük günlüklere örnek olabilir.
Yaşadığı hayat kesitlerini, çeşitli konulardaki izlenimlerini öykü tekniği ve zengin betimlemeler aracılığıyla günlüğüne yansıtan ünlü öykücümüz Tomris Uyar'ın günlükleri de dışa dönük niteliğe sahiptir.
Bu türler dışında bir de sanat esarlerinin oluşumu ve gelişini ile ilgili günlüklerde vardır. Yazar eserinin gelişme evrelerini günü gününe anlatırken çektiği sıkıntıları, kaygılar çalışma yöntemini de bize göstermiş olur. A. Gide'nin "Kalpazanlar" Thomas Man'ın "Doktor Faustas" bu tür günlüklerin başarılı örnekleridir.
Günlük Tarihsel Gelişimi
Günlük isimli yazın türünün tarihsel gelişimini ve geçirdiği evreleri incelemek istediğimizde bu yazın türü için iki ayrı dönem olduğunu fark ederiz. Bu dönemlerden ilki günlüklerin edebi bir nitelik kazanmasından önceki dönemdir. Tarihte ilk defa Romalılar günlük kullanmıştır. Edebi içerikten yoksun, bir takım kamu kuruluşlarında yapılan işlemlerin unutulmaması amacıyla tutulan ve "commentarii" adıyla anılan bu ilk günlükler, duygusallıktan uzak notların kabaca birleşiminden oluşmaktadır. Tarihte, bu çeşit günlüklerin savaşlar ve askeri hareketleri not etmek amacıyla kullanıldığı da görülmüştür. Edebiyat değeri taşımayan bu günlükler şüphesiz tarihçiler için önemli kanıtlardır, Osmanlı Teşrifatçılarından Ahmet Ağa Kara Mustafa Paşa'nın İkinci Viyana kuşatmasını günü gününe kaydettiği "Vakay-ı Beç" adlı eseri( Aslı Viyana Milli kütüphanesinde olup "Viyana Önlerinde Kara Mustafa Paşa" ve "Viyana Kuşatması Günlüğü" olarak Türkçeye çevrilmiş ) , Yavuz Sultan Selim'in Çaldıran ve Mısır seferini anlatan "Haydar Çelebi Ruznamesi " bu dönem ve olaylara ışık tutmuştur .
Günlükler edebi değer kazanmaya ancak. Rönesans sonlarına doğru başlamıştır. 1768-1840 yılları arasında İngiltere Kraliçesinin nedimesi ve roman yazarı olan Fanny Burney, saray dedikodularına ve pek çok olaya kendi duygusal izlenimlerini ekleyerek yazdığı günlükle İngiliz edebiyatında önemli bir yere sahip olmuştur.
19. yüzyılın ortalarına doğru, romantizm akımının en yoğun dönemini yaşamasıyla birlikte günlükler, edebi değeri ve içeriği bakımından çoğalmaya, yaygınlaşmaya ve yazarlarının iç dünyasını yoğun duygularla yansıtmaya başlamıştır.
Türk edebiyat tarihi düşünüldüğünde, Divan edebiyatı döneminde tutulan "Ruzname" isimli savaş notları ile Evliya Çelibi'nin "Seyahatname"si tam bir günlük niteliği taşımasa da içerdikleri bazı bölümlerle bu yazın türüne yakınsamakta ve tarihimizdeki ilk günlük örneklerini oluşturmaktadır. Asıl olarak günlüklerin, batı edebiyatındaki biçim ve içeriğiyle Türk edebiyatında yer alması Tanzimat dönemine denk gelmiştir. Direktör Ali Bey'in "Seyahat Jurnali"(1897) adlı gezi kitabı batıdaki anlamıyla Türk edebiyatında görülen ilk günlüktür. Bunu şair Nigâr Hanım'ın "Hayatımın Hikayesi" adlı eseri izler.
Günlükler,1950 yılında Nurullah Ataç'ın bir gazetede günlük yazıları yazmasından ve yoğun ilgi çekmesinden sonra önem kazanmaya başlamıştır. Nurullah Ataç bu yazılarına başlık olarak "Günlük" yerine "Günce" deyişini kullanarak bu deyişi yazın hayatımıza kazandırmıştır. Nurullah Ataç'ın günceleri içe ve dışa dönük içeriğin uyumlu bir sentezi olarak edebiyat dünyasına bu türdeki en bilinen eser olarak geçmiştir.
Türk edebiyatındaki en seçkin günlüklerin başında Oğuz Atay'ın günlüğü ile Cemal Süreya'nın "Günler" adlı eseri gelmektedir Bunlar dışında edebiyatımızda kitap olarak basılan en önemli günlükler ve yazarları şunlardır:
Nurullah Ataç :Günce, Uçuş Günlüğü, Gazi Günlüğü, Avusturya Günlüğü
Salah Birsel: Günlük,Kuşları Örtünmek,Nezleli Karga,Bay sessizlik,Aynalar Günlüğü
Oktay Akbal: Yeryüzü Korkusu, Geçmişin Kuşları, Anılarda Görmek
Ahmet Refik Altınay: Kafkas Yollarında
Falih Rıfkı Atay: Yolculuk Defteri
Tomris Uyar: Gündökümü, Sesler, Yüzler, Sokaklar, Günlerin Tortusu
ÖZGEÇMİŞ
Öz geçmiş, insanın hayatını, kabiliyetini, yeteneğini, iş yapma gücü ve tecrübelerini ortaya koyan bir belgedir. Yani insanın o güne kadar elde ettiği becerilerin özetidir.
Öz geçmişler üçe ayrılır:
1. Kronolojik Öz geçmiş: En çok kullanılan öz geçmiştir. Bunda öğrenim durumu ve önceden çalışılan iş sahaları, bugünden başlayıp geriye doğru gidilerek kronolojik bir sıra içinde verilir.
2. Fonksiyonel Öz geçmiş: Kişinin iş hayatındaki tecrübelerinin özeti verilir. Bu kısımda kişi kendi düşüncelerinden ilgili alana getireceği faydalardan bahsederek kendi niteliklerini açıklar.
3. Yeni mezunlar için öz geçmiş: Bu durumda olanlar yeni işe başladığı için bazı konulara cevap vermek imkânı yoktur. Bu durumda en çok üzerinde durulacak kısım, başvuru amacının düzgün şekilde ifade edilmesidir.
Makale Nedir ? Makale Nasıl Yazılır?
Makale, belirli bir konuda, bir görüşü, bir düşünceyi savunmak ve kanıtlamak için yazılan yazı türüne denir. Gazete, dergi ve internette yayınlanır. Ayrıca herhangi gerçeği açıklığa kavuşturmak, bir konuda görüş ve tezler ortaya koymak ve bir hipotezi savunmak, desteklemek için yazılmış olan yazılara da makale denir.
Makale yazarken aşağaıdaki kriterler önemlidir:
-Anlatımda sade ve belirli bir formata uygun olursa daha iyi olur.
-Somut özellikler ön plandadır.
-Öne sürülen düşünce ve tez kanıtlamak icap eder.
-Makele yazarken belirli bir konu yoktur. Yazar her konuda yazabilir.
-Gazetee dergi ve internette yayımlanır.
 Türk Edebiyatında Makale Yazarları Ve Eserleri
Şinasi
. Mukaddime
Namık Kemal
.  Mes Prisons Muahezenamesi
.  Renan Müdafaanamesi
Ziya Gökalp
. Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak
Cenap Sahabettin
. Evrak-ı Eyyam
. Nesr-i Harp
. Nesr-i Sulh
Ali Canip Yöntem
. Millî Edebiyat Meseleleri ve Cenap Beyle Münakaşalarımız
Yahya Kemal Beyatlı
. Aziz İstanbul
. Eğil Dağlar (makale - sohbet)
Yaşar Nabi Nayır
. Edebiyatımızın Bugünkü Meseleleri (makale - inceleme)
Hasan Ali Yücel
. Pazartesi Konuşmaları
. İyi Vatandaş İyi İnsan
Mehmet Kaplan
.  Büyük Türkiye Rüyası (makale - eleştiri)
.  Kültür ve Dil (makale I eleştiri)
.  Nesillerin Ruhu (makale - eleştiri)
Ahmet Hamdi Tanpınar
. Edebiyat Üzerine Makaleler
Samiha Ayverdi
. Yusufçuk (makale ve konferansları)
RÖPORTAJ
Yazarın okuyucularına bir konuyu inandırmak için kişi, eşya, eser ya da  yer ile ilgili yaptığı incelemeleri fotoğraflarla süsleyerek kendi görüşlerini de katarak yazdığı gazete ve dergi yazılarına röportaj denir.
Röportaj, gazeteciliğin gelişmesi ile ortaya çıkmıştır. Gazetecilerin uyguladığı bir türdür. Radyo ve televizyonlar röportaj aracı konumundadır.
Bu sözcük Latince toplamak getirmek anlamındadır. Türk edebiyatında 1960 yılından sonra halkın sorunlarını yansıtmak gazetelerin vazgeçilmez bir birimi olan röportajla sağlanmıştır.
Başlıca özellikleri;
1-  Yazar bilgiden başka izlenimlerini, görüşlerini, düşüncelerini yazmalıdır.
2-  Röportajdaki konu iyice öğrenilmeli, gerekli incelemeler yapılmalı, gerekli belgeler toplanmalıdır.
3-  Röportajda öznellik hakimdir. Gerçekleri öznel yaşamla harmanlar.
4-  Birinci  tekil kişi ağzından yazılır.
5-  İnsanların söze katılmaları anlatımı canlandırır.
6-  Kaleme alınan olay bizzat yaşanmış olmalıdır.
7-  Röportajda öykülemeye ağırlık verilmelidir. Okuyucuda heyecan yaratmalı, özelden  genele gidilmelidir.
8-  İyi bir röportajda gezip görülen yerlerin yorumlanması ya da değerlendirmesi olmalıdır.
Dünya edebiyatında; Jack London, Heming Way, Selohow Sortre, röportaj örneği vermiş sanatçılardır.
Türk edebiyatında: Rujen Eşref Ünaydın, Falih Rıfkı Atay, Abdi İpekçi, Fikret Otyam, Yaşar Kemal, Mete Akyol, Mustafa Ekmekçi, Halit Çapın, Dursun Akşam röportaj örneği vermiştir.
Röportajda konularına göre üç’e ayrılır:
1-  Bir yeri konu alan röportajlar; Bu röportajlarda ya da tanıtılan yeri, yaşamı her yönüyle bilinir. Farklı yönleri fotoğraflarla filmlerle kanıtlanır.
2-  Eşyayı konu alan röportajlar; Eşyanın dikkat çekici özelliği, düşündürücü özellikleri ele alınır.
3-  İnsanı konu alan röportajlar; Belli bir üne kavuşmuş kimselerin, dikkat çeken ve düşündüren yönleri belirtilir. Fotoğraflarla desteklenir.
*  Röportajlarda ses kayıtları, fotoğraflar, filmler vb. teknolojik aletler inandırıcılık kazandıran öğelerdir.
*  Röportaj metinlerinde öyküleyici, betimleyici, öğretici ve açıklayıcı anlatım türleri kullanılır.
Röportaj’ın Diğer Edebi Türlerden Farkları
1-  Haber Yazısı ile Röportaj arasındaki fark
Haber yazılarında haber, olduğu gibi objektif yansıtılır. Röportajda yazarın kişisel görüşleri vardır. Haberin genişletilmiş halidir.
2- Röportaj ile Gezi Yazısı’nın farkı
Gezi yazılarında fotoğraf, resim gibi belgeler bulunmaz. Röportajlarda resimlere, fotoğraflara yer verilir.
Gezi yazılarında insan konuşmalarına (diyaloglara) yer verilmez. Röportajda konuşmalara yer verilir.
Gezi Yazısı ile Röportaj’ın Benzer Yönleri
1-  Her iki tür de bilgilendirme amaçlıdır.
2-  Her iki tür de haber yazısıdır.
3-  Gözlem önemlidir.
Röportaj ile Biyografi’nin Farkı
Röportajlarda konuşmalara yer verilirken biyografide yoktur.
Röportajlarda kişisel yorum varken biyografilerde yoktur.
Röportajlar yaşayan sanatçılarla yapılır. Biyografiler belgelere dayandırılarak yapılır.
DENEME
1.         Tanımı
Bir yazarın özgürce seçtiği herhangi bir konu üzerinde kesin yargılara varmadan, kişisel görüş ve düşüncelerini serbestçe anlattığı yazılara deneme denir.
Kendisinden önce benzeri yazılar yazılmış olmakla birlikte 16. yüzyılda deneme kavramını ilk kez kullanan Fransız yazarı Montaigne (Monteyn)'dir. Denemeler adını verdiği yazıları, bir edebiyat türünün adı olmakla kalmamış, benzerlerinin de yazılmasına yol açmıştır.
 2.         Özellikleri
Denemede konu özgürce seçilir.
İnsanı ve toplumu ilgilendiren her şey (yaşama, ölüm, aşk, sanat, felsefe, din, ahlâk, töre, bilim, siyaset vb.) denemenin konusu olabilir.
Deneme yazarı kendisiyle konuşur gibi yazar.
Dili doğru ve güzel kullanır.
Düşünce ufku geniş ve kendine özgü bilgi birikimine sahiptir.
Kendi duygularının dışında başkalarının düşüncelerine de saygı duyar.
Denemeci ele aldığı konuyu içtenlikle anlatır.
Denemeci, bayağı bir anlatıma inmeden terim ve felsefi kavramların ağırlığından uzak bir üslubu tercih eder.
Denemeci, denemenin sonunda kesin bir yargıya, bir sonuca varmak amacında değildir.
Deneme, herhangi bir konuda düşündürücü, öğretici, inandırıcı ve ufuk açıcıdır.
Deneme rahat okunan bir düşünce yazısıdır.
Denemecinin öne sürülen her düşünce ya da savı doğrulama, kanıtlama gibi bir kaygısı yoktur. Deneme, makale ve eleştiriden bu yönüyle ayrılır.
Deneme yazarı birçok kaynaktan beslenir: Felsefî, sosyolojik, tarihî tema ve olay­ların yanında bilimsel veriler ve ünlü kişilerin özdeyişleri olabilir. Yine de denemeci seçtiği konuyu farklı bir yaklaşımla işler.
 Denemenin Amacı;
Okuyucuyu düşünmeye yöneltmek,
Hayatın gerçeklerini ortaya koymak,
Kültür alanındaki değişme ve gelişmeleri fark ettirmek,
Birey-toplum ilişkisini dile getirmek vb.
 Konularına ve Yazılış Amaçlarına Göre Denemeler;
Klasik deneme,
Edebî deneme,
Felsefî deneme,
Eleştirel deneme olmak üzere gruplandırılır.
Deneme ile makale arasında ne fark vardır?
 Denemelerde kişisel düşünce yer alır. Söylenenlerin kanıtlanmasına ihtiyaç duyulmaz. Denemelerde ele alınan konular, kesin sonuçlara bağlanmaz. Makalelerde ise bilgi vermek, bir fikri açıklamak ön plandadır. Düşünce yönü ağır basar; kanıtlamaya ve açıklamaya dayanır. Kesin bir sonuca ulaşmak hedeflenir.
 Dünya edebiyatında: Montaigne(zaten öncüsüdür),Bacon,Voltaire,J.J Roussesau'yu saymak mümkündür.
Türk edebiyatında ilk deneme kitapları arasında Ahmet Haşim’in Bize Göre (1928), Gurebahanei Laklakan (1928); Ahmet Rasim’in pek çok yazısı; Mahmut Sadık’ın Takvimden Yapraklar (1912); Refik Halit Karay’ın Bir Avuç Saçma (1939), Bir İçim Su (1931), İlk Adım (1941), Üç Nesil Üç Hayat (1943), Makyajlı Kadın (1943), Tanrıya Şikâyet (1944); Falih Rıfkı Atay’ın Eski Saat (1933), Niçin Kurtulmak (1953), Çile (1955), İnanç (1965), Pazar Konuşmaları (1966), Kurtuluş (1966), Bayrak (1970) gibi kitaplarını saymak mümkündür.
 Türk edebiyatında deneme türü, genellikle şair, romancı ya da hikâyeci kimliği öne çıkan sanatçılar tarafından ortaya konan ürünlerden oluşmaktadır. Birinci derecedeki vasfı “denemeci” olan yazar sayısı oldukça azdır. Nurullah Ataç (18981957), Sabahattin Eyüboğlu (19081973), Suut Kemal Yetkin (19031980), Mehmet Kaplan (19151986), Nurettin Topçu (19091975), Salah Birsel (1919 ), Vedat Günyol (1912 ), Enis Batur (1952 ), Cemil Meriç (19171987), Mehmet Salihoğlu (1922 ), Uğur Kökden (1934 ), Nermi Uygur (1925 ) bunlardan birkaçıdır.
Aşağıdaki örnek, çağdaş bir deneme yazarımız olan Vedat Günyol’un bir denemesidir.
 --------------DENEME TÜRÜNE ÖRNEK----------------
KÖRÜ KÖRÜNE İNANMAK
Öyle köylüler biliyorum ki; ayaklarının altını yakmışlar, bir tüfeğin tetiği altında parmaklarının ucunu ezmişler, başlarını cendereye sokup gözlerini kan içinde dışarı fırlatmışlar, yine de ağızlarından söz alamamışlar.
 Birini gözümle gördüm. Öldüğünü sanarak bir çıkıra atmışlardı; boynundaki ip hala duruyordu; bu iple, onu bütün gece bir atın kuyruğuna bağlayıp sürüklermişlerdi. Öldürmek için değil, eziyet etmek için, yüz yerine hançer saplamışlardı. Kendisiyle konuştum; bütün bunlara katlanmış, sonunda da kendini kaybetmiş;  istedikleri sözü söylemektense, bin kez ölmeyi göze almış. Çektiği acılar yanında ölüm hiç kalırdı. Hem de bu adam o semtin en zengin çiftçilerinden biriydi. Nice insanlar kendilerinin olmayan inanışlar için, başkarından aldıkları, ne olduğu doğru dürüt bilmedikleri fikirler için ses çıkarmadan diri diri yanmışlardır.
                                                                                                           Montaigne
BİYOGRAFİ
1-Yaşamı yazılan kişinin kendisi tarafından değil, onunla ilgili araştırma yapan, bilgi ve belgelere ulaşan veya onun yaşamına yakından tanıklık etmiş kişiler tarafından kaleme alınır.
2- Tarafsız ve gerçekçi olunmalıdır.
3-bilgi. Belge, tanık ve kanıtlara dayandırılmalıdır.
4- Kronolojik sıra izlenebilir.
5- Kişiyi tüm yönleriyle tanıtır. Kişinin önemi, değeri, benzerlerinden farkı belirlenmelidir.
6- Öznel bir tutum izlenmemeli, kişinin yaşamı aşırı yerme ve övmelerden uzak tutulmalıdır
7- Açık, sade bir dil kullanılır.
8-divan edebiyatında şairleri anlatan bu eserlere, "Tezkire" denirdi.
9-Türün ünlüleri; Mithat Cemal Kuntay, Şevket Süreyya Aydemir.

