''AZRAİL'İN BİLE SECDE ETTİĞİ ADAM'' İSMİNİN AÇIKLAMASI İÇİN BU YAZININ KENDİSİNE TIKLA
molla hüsrev aşağıdaki resim

ahmet paşa aşağıdaki resim

akşemsettin aşağıdaki resim

molla gürani aşağıdaki resim

AKŞEMSETTİN HAZRETLERİ
Akşemsettin, (1389/1390 İskilip - 1460 Göynük) asıl adı ile Şeyh Mehmet Şemsettin Bin Hamza, 15. yüzyılın en büyük sufilerinden biri ve çok yönlü Türk Bilim adamıdır.
1389 yılında çağımızda İskilip'e bağlı olan Evlik köyünde doğmuştur. Daha sonra babası ile Şam’a gitmiş ve oradan 7 yaşında dönmüşlerdir. Haci Bayram Veli’nin müridi ve Fatih Sultan Mehmet’in hocalarındandır. İstanbul'un manevi fatihi olarak da anılır. Saçının ve sakalının ak olması ve beyaz elbiseler giymesinden dolayı 'Akşeyh' veya 'Akşemseddin' adlarıyla meşhur olmuştur. Bazı el yazmalarında soyu, Hazret-i Ebu Bekir'e kadar ulaşır. İskilip'te çocuklarından Nurulhuda'nın türbesi ile diğer yakınlarının mezarları vardır. Evlik köyünde yer alan tek bir çivi çakılmadan yapılan camiiyi onun yaptırdığı yazılıdır.
Ünlü İslam büyüğü Akşemsettin, küçük yaşlardan itibaren bilime ve sanata karşı ilgi duydu. Medrese öğrenimini zamanın büyük velisi Hacı Bayram-ı Veli hazretlerinin yanında tamamladıktan sonra seçkin bilginler arasında yerini aldı. Üstün zekası ve anlayışı, yılmak bilmeyen çalışma gücüyle kendini kitaplara adadı. Başta İslami bilimler olmak üzere tıp, astronomi, biyoloji ve matematikte zamanın ünlülerinden oldu. Uzun yıllar Osmanlı medreselerinde çalışarak yüzlerce öğrenci yetiştirdi. Tıp alanında bulaşıcı hastalıklar üzerinde de önemli çalışmalar yaptı. Araştırmaları sonunda tıp ile ilgili Türkçe yazdığı Maddet-ül Hayat ve Arapça yazdığı Hall-i Müşkilât ve Risalet-ün Nuriye adlı Tasavvuf kitapları, bilinen ünlü eserleridir.Tıp ile ilgili Türkçe yazdığı Maddet-ül Hayat'ta geçen Hastalıkların insanlarda teker teker peyda olduğunu zann etmek yanlıştır.Hastalıklar insandan insana gözle görülmeyecek kadar küçük tohumlar vasıtasıyla geçer cümle ile ilk mikrop teorilerinden birini ortaya atmıştır. Tarihte mikroorganizmalardan bahseden ilk kişidir.Ve Mikrobiyolojinin babası sayılmaktadır.
Akşemsettin'in asıl ünü, büyük veli, Hacı Bayram Veli ile tanışmasından sonra başlamıştı. İlmi konulardaki önemli başarılardan sonra tasavvuf konusunda da ağırlığını göstermiş, daha sonra da II. Murat'ın emir ve isteğiyle Fatih Sultan Mehmet'in hocalığına tayin edilmişti. İstanbul'un fethi sırasında büyük yararlılıklar göstermiş, genç sultanı teşvik ederek zaferin kazanılmasında önemli katkılarda bulunmuştu. Fethin en önemli günlerinde Ebu Eyyub'el Ensari'nin kabrini bularak ordunun maneviyatını yükseltmişti. Dünya malına önem vermeyen Akşemsettin, Fatih Sultan Mehmet'in büyük saygı ve sevgisini kazanmıştı. Fatih Sultan Mehmet ile İstanbul'a girişleri şöyle anlatılır:
İstanbul'a giriş
Beyaz atına binmiş, ordusunun önünde giren Fatih Sultan Mehmet, yanında onu yetiştiren Akşemsettin, Molla Hüsrev ve Molla Gürani ile İstanbul'a giriyor. Türk Ordusunu karşılayan şehir halkı yol boyunca dizilmiş, ellerindeki çiçek demetlerini padişaha sunmak için yaklaşıyor.
Şehir ahalisi, beyaz sakalıyla, ağır duruşuyla Akşemsettin'i padişah sanıp çiçekleri ona sunmaya çalışıyorlar. Akşemsettin atını geri çekip göz ucuyla Fatih'i göstererek:
"Sultan Mehmet odur, çiçekleri ona veriniz", demek istiyor.
Fatih Sultan Mehmet, çiçeklerle kendisine doğru yürüyenlere hocası Akşemsettin'i göstererek:
"Gidiniz, çiçekleri gene ona veriniz. Sultan Mehmet benim, ama o, benim hocamdır", diyor.
Fatih Sultan Mehmet tarafından(1464) yılında yaptırılmış olan türbesi Bolu ilinin, Göynük ilçesindedir. İlçede her yıl, İstanbul'un fetih günü olan 29 Mayıs(mayısın son pazarı) tarihinde anma günleri düzenlenmektedir.
Eserleri
Risalet-ül-Nuriyye (Nur Risalesi)
Def’ü Metain
Risale-i Zikrullah
Risale-i Şerh-i Ahval-i Hacı Bayram-ı Veli
Makamat-ı Evliya (Velilerin Makamları)
Maddet-ül-Hayat (Hayat Maddesi)
Nasihatname-i Akşemsettin (Akşemsettin Nasihatnamesi)
Kitab-ül-Tıp (Tıp Kitabı)
Hall-i Müşkülat (Güçlüklerin Halli)
Not:İstanbul Feyzullah Efendi Kütüphanesinde Hayatın Maddesi ve Tıp adında, Türkçe, elyazması iki büyük cilt eseri vardır.
MOLLA HÜSREV HAZRETLERİ
Molla Hüsrev Fıkıh Alimi , Üçüncü Osmanlı Şeyhülislamı.(Ö.1480)
Gerçek adı Muhammed bin Feramuz (Feramerz)'dir. Hanefi mezhebi fıkıh alimidir. Sivas ile Tokat arasındaki Kargın köyünde doğmuştur. Doğum tarihi bilinmemektedir. Babası, bir Fransız subayıdır ancak daha sonra müslüman olmuştur. Molla Hüsrev kızını Osmanlı emirlerinden Hüsrev adında bir kişiye verdiği de bilinmektedir. Babasının genç yaşta ölmesi üzerine, eniştesi Hüsrev Beyin yanında kalıp, burada büyümüştür. Bu sebeple Hüsrev kayını diye çağırılmıştır. Daha sonra kayını kelimesi kaldırılarak, Molla Hüsrev adıyla meşhur olmuştur.
Molla Hüsrev; orta boylu, gür sakallı, kıymetli elbise giyen, başında küçük bir sarığı olan, heybetli, tevazu sahibi bir kişilik olarak bilinmektedir. Kendisinin güzel ahlak sahibi, vakur, yüksek ilmiyle İslam dinine uymakta gayretli ve titiz olduğu da bilinmektedir. Molla Hüsrev bu sebeplerden dolayı zamanında, halkın ve devlet adamlarının sevgisini ve hayranlığını kazanmıştır.
Burhaneddin Haydar Hirevi ve zamanının diğer alimlerinden dersler almıştır. Tahsilini tamamladıktan sonra Edirne'de Şah Melik Medresesinde ve sonra da kardeşinin ölümüyle boşalan Çelebi Medresesinde öğretmenlik yapmıştır. Sultan İkinci Murad devrinde Varna Savaşından önce, 1429 (Hicri 832) senesinde Kadıaskerliğe tayin edilmiştir. Molla Hüsrev, Fatih Sultan Mehmed tahta geçince de bu göreve devam etmiştir. Sultan İkinci Murad tahttan indiğinde , yerine oğlu Fatih Sultan Mehmed geçmiştir. Ancak düşmanları,yeni sultanı çocuk yaşta görüp, bir takım huzursuzluklar çıkarmak istemişlerdir. Bunun üzerine İkinci Murad tekrar tahta geçmiş ve Sultan Mehmed'i Manisa'ya göndermiştir. ilim adamlarından çoğu, birer bahane ileri sürerek, Manisa'ya gitmek istememişlerdir. Molla Hüsrev ise kadıaskerlikten istifa ederek, Şehzade ile birlikte Manisa'ya gitmeye karar vermiştir. Şehzade olan Mehmed ise onun bu kararını duyunca; Vazifenize devâm edin, zîra memleketin size ihtiyacı var. dediyse de, Molla Hüsrev kendisine Manisa'ya giderken sizi yalnız bırakmam uygun olmaz, müsaade buyurun geleyim. diyerek samimiyetini bildirmiş ve birlikte Manisa'ya gitmişlerdir. Şehzade Fatih Sultan Mehmed burada Molla Hüsrev'den dersler almıştır.
Fatih Sultan Mehmed tekrar tahta geçince, Molla Hüsrev'de İstanbul'a gelmiştir. İstanbul'da Galata ve Üsküdar kadılıklarına tayin edilmiştir. Bu arada Ayasofya öğretmenliğini de yürütmüştür. Bir ara Bursa'ya gidip bir medrese kurarak ilim öğretmekle meşgul olduğu sırada, Fatih Sultan Mehmedtarafından İstanbul'a davet edilerek, 1460 (Hicri 865) yılında şeyhülislamlığa tayin edilmiştir. Molla Hüsrev, yirmi sene boyuncu bu görevi yürütmüştür.