28 Mart 2013 Perşembe

zahir-batın nedir?


“ZÂHİR”
(ALGILAYABİLDİĞİN)
"Zâhir" dediğimiz şey nedir?.
Bu gözümüzle gördüğümüz her şey, "zâhir" kelimesi kapsamına girer..
Bâtın” dediğimiz şey de, bu göz ve kulakla, beş duyuyla algılayamadığımız her şey...
ara.jpg (366 bytes)

“BÂTIN”
(ALGILAYAMADIĞIN)
Bâtın” dediğimiz şey de, bu göz ve kulakla, beş duyuyla algılayamadığımız her şey...
ara.jpg (366 bytes)
Bâtın”, gördüğünün, algılayamadığın yanıdır!.
Yani, görüş alanın içinde olmasına-görmene rağmen, görmekte olduğunun “algılayamadığın yanı”dır “bâtın”!.
Nasıl oluyor, görüş alanı içinde olup da, bakmaya rağmen, algılayamamak?
Beyin veri tabanının, dışardan veya içerden beyne ulaşan verileri, onları deşifre edecek kadar yeterli verisi olmaması yüzünden, gelen veya gelmekte olan verileri değerlendirememesi, tanımlayamaması suretiyle!
Dışarıdanı anladık da, peki “içeriden” ne demek oluyor?
İçeriden” demek, beş duyu ile beynine ulaşmayan verilerin tüm türleri demektir.
Bilelim ki, “Bâtın”ı, bir mekân olarak düşünmek, son derece yanlıştır!
Bâtın”, mekân olarak, “zâhir”in ötesinde veya ardında; ya da bir başka boyuttadeğildir!
İnsanın, “algılayamadığının” adının “bâtın” olmasında!
ara.jpg (366 bytes)

ZÂHİR VE BÂTIN DİYE İKİ AYRI BOYUT YOKTUR!
İki ayrı dünya/boyut var sanıyoruz, Zâhir ve Bâtın!
Oysa iki ayrı dünya değil, yalnızca ALGILAYABİLDİKLERİMİZ veALGILAYAMADIKLARIMIZ var..
Ve bu da herkese G Ö R E değişiyor!
Zâhir, bâtındır; bâtın, zâhir! İkisi arasında fark var sanış, gözün kapasitesinden oluşur!
Aynı tek şeyin, gözün görebildiği kısmına “zâhir” derler, göremediğine ise “bâtın”!
Oysa ikisi, aynı “Tek”tir!
ara.jpg (366 bytes)

“BATIN”,
ALGILAYABİLDİĞİN ANDA “ZÂHİR” OLUR!
Esasen, “Bâtın”, tamamiyle “Zâhir” olanın ta kendisidir!.
Esasen, “Zâhir”, tamamiyle “Bâtın” olanın ta kendisidir!.
Bâtın”, algılayabildiğin anda, “Zâhir” olur…
Zâhir”, algılayamadığın süreçte “Bâtın”dır!.
Yani değişen, “Zâhir” ve “Bâtın” değil; senin algılamandır!.
ara.jpg (366 bytes)

“ZÂHİR”1 VE “BÂTIN”, “O” DEDİĞİN VARLIKTIR..
YANİ, “HÛ”!
Bunların, sana göre tümü, "O"dur! Yani, bunların hepsi de, -ki bu çokluk kavramı sana göredir-, "O" dediğin varlıktır!.
Yani, ""!
"" kelimesinin mânâsı bir anlamıyla "O" demektir! Bir diğer anlamıyla da "Zât`ın hüviyetine" işaret eder ki, o mânânın tafsiline bu kitapta girmeyeceğiz.. Ancak "GAVSİYE AÇIKLAMASI" isimli kitabımızda buna değinmiştik.
ara.jpg (366 bytes)

“ZÂHİR” İSMİYLE İŞARET EDİLDİĞİ HALDE,
İNKÂR NİYE?
“ZÂHİR” ismiyle işaret edilen “HÛ”dur; derken, ötelerde aramak niye?
Mükemmeli fark ettirmek için, kâmil olmayanı en mükemmel hâliyle ortaya koyunca, “HÛ”yu inkâr niye?
Algılama kapasitesine göre zâhir iken; zâhirle kayıtlamak niye?
ara.jpg (366 bytes)

ALGILAMA KAPASİTENDEKİ SINIRLILIĞIN GETİRDİĞİ VARSAYIMLA
“TEK”İ BÖLÜYORSUN..
“ZÂHİR” VE “BÂTIN” ORTAYA ÇIKIYOR ORTAYA!
Hangi isimle hangi hâli veya ortamı anarsan an, o ortamda zâhir olan, BÂKİDİR!
ara.jpg (366 bytes)
Sen, bu beş duyu aracın dolayısıyla, o bütünün arasına giriyorsun; araya girişin itibariyle de, senin önün ve arkan, ön yüzün ve arka yüzün diye bir olay ortaya çıkıyor!.
Gerçekte, TEK bir sonsuz sınırsız mutlak var ki, O`nun için, “O”na GÖRE“Zâhir”, “Bâtın”, “Evvel”, “Âhir” gibi kavramlar sözkonusu değil! Bunlar bize GÖRE târifler, tanımlamalar! Anlayış sınırlarımızı genişletmek için verilmiş izahlar..
Sen, algılama kapasitendeki sınırlılığın getirdiği varsayımınla, TEK`i bölüyorsunZâhir ve Bâtın çıkıyor ortaya!.
Artık sen oradan, o aradan çık, sıyrıl!
O zaman Tek bir Bütün`ün var olduğunu ark edersin!.
Yani, ikilik “sen”den, senin kendi varlık zannından doğuyor!. Aslında ikilik yok, dış yapı böylesine bir bütün.
ara.jpg (366 bytes)

ZANNIN-TASAVVURUN,
“ZÂHİR” OLANIN HAKİKATİNDEN PERDELER
VE  O ŞEYİN  SANA “BÂTIN” KALMASINA YOL AÇAR!
Zâhir ve Bâtın denir… Tekrar ediyorum.. Bil ki, bu iki isimle işaret edilen şey birbirinden ayrı değildir; ikisi, aynı tek şeydir! Fark, gözden dolayıdır! Hepsinde, her an, tecelliler zuhur etmektedir. Sakın, bu ikisini birbirinden ayrı sanma!
Bütün tecellilerde hüküm, fenâya er olduğunda; şuur aslına rücu ettiği vakit, sadece “ALLAH” kalmıştır! Ki bu da her an geçerlidir!.
Mevcûdatın “vücudu” sahibine aittir. Bütün görülenlerin var sanılan vücudları gözden doğan hayâllerdir!
Beynindeki veri tabanında bulunan ve gerçekte “zâhir” olan, o şeye verdiğin isim, veya o şey hakkındaki şartlanmaya dayanan zannın-tasavvurun, seni, o şeyin hakikatinden perdeleyip; o şeyin, sana, “bâtın” olarak kalmasına yol açar!
ara.jpg (366 bytes)

SEYREDEMEDİĞİN SÜRECE HAKİKATİNİ
“ZÂHİR”, “BÂTIN”DIR!
Beynindeki veri tabanında bulunan ve gerçekte “zâhir” olan, o şeye verdiğin isim, veya o şey hakkındaki şartlanmaya dayanan zannın-tasavvurun, seni, o şeyin hakikatinden perdeleyip; o şeyin, sana, “bâtın” olarak kalmasına yol açar!
Kavradığın, “zâhir”dir; kavrayamadığın ise “bâtın”!
Karşındakinin veya yöneldiğinin hakikatını seyredebiliyorsan, “bâtın”ı artık “zâhir”dir sana! Seyredemediğin sürece hakikatini, “Zâhir”, ”Bâtın”dır sana!.
Gel dostum, gayrı formatla şu PC’ni de; işletim sistemini ve programlarını yeniden düzenle! Sonra da her şeyi yerli yerince oluşturup, CD veya DVD’ni ona göre doldur!. Zira gittiğin yerde, yeni bir CD-DVD rewriter’ın olmayacak; yazılmışınla başbaşa kalacaksın ebeden; “Zâhir”in zâhir ve “Bâtın”ın bâtın olarak!.
Ve sen sonsuz dek, ötelerde, göklerde aramaya devam edeceksin, aradıklarını!.
ara.jpg (366 bytes)

VAHDET, ŞUUR BOYUTUNDA YAŞANIR…
“ZÂHİR” İSE KENDİ KANUNLARI İÇERİSİNDE AKAR GİDER!
Vahdet konusu şuur boyutunda yaşanan bir gerçektir! Zâhir boyutu ise kendi kanunları içersinde akar gider!. Bu sebeple, bugün zâhir yönünde nasıl bir takım şeyler yapmak mecburiyeti sözkonusu ise, aynı şekilde ölümötesi yaşam bakımından da, aynı şekilde bir takım fiîlleri yerine getirme mecbûriyeti vardır; ve bunları tatbik etmeyenler, bu eksikliklerinin azâbını çekerler!.
ara.jpg (366 bytes)

“ZÂHİR” ESMÂSI
    Apaçık ortada olan; algılanabilen.
ara.jpg (366 bytes)

“BÂTIN” ESMÂSI
     Gizli, ortada olmayan; algılanamayan.
ara.jpg (366 bytes)

MÜŞAHEDESİNDE “ZÂHİR” İSMİ AĞIRLIKTA OLAN VELİLER
"İsevî meşreb" olanlarda teşbih hâli, müşahedesi ağır basar. Zâhir ismi ilâhîsi müşahedelerinde ağırlıklı olduğu için, gördükleri her nesnede önce Allah'ı tesbit ederler.
ara.jpg (366 bytes)

MÜŞAHEDESİNDE “BÂTIN” İSMİ AĞIRLIKTA OLAN VELİLER
"Musevî meşreb" olanlar ise tenzih ağırlıklı müşahede hâlindedirler.
 "Bâtın" ismi varoluşlarında ağırlıklı olduğu için, Hakk’ı her şeyin bâtınında, özünde müşahede ederler ki, bu "neyi görsek, özünde Hakk'ı müşahede ederiz" cümlelerine yol açar. Elbette ki bu görüşte "Tenzih" esası ağırlık kazanır.
ara.jpg (366 bytes)