Fatih Sultan Mehmed , Molla Hüsrev için Zamanımızın Ebu Hanife'sidir diyerek sevgisini belirtmiştir.
Molla Hüsrev, birçok öğrenci yetiştirmiş fıkıh alimi olduğu gibi, bir şair olarak da tanınmıştır. Molla Hüsrev, önceki alimlerin kitaplarından da her gün iki yaprak yazmayı adet haline getirmiştir. Öldüğü zaman zaman geriye bıraktığı eserlerinde kendi el yazılarıyla yazılmış pekçok eserler bulunmuştur. Molla Hüsrev 1480 (Hicri 885) senesinde İstanbul'da vefat etmiştir. Cenaze namazı Fatih Camiinde kılındıktan sonra Bursa'ya götürülüp, Emir Sultan'ın kabrinin doğusunda kendi yaptırdığı medresenin bahçesine defnedilmiştir. Mezar taşında; (Menbâ-ı İlmühüner, Vâris-i ulûmü Hayr-il-beşer, Fazlı mürşîdi eser, Sâhib-üd-Dürer vel-Gurer Mevlânâ Muhammed Hüsrev) kitabesi bulunmaktadır.
Hayatını ilim öğretmek ve yazmakla geçiren Molla Hüsrev'in, birçok kıymetli eseri vardır. Bu eserlerinin önemlileri şunlardır:
Dürer-ül-Hükkâm fî Şerh-i Gurer-il-Ahkâm (Fıkıh ile ilgili olan, sık sık başvurulan bu en önemli eseri, bütün Türk Osmanlı medreselerinde yorumlalamarı ile birlikte ders kitabı gibi takib edilmiştir. MollaHüsrev, bu eserini 1472 (Hicri 877) senesinde yazmağa başlamış, 1478 (Hicri 883) senesinde bitirerek Fatih Sultan Mehmed'e sunmuştur. Kendi el yazısıyla Fatih Sultan Mehmed'e hediye ettiği Dürer nüshası, İstanbul'da Köprülü Kütüphanesindedir.
Şerh-ul-Miftâh
Şerhut-Telvîh
Şerhu Usûl-ül-Pezdevî
Hâşiyetü Evâili Tefsîri KâdıBeydâvî
Hâşiyet-ül-Mutavvel lit-Teftâzânî
Mir'ât-ül-Usûl fî Şerh-ı Mirkât-ül-Vüsûl
Mirkât-ül-Vüsûl fî İlm-il-Usûl
Nakîd-ül-Efkâr fî Redd-il-Enzâr
En'âm sûresi tefsîriyle ilgili risâle
Şerhu Telhîs-il-Miftâh lil-Kazvînî.
MOLLA GÜRANİ
Molla Gürani Hazretleri engin tevazuu ve heybetiyle devrinin en kıymetli alimleri arasındaydı. Genç şehzadeden cevval bir Fatih çıkaran eğitimdeki en büyük pay onundur.
Molla Gürani Hazretleri, Molla Yegan Hazretleri’nin Osmanlı’yla tanıştırdığı kıymetli bir âlim ve velidir. Molla Yegan, 1440’lı yıllarda hacca gittiğinde ilim meclislerinden istifade etmek ve kıymetli insanlarla tanışmak amacıyla Kahire’ye de uğrar. İşte, Molla Gürani ile burada tanışır ve onu Osmanlı’nın payitahtına gelmeye ikna eder. 2. Murad’la tanıştırır. Asıl adı Ahmed bin İsmail olan Molla Gürani Hazretleri önce Hüdavendigar Medresesi sonra da Yıldırım Medresesi’nde hizmet verir. Çok kıymetli âlimler yetiştirir. Ele avuca sığmayan ve çok zeki olan şehzade Mehmed’in eğitimi de sonunda ona verilir. Genç şehzade, derslerini öğrenmekte zorlanmamakta ama hiç çalışmak istememektedir. Çok hocada okur; ama tamamını yıldırır! Zaman zaman öğretmenlerini zor duruma sokar. Hatta bir keresinde hocasını durdurur: “Aman efendim, ne yapıyorsunuz? Mermere basıyorsunuz! Meryem Validemiz İsa Aleyhisselam’ı taş üstünde getirmedi mi dünyaya. Öyleyse mermere hürmet gerek!” der. Başka hocaları takılsa da bir hocası onu şu mantıkla susturur: “Ya... Öyleyse çıkar bakayım yün çorabını. Bilmiyor musun aynı Meryem validemiz. İsa Aleyhisselam’ın beşiğini de yün ile örttü. Öyleyse örgüye hürmet gerek!”