“ZÂHİR” VE “BÂTIN”DAN KURTULMUŞ OLMANIN ALÂMETİ
DEĞER YARGISIZ ÇOKLUĞU SEYİRDİR!
Sınır kavramından (Zâhir-Bâtın) kurtulmuş olanın alâmeti, değer yargısız çokluğu seyirdir!
“Zâhir” ve  Bâtın  denir..
Tekrar ediyorum... Bil ki, bu iki isimle işaret edilen şey birbirinden ayrı değildir; ikisi, aynı tek şeydir!. Fark,  gözden dolayıdır! Hepsinde, her an, tecelliler zuhur etmektedir. Sakın, bu ikisini birbirinden ayrı sanma!.
ara.jpg (366 bytes)

YAŞADIKLARIMIZIN ZÂHİRİ, BÂTININDAN,
BÂTINDAKİ OLUŞUM DA ZÂHİRİNDE YAŞANACAKLARDAN
PERDELEMESİN!
Bir gerçek bir başka gerçeğe perde olmasın...
Yaşadıklarımızın zâhiri, o olayın bâtınından, bâtındaki oluşum da zâhirinde yaşanacaklardan bizi perdelemesin!.
Cuma namazındayım. Hutbede hoca Ramazan sonrası ibadetlerin devam etmesini tavsiye ediyor.
Va’büd rabbeke hatta ye’tiyekel YAKîN” ayetini konuya misâl gösteriyor ve tercüme ediyor:
ÖLÜM gelene kadar Rabbine ibadet et”!
Acaba Kurân-ı Kerîmi nâzil eden, ölüm anlamına gelen “mevt” kelimesini bilmiyor muydu!? Niye “va’büd rabbeke hatta ye’tiyekel MEVT” dememişti?
Şayet “Yakîn” kelimesinin anlamı yakıştırıldığı üzere “ölüm” anlamında ise, bu durumda şöyle denmez miydi bu defa da:
Külle nefsin zâikatül YAKîN”!..
Eğer, Allah, kitabında, bir âyette “yakîn” kelimesini kullanmışsa, siz onu “mevt” diye değiştiremezsiniz! “Mevt” kelimesini kullanmışsa siz onun yerine “Yakîn” kelimesini oturtamazsınız!
Burada niye bunu kullanmış anlayamıyorum”, diyebilirsiniz. Ama asla,anlayamadığınız şeyi, Allah’ın kullanmadığı kelimenin anlamıyla ÖRTEMEZSİNİZ!.
Her nefs ölümü TADACAKTIR” âyeti iyi anlaşılması gereken bir âyettir.
“Ölüm” denen bedeninin kullanılmaz hâle gelmesi dolayısıyla, artık bedenini kullanamama ve dünya ile iletişiminin kopması hâlini her bilinç yaşayacaktır... Bilinci en sağlıklı zamanındaki gibi, şuuru yerinde olarak!.
Tattıktan sonra da, gene aynı şekilde şuuru yerinde, bilinçli olarak yaşamına devam edecektir kabir boyutunda.
ara.jpg (366 bytes)

19 Mart 2013 Salı

Mevlana Celaleddin Rumi'den Güzel Sözler



• İlkte son bulmaktır!.Başlangıçta bitmektir AŞK!            
  Varlıkta yok,yoklukta varlığı bulmaktır..
  Aşk;ne hüzün,ne sevinç,ne de hülya...
  Aşk,sahili olmayan uçsuz bucaksız bir derya!.
  Aşk ne Mecnun,Aşk ne Leyla..
  Aşk dediğin,yalnızca eşsiz yüce MEVLA!...
• Hayat bir uykudur, ölünce uyanır insan; sen erken davran ölmeden önce uyan... 
• Eğriyi kendinde arayan, doğruyu kalbinde bulur ; Aşkına emekle yürüyen, dermanı derdinde görür.
• Bazen Bitmek Bilmeyen Dertler Yağmur Olur Üstüne Yağar; Ama Rengarenk Gökkuşağı da Yağmurdan Sonra Çıkar. . . ! 
• 'Ey gönül! Ne tuhaf değil mi,bir ömür,şah damarından daha yakın bir sevgiliyi aramakla geçiyor...
• Ümit, güvenlik yolunun başıdır. Yolda yürümesen de daima yolun başını gözet. “Doğru olmayan şeyler yaptım.” deme, doğruluğu tut. / O zaman hiçbir eğrilik kalmaz. / Doğruluk Musa’nın asası gibidir. Eğrilik ise sihirbazın sihrine benzer. Doğruluk ortaya çıkınca onların hepsini yutar.
• Gönlü ışık yakmayı, aydınlanmayı öğrenen kişiyi, güneş bile yakamaz. Gündüz gibi ışıyıp durmayı istiyorsan, geceye benzeyen benliğini yakıver.
• Bir mum diğerini tutuşturmakla ışığından birşey kaybetmez.
• Sözünü öyle bir izah et ki havas da avam da istifade etsin.
  Herkesin aklının ereceği, fikrinin anlayacağı bir tarzda anlat.
  Söz söyleyen kemal sahibi olursa, (mağfiret ve hakikat) sofrasını yaydı mı, o sofrada her türlü aş bulunur.
  Hiçbir misafir aç kalmaz, herkes o sofrada kendi gıdasını bulur.
• Nice insanlar gördüm, üzerinde elbisesi yok. Nice elbiseler gördüm, içinde insan yok.
• Adalet nedir? Her şeyi yerine koymak. Zulüm nedir? Bir şeyi yerine koymamak,başka yere koymak.
• Bak… Bil ki domuzların önüne inciler serilmez
  Mücevherden sarraflar anlar ancak, başkası bilmez.
  Ne fark eder ki kör insan için elmas da bir cam da,
  Sana bakan bir kör ise, sakın kendini camdan sanma.