Sultan 2. Murad, genç şehzadesinin eğitimi için Molla Yegân, Molla Fenâri ve Molla Ayas gibi muhteşem âlimleri düşünmektedir. Ancak bu haşarı şehzadeyle uğraşmak on medrese yönetmekten zor olacağından, “Acaba onu kim yola getirebilir?” diye düşünmektedir. Sonunda Molla Gürani’nin siması belirir gözünde. Padişah, Molla Gürani Hazretler’ini oğlunun eğitimi için yollarken “Eti de senin” der, “kemiği de. O bundan böyle senin oğlun. Var bildiğin gibi işle!” Mübarek Manisa’ya vardığı saatte şehzadeyi derse çağırır. Uşaklara bile itibar eder, ama geleceğin sultanını görmezden gelir! Talebesine sıradan biri gibi davranır ve “Otur!” der, “Hayır oraya değil, şuraya!” O güne kadar emretmeye alışan şehzade şaşakalır. Belki de hayatında ilk kez diz çöker. Molla emsileyi açar ve emreder: “Darabe (Dövmek) fiilini çek bakayım!” Fatih fiili kafasına göre çeker. Molla Gürani’nin kaşları yıkılır, kafasını “olmadı” gibilerden sallar, bakışlarıyla azarlar. Sonra üstüne basa basa fiili çeker ve sesini yükselterek, “Döverim, seni döverim, seni öyle bir döverim ki!...” Fatih ağlamaklıdır.
Şehzade artık geceleri ödev yapmaya başlar ve ezberlerini aksatmaz. Daha doğrusu aksatamaz. Ama gün gelir ilmin tadını alır. Eski haşarılıklarından uzaklaşır. Çok değil üç beş ay sonra bambaşka biridir o. Molla Gürani Hazretleri “Arabi ve Farisi bilmek yetmez.” der, “Düşmanlarının da lisanını öğrenmelisin!” Latince, Sırpça ve Rumca öğretilir. Hem konuşup hem de yazmaktadır. Ardından şehzadeyi İtalyan asıllı Anconal Giriaco’nun . önüne oturtur, Avrupa tarihini okutturur. Dahası aritmetiğe, geometriye, astronomiye zorlar. Ufkunu açar. İnanç ve ideal aşılar. Bir ara Manisa’ya gelen Sultan Murat, oğlunu tanıyamaz. Fatih görünüşte çocuktur, ama çok olgundur.
***
Hoca hasreti
2. Mehmed padişah olduğunda Molla Gürani yine Kahire’ye dönmüştür. Ancak padişahı hocasının hasreti yakmaktadır. Ona öyle çok ihtiyacı vardır ki. Hemen Sultan Kayıtbay’a bir mektup yazar, hocasını ister. Kayıtbay Molla Gürani Hazretleri’ne hem haberi iletir, hem de “Gitmeyin hocam!” der, “Size ne vâad ediyorsa, fazlasını vereyim!” Molla Gürani, “Sizin veremiyeceğinizi vâad ediyor!” der, “Evlatlık!” Ardından, “ Müsaade edin gideyim. Benim yüzümden aranıza husumet girmesin.” . der ve yola çıkar. Genç padişah hocasını görünce çocuklar gibi sevinir. İstediği imkanları önüne serer ve ardından Şeyh-ülislamlık makamına getirir.
***
Son zamanları
Molla Gürani Hazretleri dünya makamlarına rağbet etmez, ancak gençleri yükselmeye teşvik eder. Nitekim gün gelir müderrisliği de bırakır ve mütevazı dergahında bildiği usullerle talebe yetiştirir. Özellikle kıraat (Kur’an-ı Kerim’i doğru okuma) üzerinde çok durur. Büyük Veli gecelerini ibadetle geçirir ve gündüzleri daima oruçludur. Döner dolaşır ölümü anlatır ve ona hazırlanır. Nitekim bir gün talebelerini toplar. “Şimdi!” der, “üzerinizde olan hakkımı ödeme zamanıdır. Açın bakayım Yasin-i Şerifı!” Genç mollalar onun son yolculuğa çıkacağını anlar ve çok ağlarlar. Molla Gürani her zamanki gibi sakin ve mütebessimdir; ama bir başka heybet belirir yüzünde. “Beyazıd’a söyleyin âdalet üzere olsun, insanları himaye, beldeleri muhafaza etsin!” buyurur. “Namazımı bizzat o kıldırsın ve borçlarımı (aslında borcu yoktur) sahiplensin. Size vasiyetim şudur ki: Beni garipler gibi defnedin. Mezarıma ayaklarımdan çeke çeke sürükleyin!” Beyazıd Han hem vasiyyete, hem de edebe riayet etmek ister. Onu yine çeke çeke sürüklerler, ama zarif bir hasır üstünde.
***
Gönlü gibi kabri de insanlarla iç içe
Molla Gürani Hazretleri’nin kabri, İstanbul suriçinde Millet Caddesi üzerinde. Fındıkzade otobüs duraklarının hemen arkasındaki Karamani Piri Mehmed Paşa Camii’yle karşı karşıya. Her gün önünden binlerce otobüs ve tramvay geçiyor. Milyonlarca insanla her gün iç içe. Gelin onu ve diğer fethin manevi sahiplerini unutmayalım. Bizler ev sahibi değil, kıymetli ecdadımızın misafirleriyiz. Fatihalarla ruhlarını ihya edelim.
MOLLA YEGAN
MOLLA YEGÂN HAZRETLERİ
Osmanlı devrinde yetişen büyük veli ve Hanefî mezhebi fıkıh âlimi. İsmi, Muhammed bin Muhammed bin Yegân bin Armağan bin Halîl'dir. MollaYegân diye meşhûr oldu. Aslen Aydınlı idi. Doğum târihi bilinmemektedir. 1453 (H.857) târihinde Bursa'da vefât etti. Vefât târihi ile ilgili başka rivâyetler de vardır. Bursa'daYıldırımİmâreti yanındaki mektebe defnedildi. Bugün mezarından eser yoktur.
Çocukluğu Aydın'da geçti. Orada temel bilgileri öğrendi. Aydın'daki âlimlerden öğrenebileceği bilgilere sâhib olduktan sonra Bursa'ya gitti. Bursa'daMolla Fenârî'den ilim öğrenip icâzet aldı. Bursa'da çeşitli medreselerde müderrislik yaptı. Kendi adıyla anılan MollaYegân Medresesinde senelerce müderrislik yapıp, tâliblerine ilim öğretti. Molla Fenârî'nin vefâtından sonra, başmüderris ve Bursa kâdısı oldu.Sultan İkinci Murâd Han, bu kıymetli ilim adamını çok severdi. Ona sık sık ihsân ve iltifâtlarda bulunur, nasîhatlerini dinlerdi. Hattâ Molla Fenârî'den sonra onu Osmanlı Şeyhülislâmlığına tâyin ettiği söylenir. Buna göre Molla Yegân Osmanlı Devletinin üçüncü şeyhülislâmı olmaktadır. Molla Yegân'la Sultan İkinci Murâd arasındaki yakınlığa en güzel örnek Molla Gürânî'nin Bursa'ya getirilmesi hâdisesidir. Bu hâdise şöyle olmuştu:
Molla Yegân hacca gitmiş Mekke-i mükerreme ve Medîne-i münevveredeki mübârek yerleri ziyâret etmekle, Peygamber efendimizin ayak bastığı yerlere ve kabr-i şerîfine yüz sürmekle şereflenmişti. Hac esnâsında, Molla Gürânî ile tanıştı. Ondaki eşsiz ilmi, dînindeki olgunluğu ve güzel ahlâkını gören Molla Yegân, böyle bir âlimin ancak Osmanlı mülkünde kıymet bulacağını ifâde edip, Molla Gürânî'yi Bursa'ya davet etti. Berâberce Bursa'ya geldiler. Molla Yegân, SultanMurâd Hanın huzûruna varınca, Sultan; "Onca yer gezip, gördün, bize ne hediye getirdin?" diye suâl etti. Molla Yegân da; "Tefsîr ve hadîs ilimlerinde yetişmiş bir âlim getirdim." cevâbını verdi. MollaGürânî'yi getirip, Pâdişâh'a takdim etti. Pâdişâh da onun ilmini takdîr edip, Hüdâvendigâr Gâzî Medresesi müderrisliğine tâyin etti. SonraManisa'da bulunan Şehzâde Mehmed'e (Fâtih'e) hoca tâyin edildi.
Herkesin sevgisine mazhâr olanMollaYegân, keskin zekâlı ve yumuşak huylu bir zât-ı muhteremdi. Dîne uymakta,Allahü teâlânın emir ve yasaklarını gözetmekte, Peygamber efendimizin güzel ahlâkı ile ahlâklanmakta, insanlara dînini öğretmekte çok ileriydi. Yüzü ak, boyu uzun ve sakalı gürdü.Çok cömert olup, Allahü teâlânın dostları ile yemek yiyip sohbet etmekten çok hoşlanır, onlar için nadide sofralarda lezîz yemekler hazırlatırdı. Fakir-zengin herkesi sofrasına dâvet eder ve sofradan herkes doymuş olarak kalkardı.
Ömrünü, ilim öğrenmek ve öğretmekle, Allahü teâlâya ibâdet etmekle geçiren Molla Yegân, pekçok talebe yetiştirdi. Yetiştirdiği talebeleri arasında; başta oğulları Yegânzâde Mehmed Paşa ve Yegânzâde Molla Sinâneddîn Yûsuf Bâlî olmak üzere; İstanbul'un ilk kâdısı Hızır Bey, Karamanlı Küçük Yâkup, İbn-ül-Hatîb Molla Taceddîn İbrâhim, Ayasolug Çelebisi Molla Mehmed, Molla Halîl Hayreddîn, Hacı Hasan-zâde Molla Mehmed, Şeyhulislâm Efdalzâde Hamîdüddîn gibi âlimler vardı.