Gel, gel, ne olursan ol yine gel !
Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol.
Suskunluğum asaletimdendir, her lafa verecek bir cevabım var.Ama bir lafa bakarım laf mı diye, bir de söyleyene bakarım adam mı diye...
Birisi güzel bir söz söylüyorsa bu, dinleyenin dinlemesinden, anlamasından ileri gelir.
Yüz rüzgarı olmak isterdim.
Madem ki sen bensin, ben de senim, niceye şu senlik benlik?
Şu tertemiz tarlaya sevgiden başka bir tohum ekmeyiz biz.
Akıl padişahı kafesi kırdı mı, kuşların her biri bir yöne uçar.
Eşeğe, katır boncuğuyla inci birdir. Zaten o eşek, inciyle denizin varlığından da şüphe eder.
Leş, bize göre rezildir ama, domuza, köpeğe şekerdir, helvadır.
Cahil olanların merhameti ve lütfu azdır.
Fakire verilen daha onun eline geçmeden Allah'a ulaşır.
Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol.
Beri gel, beri!
Her insan bir alemdir. İnsan düşünceden ibarettir, geri kalan et ve sinirdir.
Üç sözden fazla değil , Tüm ömrüm şu üç söz , Hamdım, piştim, yandım
Sevgisiz insandan dünya, unutma ki korkarmış.
İnanan kişi, işlerini Allah emretti diye yapar. İnanmayan ise, mücadele ve gösteriş olsun diye yapar. Böyle inatçı kişilerin başlarına toprak saç.
Bir katre olma, kendini deniz haline getir
Mideyi bırak da gönül tarafına salın. Salın da Allah’tan perdesiz selam alasın.
Gece esen ve suçsuzların ahına karışan
Ey arkadaş, sufi, bulunduğu vaktin oğludur. Bu iş yarın olsun yarına kalsın demek, tarikat anlayışına uymaz.
Her rüzgarla otlar gibi sallanırsan, dağlar kadar olsan da bir ota değmezsin.
Gel, gel, ne olursan ol yine gel,
Korkunç bir kurban bayramı olan kıyamet günü, inananlara bayram günüdür, öküzlere ölüm günü.
Allah mermere emir vermez.
Birşeyi bulunmadığı yerde aramak aramamak demektir.
Dostun yanına hediyesiz gitmek,buğdaysız değirmene gitmek gibidir.
Kötülerin övülmesi arşı titretir.
İçinde azıcık nur olmayana, dışarıdan verilen öğüt fayda vermez. [1]
Gelin bağa yeşiller kuşanan doğayı görün. Her köşede bir çiçek dükkanı açan doğayı görün. Güller gülerek sesleniyor bülbüllere: Susun, susarak doğayı görün.
Çünkü insan, kendisi hakkında söylenilen güzel sözlerden ibarettir.
Adalet nedir? Her şeyi yerine koymak. Zulüm nedir? Bir şeyi yerine koymamak, başka yere koymak.
Ey Zulümle bir kuyu kazan! Sen kendin için tuzak hazırlıyorsun.
Kötülük insana tamahtan gelir. Kanaatten kimse ölmedi, hırsla da kimse padişah olmadı.
Bilgi, sınırı olmayan bir denizdir. Bilgi dileyense denizlere dalan bir dalgıçtır.
İnsanlar, güller arasında dikenler bulunduğundan şikayet edeceklerine, dikenler arasında güller yaratıldığına şükretmelidir.
O dağa bir kuş kondu, sonra da uçup gitti. Bak da gör, o dağda ne bir fazlalık var ne bir eksilme.
Aşıkların gönüllerinin yanışıyla gözyaşları olmasaydı, dünyada su da olmazdı, ateş de.
Nefsinin istediğini yapıp da bir de “inşallah” demek Allah’la alay etmektir. Kimi kandırıyorsun?
Adam savaşmakla çetin er sayılmaz, öfkelendiği zaman kendini tutabilendir çetin.
Bil ki.. Domuzların önüne elmaslar serilmez, mücevherden ancak sarraflar anlar başkası bilmez, ne fark eder ki kör insan için elmas da bir cam da, sana bakan kör ise kendini camdan sanma.
Allah'ım sen kimi dertle hasta etmek dilersen ona ağlayış kapısını kapatırsın. Kimi de beladan kurtarmak dilersen gönlüne sızlanma ve ağlayış verirsin.
Meyve ekşi bile olsa, olmadıkça ona ham derler.
Acele şeytan hilesidir, sabır ve tedbir Allah lütfu.
İnsan içki içmekte serbest, ama sarhoş olmakta serbest değildir.
Hayatının gidişi, Hz.Muhammed’in sünnetinden sapmasın. Onu bırakma! Aklına ve hünerine az güven!
Bizim mezarımız ariflerin gönüllerindedir.
Aklın başına gelince pişman olacağın bir işi sakın yapma.
İnsanları iyi tanıyın, her insani fena bilip kötülemeyin, her insanı da iyi bilip övmeyin.
Gönül nuru olmayan gönül, gönül değildir. Bedende ruh yoksa topraktır.
Din düşmanlarının başına kılınç ol, kurt gibilere ateş saç; çünkü onlar, Yusuf düşmanıdırlar.
Ne insanlar gördüm üzerlerinde elbise yok, ne elbiseler gördüm içlerinde insan yok.
Gördün ya beni gamdan başka kimse hatırlamıyor, gama binlerce defa aferin.
Allah’a şükür, rızkı artırır.
Kim daha güzelse kıskançlığı daha fazla olur. Kıskançlık ateşten meydana gelir.
Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız
Sukunetim asaletimdendir. her lâfa verilecek bir cevabım var.lâkin; Bir bakarım lâf lâfmı diye , birde bakarım söyleyen adammı diye.
İçteki kiri su değil, ancak gözyaşı temizler.
Gözünün cevherini nerede eskittin, beş duyunu nerelerde kullandın.
Allah üstünlük bakımından göz yaşını şehitlerin kanı ile eş tuttu.
Secde ve rükû, varlık tokmağını, Allah kapısına vurmaktır. Çok vur, mutlaka açılır kapı.
Cahil kimsenin yanında kitap gibi sessiz ol.
Ehil olmayanlara sabretmek ehil olanları parlatır.
Müzik Allah'ın dilidir.
Kızgınlıkla gönüllere ateş saldın mı, cehennem ateşinin aslı oldun gitti.
Cibilliyetsize ilim öğretmek, eşkıyanın eline kılıç vermektir.
Nerde akan gözyaşı varsa, oraya rahmet gelir.
Aşk, davaya benzer, cefa çekmek de şahide. Şahidin yoksa davayı kazanamazsın ki!
Madem ki rızkı taksim eden O’dur, o halde şikâyet küfürdür. Sabır gerekir. Sabır, genişliğe ulaşmanın anahtarıdır. Allah’tan başka herkes düşmandır. Sen asıl dostu düşmanlara şikâyet eder, halinden sızlanırsın öyle mi? Padişah köleye şikayet edilir mi? Akıllı ol.
Her zaman doğruyu söyle, ama her zaman her doğruyu değil.
Aklın yoksa yandın, ya kalbin yoksa o zaman sen zaten yoksun ki
Tutalım ki Ali’den Zülfikâr sana miras kaldı. Sende Ali kolu ve kalbi yoksa Zülfikar neye yarar ki?
Cömertlik ve yardım etmede akarsu gibi ol. Şefkat ve merhamette güneş gibi ol. Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol. Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol. Tevazu ve alçak gönüllülükte toprak gibi ol. Hoşgörülülükte deniz gibi ol. Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol.
Hırs insanı kör ve ahmak eder. Bilgisiz hale sokar da ölümü kolaylaştırır.
Kim benliğinden kurtulursa bütün benlikler onun olur. Kendisine dost olmayan herkese dost kesilir. Nakışsız ayna olur, tüm nakışlar onda seyredilir.
Sevgini vermesini öğren.
Madem ki denizi özlüyorsun, katreliği yok et gitsin.
Kuzgun, bağda kuzgunca bağırır. Ama bülbül, kuzgun bağırıyor diye güzelim sesini keser mi hiç?
Allah merhalesinde akıl beygirine yol yoktur.
Kabuğu kırılan sedef üzüntü vermesin sana, içinde inci vardır.
Hem gam çağında, hem esenlik çağında Allah’a dayanmadan, tümden ona teslim olmadan başka her şey düzendir, tuzaktır.
Daha da beri! Niceye şu yol vuruculuk?
Filozofların felsefesi, insanoğlunun zan ve şüphesini artırır. İslam’ın hikmeti ise, insanı yücelere ulaştırır.
Pisler, pisliklerini yapar ama sular da temizlemeye çalışır.
Kendini noksan gören kişi, olgunlaşmaya on atla koşar. Kendini olgun sanan ise Allah'a bu zannı sebebiyle ulaşamaz.
Aşk,herşeydedir ama hiçbirşeyde görünmez.
Hayatı sen aldıktan sonra ölmek, şeker gibi tatlı şeydir
Sen anılması güzel olan söz ol.
Şu dünyada yüzlerce ahmak, etek dolusu altın verir de, şeytandan dert satın alır.
Akıllı insan düşündüğü herşeyi söylemez, fakat söylediği herşeyi düşünür.
Başkalarına imrenme, çok kimseler var ki senin hayatına imreniyorlar.
Denizin dibinde incilerle taşlar karışık olarak bulunurlar, övülecek şeyler de kusur ve yanlışların arasında bulunurlar.
Münafığın özrü kabul edilmez. Çünkü o özür dilindedir kalbinde değil.
Başta dönüp koşan nice bilgiler, nice hünerler vardır ki, insan onunla baş olmak isterse, baş elden gider. Başının gitmesini istemiyorsan ayak ol.
İnsan dostunun huyunu alır.
Kim demiş gül yaşar dikenin himayesinde? Dikenin itibarı gül himayesinde!
Kır oğul zinciri; hür gez, hür konuş,
Çalış çabala da nura ulaş. Pekmez içinde ne kaynatılırsa pekmez lezzeti alır. Havuç, elma, ayva, ceviz pekmezde kaynasa pekmez tadı alır. Bilgi nura karışırsa inatçı ve kötü kişiler bile bilgiden nur bulurlar.
İyi dostu olanın aynaya gereksinimi yoktur.
Sarhoş, cinayeti yapar da sonra "özrüm vardı, kendimde değildim"der. Kendinde olmayış,kendiliğinden gelmedi sana,onu sen çağırdın.
Yok mu altından gümüşten bir kurtuluş?
Muhabbet ve merhamet, insanlığın; hiddet ve şehvet de hayvanların sıfatlarıdır.
Eğer müslümanca yaşamak istersen Kur’ân’a sarıl; çünkü, onsuz islami hayat mümkün değildir.
Bir mum diğer bir mumu tutuşturmakla, ışığından bir şey kaybetmez.