Daha çok talebe yetiştirmekle meşgûl olan Molla Yegân, kitap yazmaya pek fırsat bulamamış bâzı meşhûr kitapların kenarlarına hâşiyeler ile Risâletün fil-Hulle adlı bir eser yazmıştır.
1) Şakâyik-i Nu'mâniyye Tercümesi (Mecdî Efendi); s.99
2) Esmâ-ül-Müellifîn; c.2, s.199
3) Tâc-üt-Tevârih (Ulemâ Kısmı)
4) Keşf-üz-Zünûn; s.861
5) Mu'cem-ül-Müellifîn; c.11, s.211
6) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.12, s.306
AHMET PAŞA HAZRETLERİ
Doğum yeri Edirne. Ama doğum tarihi bilinmiyor. Ciddi bir öğrenim gördü. Bursa’da müderrislik, Edirne’de kadılık yaptı. Bazı sancak beyliklerinde bulundu. İkinci Beyazıt zamanında Bursa sancak beyliğine atandı. 1497’de Bursa’da öldü. XV. yüzyılın en büyük divan ozanıdır. Kendi çağında "şairlerin sultanı" diye anıldığı biliniyor. Gazel ve kasideleriyle dikkat çeker. Şarkı ve murabbada da olgun örneklerini verdi. Dizeleri divan şiirinin söz ve anlam özellikleriyle örülüdür. Farsça ve Arapça’yı ustaca kullanır. Ünü Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırlarını aştı. Kendisinden sonraki divan şairleri Ahmed Paşa’nın birçok şiirine benzetiler yazdı.
XV. yüzyılda yaşamış olan Ahmet Paşa, dönemin konuşma dilini şiirlerine yansıtmış olmanın yanında bir devlet adamıdır. Fatih Sultan Mehmed'in hocası ve sohbet arkadaşıdır. Osmanlı Sarayı'nda görev yapmış vezirmliğe kadar yükselmiştir.
Şiirlerinin çoğunda aşk ve tabiat güzelliklerini işleyen şairin, Fatih'in gözdelerinden birine aşık olduğu söylenir. Fatih Sultan Mehmed, Ahmet Paşa'yı çok sevmesine rağmen olan bitenden rahatsız olmuş, bu davranışı Saray gelenek ve göreneklerine hakaret saymış ve Ahmet Paşa'yı Yedi Kule Zindanlarına kapattırmıştır.
Yedi Kule Zindanlarında ölüm korkusuyla yaşamış olan şair, çok zor ve acı günler geçirir. Orada aklına bağışlanmak için bir kaside yazmak gelir. Ve ünlü kerem kasidesini yazar.
Ey muhit-i keremin katresi umman-ı kerem
Bağ-ı cud ebr-i kefinden dolu baran-ı kerem
.......
Ayağı toprağıdır cevher-i iksir-i hayat
Asitanı tozudur sürme-yi ayan-ı kerem
Açılır hulk-ı nesimiyle gül-i gülşen-i cud
Bezenir lütf-i zülaliyle gülistan-ı kerem
.........
Gün gibi saltanatın topu göğe ağsa ne ta'n
Sana sunuldu bu meydanda çü çevgan-ı kerem
Kul hata etse nola aff-ı şehinşah kanı
Tutalım iki elim kandayımış hani kerem
Ahmedim gam makası kesti dilim şem' gibi
Sana ruşen diyemez halini sultan-ı kerem
Ahmet Paşa son arzusu olarak zindan görevlilerinden şiirin, padişaha ulaştırılmasını ister. Şiirden iyi anlayan, kendisi de şair olan Fatih Sultan Mehmed, kasidenin güzelliği karşısında duygulanır, yanındakilere "Böyle güzel şiirler yazabilen bir aşk adamına biz zarar vermemeliyiz" diyerek, şairi affeder.
Ahmet Paşa bundan sonra Saray'daki eski yerini alamaz. Bir rivayete göre de Fatih tarafından Tuti Hatun biriyle evlendirilmiştir. Bu bahsi, daha sonra Fatih'in de nazire yazdığı Ahmet Paşa'nın güzel bir dörtlüğü ile bitirelim:
Bizi hak etti heva yoluna sevda nidelim
Pay -mal eyledi bu zülfü seman-sa nidelim
Kul edinmezdi güzeller bizi illa nidelim
Vay gönül vay bu gönül vay gönül ey vay gönül..
GAZEL
Eyâ peri nicesin hoş musun safâca mısın
Gele beri nicesin hoş musun safâca mısın
Şeker dudaklı kamer yüzlü serv boyluların
Semen-beri nicesin hoş musun safâca mısın
Bahâr-ı hüsn ü behada belalı bülbülünün
Gül-i teri nicesin hoş musun safâca mısın
Bizimle bir nefes insanlık eyle soruşalım
Gel ey peri nicesin hoş musun safâca mısın
Sefer kılıp gelir Ahmet ki deye şehrimizin
Güzelleri nicesin hoş musun safâca mısın?