Testide ne varsa dışına o sızar.
Mücevherler vakitle alınabilir ama vakitler mücevherle alınamaz.[3]
Sen öyle büyük bir varlğın aşkını seç ki, bütün peygamberler, onun aşkıyla kudret ve kuvvet buldular, şeref ve saadete erdiler.
Hak'tan bahar fermanı gelmedikçe, toprak sırrını açmaz.
Hiçbir ölü öldüğüne hayıflanmaz, sadece azığının azlığına hayıflanır. Ölen kuyudan ovaya çıkmış demektir.
Güneş olmak ve altın ışıklar halinde
Arslanın boynunda zincir bile olsa, bütün zincir yapanlara beydir arslan.
Aklın varsa bir başka akılla dost ol da, işlerini danışarak yap.
Çünkü gönlün anlasın ki hepsine yer varmış.
Bir kimseyi tanımak istiyorsan, düşüp kalktığı arkadaşlarına bak.
Altın ne oluyor, can ne oluyor, inci, mercan da nedir bir sevgiye harcanmadıktan, bir sevgiliye feda edilmedikten sonra.
Korku erkektir, umut ise dişi; onlardan ölümsüz ve temiz şeyler doğar.[2]
Büyük Allah’tan bizler niye terbiye isteriz? Çünkü terbiyesizler, Allah’ın lütfundan mahrumdurlar. Terbiyesiz, yalnız kendine kötülük etmez, bütün utanç ve erdem ufuklarını ateşler.
Şeytan tabiatı bakımından insana düşmandır. İnsanın helak oluşuna sevinir o.
Dert, insanı yokluğa götüren rahvan attır.
Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel.
Cenab-ı Hakk kâfir için necis dedi. Fakat dikkat et ki; kâfirlerin dışı pis değildir. O pislik onların din ve ahlakındadır.
A kardeş, keskin kılıcın üzerine atılmadasın, tövbe ve kulluk kalkanını almadan gitme.
Sende en iyi ne varsa, dostuna onu ver.
Güzel yüz aynaya âşıktır.
Bizim dergahımız, umitsizlik dergahı değildir,
Kimde bir güzellik varsa bilsin ki ödünçtür.
Sen zayıfları yardımcısız, kimsesiz sanma; Kur’ân’dan “İzâ câe nasrullâh”ı oku
Ne tükenmez hazinesin ey dil! Ne devasız bir dert!
Ten midesi insanı samanlığa çeker, gönül midesi reyhana çeker. Ot ve arpa yiyen kurban olur, Allah nuru ile nurlanan Kuran olur. Senin yarın pislik, yarın da misktir. Kuran’la miskini artır.
Sabır sevinç anahtarıdır.
Senin için başkasını terk eden, başkası için de seni terk eder.
Kendi körlüğünü tedavi etmeye çalış, yoksa alem hep O'dur, fakat O'nu görecek göz olmalıdır.
Herkesin bakmadığı yönden bak dünyaya.
Bülbüllerin güzel sesleri beğenilir de bu yüzden kafes çeker onları. Ama kuzgunla baykuşu kim kor kafese?
Uyku ve uyanma bir nevi küçük mahşerdir.
Gül düşünür, gülistan olursun. Diken düşünür, dikenlik olursun!
Can konağını aramadaysan, cansın; bir lokma ekmek arıyorsan ekmeksin,bir damla su arıyorsan susun,zulmün peşindeysen zalimsin,aşkı arıyorsan aşıksın,Gönlün neye kapılmışsa O’sun sen. Şu nükteyi biliyorsan, işi biliyorsun demektir
Herşeyi, aramadıkça bulamazsın; fakat bu dost başka; bunu bulmadan arayamazsın.
Ummanlara ve çöllere saçılmak isterdim
Irmak suyunu tümden içmenin imkanı yok ama susuzluğu giderecek kadar içmemenin de imkanı yok.
Dünle beraber gitti düne ait ne varsa, bugün yeni şeyler söylemek gerek.
Kargalar gülistanı işgal ettiklerinde bülbüller siner ve susar.
Nefsin, üzüm ve hurma gibi tatlı şeylerin sarhoşu oldukça, ruhunun üzüm salkımını görebilir misin ki?
Dünya tuzaktır. Yemi de istek. İstek tuzaklarından kaçının.
İster kafir, ister mecusi, ister puta tapan ol yine gel,
Tövbe bineği, şaşılacak bir binektir. Bir solukta aşağılık dünyadan göğe sıçrayiverir.
Bulutlar ağlamasa yeşillikler nasıl güler?
Kötü huy kılavuzun oldukça mutlu olacağım sanma! Sen sabaha kadar gaflet uykusundasın, ömür ise kısadır. Korkarım ki,sen bu uykudan uyanınca gündüz olur.
Aşk, öyle engin bir denizdir ki, ne başlangıcı ne de sonu vardır.
Herkes aynı fikirdeyse, hiç kimse yeterince düşünmüyor demektir.
Yılan insanın sadece canını alır. Kötü arkadaş cehenneme sürer de ebedi hayatını mahveder.
Yerde bir zayıf aman dilerse, gökyüzü askerleri birbirlerine karışırlar.
Yüz kişinin içinde aşık, gökte yıldızlar arasında parıldayan ay gibi belli olur.
Zulüm demiriyle taşını birbirine vurma! Çünkü bu ikisi, erkek ve kadın gibi çocuk meydana getirirler.
Kim zahmet çekerse defineyi elde eder.
Biz güzeliz, sen de güzelleş, beze kendini.
Dikenden gül bitiren, kışı da bahar haline döndürür. Selviyi hür bir halde yücelten, kederi de sevinç haline sokabilir.
Ayıpsız dost arayan, dostsuz kalır.
Nerde akarsu varsa, orada yeşillik vardır.
Ey Müslüman, edep nedir diye sorarsan bil ki edep, her edepsizin edepsizliğine katlanmaktır.
Şu toprağa sevgiden başka bir tohum ekmeyiz
Kurdun kuzuyu yemeye niyetlenmesinde şaşılacak bir şey yoktur. Şaşılacak olan odur ki bu kuzu, kurda gönül bağlamış, aşık olmuştur.
Sebatsız sedef, inci tutmaz.
Kim sabrederse rızkı gelir ona. Aşırı hırsla çalışma ve çabalama sabırsızlıktır.
Tuzağa saçtığın taneler , cömertlik sayılmaz ki...
Gözünüzü açıp Kur’ân’a bakınız. Allah kelâmı olan kur’an’ın tüm ayetleri edep öğretmektedir.
Ne kadar bilirsen bil, söylediklerin karşındakilerin anlayabileceği kadardır.
Ayrılık içinde insanın gözünü açıp kapayıncaya kadar geçen zaman yıl gibi gelir.
Kadınlarda hayvani sıfat fazladır. Çünkü kadın koku ve renge fazlaca meyleder.
Dıştaki ateş suyla söner. Şehvet ateşi, parladıkça parlar; adamın yüzünün suyunu yerlere döker.
Canım tenimde oldukça Kur’ân’ın kölesiyim. Ben Hakk’ın seçkin peygamberi Muhammed’in yolunun toprağıyım. Her kim bundan başka benden bir söz naklederse, ona çok üzülür ve o sözden de çok üzüntü duyarım.
Bizim huyumuzla huylan, bize alış başkalarına değil.
Cehalet insanı çirkinleştirir.Suskunluğum asaletimdendir.Her lafa verilecek cevabım vardır.Lakin, lafa bakarım laf mı diye, adama bakarım adam mı diye.
O beden testisi ab-ı hayatla dopdolu, bu beden testisi ise ölüm zehiri ile. İçindekine bakarsan padişahsın, kabına bakarsan yolu yitirdin.
Oruç tutmak güçtür, çetindir ama Allah'ın kulu kendisinden uzaklaştırmasından, bir derde uğratmasından daha iyidir.
Sual de bilgiden doğar, cevap da.
Hırsızlığın çirkinliği, çalınan şeye göre değişmez ki; ha bir altın çalmışsın ha bir iğne.
Allah ile olduktan sonra ölüm de, ömür de hoştur.
İki parmağının ucunu gözüne koy. Bir şey görebiliyor musun dünyadan? Sen göremiyorsun diye bu alem yok değildir.
Doğruların yemin etmeye ihtiyacı yoktur.
Hamdım, piştim, yandım.
İnsan gözden ibarettir aslında, geri kalan cesettir. Göz ise ancak gerçek dostu görendir.
Üstünün dostu ol ki üstün olasın... Kendine gel be hey azgın, mağluplarla dost olma! Münkirin delili ancak ve ancak şudur: Ben şu görünen yurttan başka bir şey görmüyorum! Hiç düşünmez ki nerede görünen bir şey varsa o, gizli hikmetleri haber vermededir. Her görünen şeyin faydası, faydanın ilaçlarla gizli oluşu gibi o şeyin içinde gizlidir.
Ne olursan ol,yine gel.
Her şey kader ile takdir edilmiştir. Kısmetine razı ol ki rahat edesin.
Bir adamın camilere alıştığını görürseniz, imanlı olduğuna şahitlik ediniz.
Irz ve namustan mahrum olanlar, millet ve vatan hissi taşımazlar; böylelerinden sakınılmalıdır.
Bütün kâinat birbirine sevgi ile bağlanmış.
Şunu iyi bilki;eğer, gönlün, sırlarına mezar olursa muradın çabucak hasıl olur.
Eşekten şeker esirgenmez ama eşek yaratılışı bakımından otu beğenir.
Eğer sen, can konağını arıyorsan, bil ki, sen cansın. Eğer bir lokma ekmek peşinde koşuyorsan, sen bir ekmeksin. Bu gizli, bu nükteli sözün manasına akıl erdirirsen, anlarsın ki, aradığın ancak sensin sen.
Nasıl olur da deniz, köpeğin agzından pislenir, nasıl olur da güneş üflemekle söner?
Kardeşim sen düşünceden ibaretsin,Geriye kalan et ve kemiksin,Gül düşünür gülüstan olursun,Diken düşünür dikenlik olursun
Sabır, demir kalkandır.
Gülün dikene katlanması, onu güzel kokulu yaptı
Kanaatten hiç kimse ölmedi, hırsla da hiç kimse padişah olmadı.
Denizde inciler derinde olur. Çerçöp sahilde olur.
Kötü zanda bulunan kişi çirkindir. Aslında o kendi içini vurur karşıya.
Beni bir ben bilirim, bir de Yaradan.Bana bir ben lazımım, bir de Anlayan.
Aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilir.
Seninle olduktan sonra ölüm, tatlı candan daha tatlıdır.
Her dil, gönlün perdesidir. Perde kımıldadı mı, sırlara ulaşılır.
Genişlik, sabırdan doğar.
Sen diri oldukça ölü yıkayıcı seni yıkar mı hiç?
Gerçek aşkta ne vefa vardır ne cefa.
Kanat vardır Doğanı padişaha götürür;Kanat vardır Kuzgunu leşe götürür
Açlık, ilaçların padişahıdır. Hekimler niye perhiz verir düşünsene.
Gürzü kendine vur. Benliğini, varlığını kır gitsin. Çünkü bu ten gözü, kulağa tıkanmış pamuğa benzer.
DOST İSTERSEN HZ. ALLAH YETER

Dünyada dost ister isen Hazreti Allah yeter, 
Mürşid-i kâmil ister isen Hazreti Kur'an yeter, 
Delil ister isen Hazreti Muhammed yeter, 
Meşgul olmak ister isen ibadet yeter, 
İbret almak ister isen ölüm yeter, 
Zengin olmak ister isen kanaat yeter, 
Bunlar da yetmez der isen Nâr-ı Cehennem yeter... 

Kaderde ne ise odur etme merak, 
Uyma kendi nefsine, Hakkın emrine bırak, 
Altundan ağacın olsa, zümrütten yaprak, 
Akibet gözünü doyurur bir avuç toprak. 

Bul erbabını danış akıl, dinlemek ferasettir, 
Zaman ahir oldu, zuhur eden alamettir, 
Heva-i nefsine uyma; sabrın sonu selamettir, 
Ne aldandın be hey şaşkın bu can sana emanettir. 

Mal ve mülkle mağrur olma, deme var mı ben gibi 
Bir muhalif rüzgâr eser, savurur harman gibi, 
Dünya malı elde iken düşmanların dost olur, 
Elde bir şey kalmayınca dost bile düşman olur. 

İbret gözüyle bakın dünya misafirhanedir, 
Bir mukim insan bulunmaz ne tuhaf bir hanedir, 
Bir kefendir en sonu zengin-fakir sermayesi, 
Malına gururlanan gafil değil ya nedir? 


Üstad Said-i Nursî'nin yorumu; 

Dost istersen Allah yeter. 
Evet o dost ise, herşey dosttur. 

Yârân istersen Kur'an yeter. 
Evet ondaki enbiya ve melaike ile hayalen görüşür ve vukuatlarını seyredip ünsiyet eder. 

Mal istersen kanaat yeter. 
Evet kanaat eden, iktisad eder; iktisad eden, bereket bulur. 

Düşman istersen nefis yeter. 
Evet kendini beğenen, belayı bulur zahmete düşer; kendini beğenmeyen, safayı bulur, rahmete gider.

Nasihat istersen ölüm yeter. 
Evet ölümü düşünen, hubb-u dünyadan kurtulur ve âhiretine ciddî çalışır..
♥ Mevlana Sözleri 

♥ Sevgide güneş gibi ol, 

♥ Dostluk ve kardeşlikte akarsu gibi ol, 

♥ Hataları örtmede gece gibi ol, tevazuda toprak gibi ol. 