GAZEL
Ey fitnesi çok kavli yalan yandım elinden,
Bir nâz ile bin gönlüm alan yandım elinden
Sen şem gibi gayr ile mecliste gülersin
Ben akıtırım yaş ile kan yandım elinden
Her hâr ile sen sohbet edersin dün ü gün ben
Derdim ederim mûnis-i can yandım elinden
Şol sunduğun âteş midir ey sâki bana kim
Kim aldın ele câm heman yandım elinden
Ahmet çeke cevrini göre lûtfunu ağyâr
Ey şefkati az şûh-i can yandım elinden
GAZEL
Ahde vefâ eylemedün öyle mi
Terk-i cefâ eylemedün öyle mi
Bir dem ayağun tozını gözüme
Kuhl-i cilâ eylemedün öyle mi
Gül yüzüne karşı gönül bülbülin
Perde-serâ eylemedün öyle mi
Şemme-i zülfüne meşâmın dilün
Gaaliye-sâ eylemedün öyle mi
Ahmed-i öldürriserin der idün
Ahde vefâ eylemedün öyle mi
MURABBA
Gül yüzünde göreli zülf-i semen-sây gönül
Kuru sevdada yiler bî-ser ü bî-pây gönül
Dimedüm mi sana dolaşma ana hay gönül
Vay gönül vay gönül vay gönül ey vay gönül
Bizi hâk itdi hevâ yolına sevdâ n’idelüm
Pây-mâl eyledi bu zülf-i semen-sâ n’idelüm
Kul idinmezdi güzeller bizi illâ n’idelüm
Vay gönül vay gönül vay gönül ey vay gönül
Felekün nûş iderem nîşini sâğarlar ile
Doğradı hâr-ı cefâ bağrumı hançerler ile
Baş koşam dimez idüm ben dahi dil-berler ile
Vay gönül vay gönül vay gönül ey vay gönül
Yarun itden çog uyar ardına ağyâr diriğ
Bize yâr olmadı ol şuh-ı sitem-gâr diriğ
Kıldı bir dil-ber-i hercâîyi dil-dâr diriğ
Vay gönül vay gönül vay gönül ey vay gönül
Ben dimezdüm ki hevâ yolına ser-bâz gelem
Ney-i ışkunla gamun çengine dem-sâz gelem
Dir idüm ışk kopuzun uşadam vâz gelem
Vay gönül vay gönül vay gönül ey vay gönül
Dil dilerken yüzinin vaslını cândan dahi yiğ
Bir demin görür iken iki cihândan dahi yiğ
Akdı bir serve dahi âb-ı revândan dahi yiğ
Vay gönül vay gönül vay gönül ey vay gönül
Ahmed’em kim okınur nâmum ile nâme-i ışk
Germdür sözlerümün sûzile hengâme-i ışk
Dil elinden biçilübdür boyuma câme-i ışk
Vay gönül vay gönül vay gönül ey vay gönül
KITA
Her ka’nun düryûze-i ışkunda şey-illâhi yok
Menzil-i dervâze-i uşşâkdan âgâhı yok
Didüm ey dil-ber dimişsin Ahmed’e cevr itmeyem
Didi yok billâhi yok vallâhi yok tallâhi
MOLLA AYAS hazretleri
Osmanlı âlim ve velîlerinden. Fâtih Sultan Mehmed Hânın ilk hocalarındandır. Nerede, ne zaman doğduğu ve vefât târihi bilinmemektedir. Hocaları ve talebeleri ile olan münâsebetlerinden, On beşinci asrın ikinci yarısında vefât ettiği anlaşılmaktadır. Bursa'da vefât edip, Zeynîler kabristanına defnedildiği tahmin edilmektedir.