♥ Öfkede ölü gibi ol, her ne olursan ol, ya olduğun gibi görün, ya göründügün gibi ol. 

♥ Nice insanlar gördüm, üzerinde elbisesi yok. Nice elbiseler gördüm, içinde insan yok. 

♥ Eşekten şeker esirgenmez ama eşek yaratılışı bakımından otu beğenir. 

♥ Dert, insanı yokluğa götüren rahvan attır. 

♥ Leş, bize göre rezildir ama, domuza, köpeğe şekerdir, helvadır. 

♥ Kuzgun, bağda kuzgunca bağırır. Ama bülbül, kuzgun bağırıyor diye güzelim sesini keser mi hiç? 

♥ Pisler, pisliklerini yapar ama sular da temizlemeye çalışır. 

♥ Dikenden gül bitiren, kışı da bahar haline döndürür. Selviyi hür bir halde yücelten, kederi de sevinç haline sokabilir. 

♥ Nasıl olur da deniz, köpeğin agzından pislenir, nasıl olur da güneş üflemekle söner? 

♥ Akıl padişahı kafesi kırdı mı, kuşların her biri bir yöne uçar. 

♥ Tövbe bineği, şaşılacak bir binektir. Bir solukta aşağılık dünyadan göğe sıçrayiverir. 

♥ Korkunç bir kurban bayramı olan kıyamet günü, inananlara bayram günüdür, öküzlere ölüm günü. 

♥ Kim daha güzelse kıskançlığı daha fazla olur. Kıskançlık ateşten meydana gelir. 

♥ Dünya tuzaktır. Yemi de istek. İstek tuzaklarından kaçının. 

♥ Irmak suyunu tümden içmenin imkanı yok ama susuzluğu giderecek kadar içmemenin de imkanı yok. 

♥ Gürzü kendine vur. Benliğini, varlığımı kır gitsin. Çünkü bu ten gözü, kulağa tıkanmış pamuğa benzer. 

♥ Eşeğe, katır boncuğuyla inci birdir. Zaten o eşek, inciyle denizin varlığından da şüphe eder. 

♥ Birisi güzel bir söz söylüyorsa bu, dinleyenin dinlemesinden, anlamaesından ileri gelir. 

♥ Oruç tutmak güçtür, çetindir ama Allah'ın kulu kendisinden uzaklaştırmasından, bir derde uğratmasından daha iyidir. 

♥ Birinin başına toprak saçsan başı yarılmaz. Suyu başına döksen, başı kırılmaz. Toprakla, suyla baş yarmak istiyorsan, toprağı suya karıştırıp kerpiç yapman gerek. 

♥ Kabuğu kırılan sedef üzüntü vermesin sana, içinde inci vardır. 

♥ Bilgi, sınırı olmayan bir denizdir. Bilgi dileyense denizlere dalan bir dalgıçtır. 

♥ Bulutlar ağlamasa yeşillikler nasıl güler? 

♥ Bülbüllerin güzel sesleri beğenilir de bu yüzden kafes çeker onları. Ama kuzgunla baykuşu kim kor kafese? 

♥ Meyve ekşi bile olsa, olmadıkça ona ham derler. 

♥ Her dil, gönlün perdesidir. Perde kımıldadı mı, sırlara ulaşılır. 

♥ Aşıkların gönüllerinin yanışıyla gözyaşları olmasaydı, dünyada su da olmazdı, ateş de. 

♥ İki parmağının ucunu gözüne koy. Bir şey görebiliyor musun dünyadan? Sen göremiyorsun diye bu alem yok değildir. 

♥ A kardeş, keskin kılıcın üzerine atılmadasın, tövbe ve kulluk kalkanını almadan gitme. 

♥ O dağa bir kuş kondu, sonra da uçup gitti. Bak da gör, o dağda ne bir fazlalık var ne bir eksilme. 

♥ Altın ne oluyor, can ne oluyor, inci, mercan da nedir bir sevgiye harcanmadıktan, bir sevgiliye feda edilmedikten sonra. 

♥ Gördün ya beni gamdan başka kimse hatırlamıyor, gama binlerce defa aferin. 

♥ Nefsin, üzüm ve hurma gibi tatlı şeylerin sarhoşu oldukça, ruhunun üzüm salkımını görebilir misin ki? 

♥ Şu dünyada yüzlerce ahmak, etek dolusu altın verir de, şeytandan dert satın alır. 

♥ Nice insanlar gördüm, üzerinde elbisesi yok. Nice elbiseler gördüm, içinde insan yok. 

♥ Sen diri oldukça ölü yıkayıcı seni yıkar mı hiç? 

♥ Dert, insanı yokluğa götüren rahvan attır. 

♥ Ehil olmayanlara sabretmek ehil olanları parlatır. 

♥ Leş, bize göre rezildir ama, domuza, köpeğe şekerdir,helvadır. 

♥ Kuzgun, bağda kuzgunca bağırır. 

♥ Ama bülbül, kuzgun bağırıyor diye güzelim sesini keser mi hiç? 

♥ Pisler, pisliklerini yapar ama sular da temizlemeye çalışır. 

♥ Dikenden gül bitiren, kışı da bahar haline döndürür. 

♥ Selviyi hür bir halde yücelten, kederi de sevinç haline sokabilir. 

♥ Nasıl olur da deniz, köpeğin ağzından pislenir, nasıl olur da güneş üflemekle söner? 

♥ Akıl padişahı kafesi kırdı mı, kuşların her biri bir yöne uçar 

♥ Tövbe bineği, şaşılacak bir binektir. 

♥ Bir solukta aşağılık dünyadan göğe sıçrayıverir. 

♥ O beden testisi ab-ı hayatla dopdolu, bu beden testisi ise ölüm zehiri ile. İçindekine bakarsan padişahsın, kabına bakarsan yolu yitirdin. 

♥ Genişlik, sabırdan doğar. 

♥ Korkunç bir kurban bayramı olan kıyamet günü, inananlara bayram günüdür, öküzlere ölüm günü. 

♥ Kim daha güzelse kıskançlığı daha fazla olur. 

♥ Kıskançlık ateşten meydana gelir. 
Duydum ki Bizi Bırakmaya Azmediyorsun Etme
Duydum ki bizi bırakmaya azmediyorsun, etme. 
Başka bir yar, başka bir dosta meylediyorsun, etme. 

Sen yadeller dünyasında ne arıyorsun yabancı? 
Hangi hasta gönüllüyü kastediyorsun, etme. 

Çalma bizi, bizden bizi, gitme o ellere doğru. 
Çalınmış başkalarına nazar ediyorsun, etme. 

Ey ay, felek harab olmuş, altüst olmuş senin için... 
Bizi öyle harab, öyle altüst ediyorsun, etme. 

Ey, makamı var ve yokun üzerinde olan kişi, 
Sen varlık sahasını öyle terk ediyorsun, etme. 

Sen yüz çevirecek olsan, ay kapkara olur gamdan. 
Ayın da evini yıkmayı kastediyorsun, etme. 

Bizim dudağımız kurur sen kuruyacak olsan. 
Gözlerimizi öyle yaş dolu ediyorsun, etme. 

Aşıklarla başa çıkacak gücün yoksa eğer; 
Aşka öyleyse ne diye hayret ediyorsun, etme. 

Ey, cennetin cehennemin elinde oldugu kişi, 
Bize cenneti öyle cehennem ediyorsun, etme. 

Şekerliğinin içinde zehir zarar vermez bize, 
O zehiri o şekerle sen bir ediyorsun, etme. 

Bizi sevindiriyorsun, huzurumuz kaçar öyle. 
Huzurumu bozuyorsun, sen mahvediyorsun, etme. 

Harama bulaşan gözüm, güzelliğinin hırsızı. 
Ey hırsızlığa da değen hırsızlık ediyorsun, etme. 

İsyan et ey arkadaşım, söz söyleyecek an değil. 
Aşkın baygınlığıyla ne meşk ediyorsun, etme

Mevlana Celaleddin Rumi

Dünya Bir Av Evi
Dünya Bir Av Evi 
Bu öyle tuhaf bir ateş ki bir an bile sabrı,kararı yok.Nasıl olabilir ki hem sevgilinin yanında alevlenmiş,hem sevgilinin yanında değil. 
Şekil nasıl ayak direyebilir ki sebatı yok.Öz nasıl elden tutabilir,nasıl yardım ader ki görünmez. 
Dünya bir av yeri,yaratıkların hepsi de bir av.Fakat avlananların beyinden,bir eserden başka hiçbirşey belirmiyor. 
Her yanda yükler var,denkler var,her yanda biz beyiz,uluyuz diyenler var; fakat asıl beyin konağında ne yük var,ne denk. 
Ey can,elini çek de yüzünün rengi görünsün.Çünkü şu görünenlerin hepsi de ancak köpük,ancak şekil,ancak resim. 
Nerde toz koparsa orda bir ordu vardır.Çünkü izsiz,dumansız ateş olmaz. 
Sen eri tozdan anla,ne biçim erdir,tozundan anla; toz içinde insanı aramaya bak,tozda iş yok. 
A bahtı kutlu,sen arar istersen,rahmetine sayı olmayan arayacı da seni arar ister. 
Seni sel alıp götürürse anlarsın ki onun yolunda halkın ihtiyarı var gibi görünür amma gerçekte ihtiyar denen şey yoktur. 
Yokluk aleminde az söz söylemeye ahdettim amma dikensiz gülü kim görmüş? 
Kardeş,tanık ol,biz bu gülün dikeniyiz; bu çeşit diken olmakla da övünülür,arlanılmaz bundan. 
MEVLANA CELALEDDİN
Taş Yürekli O Değil Benim
Taş Yürekli O Değil Benim 

Bütün halkın başını yarmış da tutmuş,hastayım diye başını bağlamış.Feleğin sırtından,çekmiş,hırkasını almış da çıplağım diye bir laftır ortaya atmış. 

Ah o taş yüreğinden,o rengarenk,çeşitli işvelerinden.Fakat hayır,taşyürekli o değil,benim.Çünkü asıl bu fitneleri karıştıran,bu esrikliği ortaya atan benim. 

Kan deryasının ta dibindeyim.Kan içmeden sarhoş olmuşum.Fakat bir görsen,hani dersin ki bu kan içmiyor da üzüm suyuna gark olmuş. 

Ey aşk,yüceliğinden göklere bile sığmıyorsun.Böyle olduğu halde nasıl oldu da gizlice şu gönlüme sığdın sen? 

*Gönül evine sıçrayıp girdin,kapıyı da içerden sürmeledin.Bense ya ışık konan yerle sırça kandilim,yahut da nur içinde nur. 

Beden,gebe bir zenci kadın,gönül onun karnındaki beyaz saçlı çocuk.Şu halde benim yarım miskten,yarım kafurdan. 

Gönlümü sen aldın da ben onu mahsustan başkalarında arıyorum.Görmediğime el atmadayım amma bu çeşit körlerden değilim ben. 

Şu sapsarı yüzüm,bir gün olurda toprağa girerse baş uçumdaki topraktan sarı gül bitecektir cancağızım. 

*Nihayet Süleyman’da bir karıncanın derdini dinlemedi mi? Sen de Süleymansın ya,farz et,bir karıncayım ben. 

Ne diye ağlarsın yüzlerce kovan balın var dedin.Ben hem ağlarım,hem petek yaparım.Bal arısıyla aynı hırkaya bürünmüşüm ben. 

Bu dertten ağlamadayım amma yüzlerce devlete erişmişim de zevkimden ağlamadayım. 

Bu dert yüzünden çektiğim eziyetin bir zerresini bile ellere satmam. 
*Çenk gibi ağlarım çünkü gül bahçesinin bülbülüyüm.Yılan gibi kıvranırım çünkü definenin başındayım. 

Kibirle,benlikle eşsin,ben deyip durmadasın diyorsun.Canım,ben benlikten uzağım amma o benlik,senin aksindir. 

Ben hem hamım,hem kavrulmuş kebap olmuşum.Hem gülmedeyim,hem ağlıyorum.Alemi de hayretlere salmışım,kendim de hayretteyim.Vuslat içinde ayrılığa düşmüşüm ben.

Mevlana Celaleddin Rumi
nsan, büyük bir şeydir ve içinde her şey yazılıdır. Fakat karanlıklar ve perdeler bırakmaz ki insan içindeki o ilmi okuyabilsin. Bu perdeler ve karanlıklar; bu dünyadaki türlü türlü meşguliyetler, insanın dünya işlerinde aldığı çeşitli tedbirler ve gönlün sonsuz arzularıdır.

Hz. Mevlana, yeni bir durumsayış ve yeni bir anlayış:
“Kendine gel, yepyeni bir söz söyle de dünya yenilensin! Sözün öylesine bir söz olmalı kidünyanında sınırını aşmalı. Sınır nedir, ölçü ne? Bilmemeli!”

Ya olduğun gibi görün,
Ya da göründüğün gibi ol.

Hz. Mevlana’nın kendi bakış açılarını yansıttığı ve amaçlarını açıkladığı sözü:
“Biz birleştirmek için geldik, ayırmak için değil.”

Hz. Mevlana’nın evrensel bakış açısını anlatan bir sözü:
“Tapımızda (yolumuzda) riyazat yok; burada hep lütuf var, bağış var. Hep sevgi, hep gönül alış, hep aşk, hep huzur var burada.”

Hz. Mevlana sözlerinin şifa ve gıda oluşunun sırrını şu sözlerle açıklaaktadır:
“Söz söyleyen kemal sahibi olursa, marifet ve hakikat sofrasını serdi mi, o sofrada her türlü yemek bulunur. Herkes orada gıdasını bulur.”

Güzel söyle de halk, yüzyıllar boyunca okusun.
Tanrı’nın dokuduğu kumaş ne yıpranır, ne eskir.

Ben kilitten seslenen bir kapı anahtarı gibiyim sanki.
Sanır mısın ki benim sözüm sadece bir sözdür.

Ey oğul, herkesin ölümü kendi rengindendir. Düşmana düşmandır, dosta dost!

Ayna Türk’e nazaran güzel bir renktedir. Zenciye nazaran o da zencidir.

Ey can, aklını başına devşir. Ölümden korkup kaçarsın ya; doğrusu sen, kendinden korkmaktasın.

Gördüğün, ölümün yüzü değil, kendi çirkin yüzün. Canın bir ağaca benzer; ölüm onun yaprağıdır.

İyiyse de senden yetişmiş, yeşermiştir; kötüyse de. Hoş nahoş.. gönlüne gelen her şey senden, senin varlığından gelir.

Bizim sözlerimizin hepsi nakit, başkalarınınki nakildir.
Nakil, nakdin fer’idir.

Sözünü öyle bir izah et ki havas da avam da istifade etsin.

Herkesin aklının ereceği, fikrinin anlayacağı bir tarzda anlat.

Söz söyleyen kemal sahibi olursa, (mağfiret ve hakikat) sofrasını yaydı mı, o sofrada her türlü aş bulunur.

Hiçbir misafir aç kalmaz, herkes o sofrada kendi gıdasını bulur.

Güzel üslupla söz söyleyenleriz;
Mesih’in talebesiyiz; nice ölülere tuttuk da can üfürdük biz.

Surette kalırsan putperestsin. Her şeyin suretini bırak, manaya bak.
Hacca giderken hac yoldaşı ara. Ama ha Hintli olmuş, ha Türk, ha Arap.
Onun şekline, rengine bakma; azmine ve maksadına bak.
Rengi kara bile olsa değil mi ki seninle aynı maksadı gdüyor, aynı senin rengindedir, sen ona beyaz de.

Bu dünya zindandır, biz de zindandaki mahkumlarız.
Zindanı del, kendini kurtar!
Dünya nedir? Allah’tan gafil olmaktır.
Kumaş, para, ölçüp tartarak ticaret yapmak ve kadın; dünya değildir.

İnsaf et, aşk güzel bir iştir!
Onun bozulması, güzelliğini kaybetmesi, (insanlardaki) tabiatın kötü niyetli oluşundandır.
Sen, kendi şehvetine ve arzularına aşk adını takmışsın;
Halbuki şehvetten kurtulup aşka ulaşabilmek için yol çok uzundur.

Gönlünde Allah sevgisi arttı mı, şüphe yokki Allah seni seviyor.

Ben,
İnsanlara faydam dokunsun diye bu dünya zindanında kalmışım.
(Yoksa) hapishane nerede, ben nerede?
Kimin malını çalmışım?

Aynı dili konuşmak, akrabalık ve bağlılıktır.
İnsan, yabancılarla kalırsamahpusa benzer.
Nice Hintli, nice Türk vardır ki dildeştirler (aynı dili konuşurlar).
Nice iki Türk de vardır ki birbirine yabancı gibidirler.
Şu halde “mahremlik (yakınlık) dili” bambaşka bir dildir.
Gönül birliği (gönüldaşlık) dil birliğinden daha iyidir.
Gönülden sözsüz, işaretsiz, yazısız yüz binlerce tercüman zuhur eder.

Pergel gibiyiz; bir ayağımız sımsıkı şeriata bağlı,
Diğer ayağımızla yetmiş iki milleti dolaşıyoruz.

Ey özden habersiz gafil!
Sen hala kabukla öğünüyorsun!

Göğsünün içindekini hakiki gönül sanan kimse,
Hak yolunda iki üç adım attı da her şey oldu bitti sandı.
Aslında tesbih, seccade, tevbe, sofuluk, günahtan sakınma, bunların hepsi yolun başıdır.
Hak yolcusu aldandı da bunları varacağı konak sandı.

Bedenler, ağızları kapalı testilere benzerler.
Her testide ne var? Sen ona bak.

Ey Tanrı kitabının nüshası insanoğlu!
Sen, kainatı yaratan Hakk’ın güzelliğinin bir aynasısın!
Her şey sensin. Alemde ne varsa, senden dışarıda değil.
Her ne ararsan, onu kendinden iste, kendinde ara.

Kimden kaçıyoruz, kendimizden mi? Ne olmayacak şey!
Kimden kapıp kurtarıyoruz, Hak’tan mı? Ne boş zahmet.

Yetmiş iki millet kendi sırrını bizden dinler. Biz, bir perde ile yüzlerce ses çıkaran bir ney gibiyiz.

Hz. Mevlana’ya sormuşlar “aşk nedir?” diye. Ben ol ki bilesin! demiş…

Hz. Mevlana şöyle seslenmiştir insanlığa:
“Yine gel, yine gel, her ne olursan ol yine gel
İster kafir, ateşe tapan, putperest ol yine gel
Bizim bu dergahımız ümitsizlik dergahı değildir
Yüz defa tövbeni bozmuş olsun da yine gel.”

Hz. Mevlana, yeni bir durumsayış ve yeni bir anlayış:
“Kendine gel, yepyeni bir söz söyle de dünya yenilensin! Sözün öylesine bir söz olmalı kidünyanında sınırını aşmalı. Sınır nedir, ölçü ne? Bilmemeli!”

Ne olurdu, seninle tatlılaşsaydım; yaşayış zaten acı.
Ne olurdu, sen razı olsaydın benden de, herkes kızsaydı bana.
Ne olurdu, seninle aram düzgün olsaydı da, bütün alemlerle aram açılsaydı, dünya yıkılıp yansaydı.
Sen beni sevdikten sonra malın mülkün değeri mi olur? Zaten toprak üstünde ne varsa hepsi de toprak olacaktır.
Alem O’nunla kaimdir ve O’nsuz olan hiçbir şey yoktur. O’nun rızası, rahmeti, bereketi ve tecellisi olmayan hiçbir şeyin değeri yoktur.