Küçük yaşta keskin zekâsı ile ilim meclislerine giren MollaAyas, Ayasolug (Selçuk) Çelebisi adıyla tanınan Ayasolug kadısı oğlu Mehmed Çelebi'den ilim tahsîl etti. Hocazâde Muslihuddîn Bursavî ile berâber ders görüp, ilim öğrenirlerdi. Daha sonra Bursa Sultan Medresesi müderrislerinden Hızır Beye dânişmend oldu. Din ve fen ilimlerinde tahsîlini tamamladı. Genç yaşta ilimde olgunlaştı. Onun bu ilminden haberdâr olan Sultanİkinci Murâd Hân, şehzâdesi Mehmed'e hoca tâyin etti. Birkaç sene Fâtih Sultan Mehmed Hâna ilim öğreten MollaAyas, Zeynüddîn Hâfî hazretlerinin talebelerinden Abdüllatîf Makdisî'nin talebesi olan Tâcüddîn İbrâhim Karamânî'nin hizmetine girdi. Onun kalblere şifâ, gönüllere devâ olan mübârek bakışlarını üzerinde hissetmek, bulunmaz sohbetlerinden istifâde etmek için gayret gösterdi. Sıkı riyâzetler çekti. İlâhî cezbelere, feyzlere kavuştu. Ledünnî ilminde üstâd oldu. İnsanlara doğru yolu öğretmek vazifesi verildi. Bursa'ya yerleşti. Ömrünün sonuna kadar orada kaldı. Pekçok talebe yetiştirdi. Talebelerinin geçimini de kendisi karşılar, Allahü teâlânın kendisine ihsân ettiği maldan, ihtiyâç sâhiplerine bol bol ikrâmda bulunurdu. Dünyâ ve dünyâ ehlinden ayrılıp, bütün varlığı ile Allahü teâlâya yöneldi. Vakitlerini ilim öğrenmek ve öğretmek, Allahü teâlâya ibâdet etmekle geçirirdi. İnsanlara sık sık nasîhatlerde bulunur, Allahü teâlânın dînini öğrenip, O'nun rızâsına kavuşmak için gayret etmelerini tenbih ederdi.
Molla Ayas, yetiştirmiş olduğu talebeler yanında, birçok kitaba hâşiyeler ve tashîhler yaptı. Kitaplarda görülen yanlışlıkları düzeltmeye çok önem verirdi. Bu işte tanındı. Evinde aynı kitabın birkaç nüshası bulunurdu. Bakanlar, herbirinin baştan sona tashîh edilmiş, anlaşılmayan yerlerinin de açıklanmış olduğunu görürdü.
ZAMÂNIN KUTBU
Sultan Bâyezîd-i Velî ve Yavuz Sultan Selîm Hân devri velîlerinin büyüklerinden olan Seyyîd-i Velâyet anlatır: "Hocam Âşıkpaşazâde Şeyh Ahmed'le berâber hacca gittik. (Âşıkpaşazâde Ahmed, Abdüllatîf Makdisî hazretlerinin halîfesi idi.) Arafât'a yaklaşırken, hocam bana; "Oğlum, Arafât'ta imâmın sağında duran zât, zamânın kutbudur. Dikkat et bakalım, onu tanıyabilecek misin." dedi. Biraz sonraArafât'a vardık. Namaz vakti gelince, imâma en yakın yerde durduk. İyice baktım. İmâmın sağında duran zât, bizim Bursa'da bırakıp geldiğimiz MollaAyas'tan başkası değildi. MollaAyas'ın burada olabileceğini hiç hatırıma getirmediğim için, acabâ o mu veya bir başkası mı diye düşünüp, hocama da durumu arz ettim. O da baktı. Ben de tekrar baktım. Gerçekten Molla Ayas'tan başkası değildi. Haccı îfâ edip Bursa'ya dönünce, bizi karşılamaya gelenlerden biri; "Arafât'ta Kutb-i zamânı gördün mü? Onun kim olduğunu bilebildin mi?" dedi. Ben de; "Gördüm, Molla Ayas idi." dedim. O gece şiddetli bir hastalığa yakalandım. Ölümümün yaklaştığını hissettim. Sabaha doğru kendime geldim. Hocam Âşıkpaşazâde Ahmed'le berâber, Molla Ayas'ı ziyârete gittik. Evine girdik. Bizi karşılayıp buyur ettikten sonra, Molla Ayas, bana pek dikkatli baktı. Hocama; "Bu kimdir?" diye sordu. O da; "Bu benim oğlumdur, efendim." dedi. Bunun üzerine Molla Ayas; "Bu, benim sırrımı gizlemeyip açığa çıkardı. Bu gece Allahü teâlâya bunun vefâtı için üç defâ yalvardım. Fakat Resûlullah efendimizin rûh-i şerîflerinin şefâati bereketiyle helâk olmaktan kurtuldu. Ben de bunun, gerçekten Resûlullah efendimizin soyundan olduğunu anladım" dedi. Sonra yine bana dönüp; "Sırrı yaymak büyük tehlikedir. Böyle şeyleri yaymaktan sakınıp, gizlemek lâzımdır." dedi.
1) Şakâyık-ı Nu'mâniyye Tercümesi (Mecdî Efendi); s.189
2) Tâc-üt-Tevârih, (Ulemâ kısmı)
3) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.12, s.275
Fatih Sultan Mehmet,feth-i mübinden sonra gelen ilk ramazanda,hocalarına;vezirlerine ve komutanlarına,Vlakerna saray ında(Bizans imparatorlarının sarayı)bir iftar vermek istiyor.konuklarını çok önemsediği için de,Bizans tan ele geçirilen altın sofra takımlarının çıkarılmasını istiyor.Bu emirle altın taslar,altın sahanlar,altın bardaklar,altın kaşıklar altın siniye diziliyor.
Az sonra MOLLA GÜRANİ başta olmak üzere AK ŞEMSÜDDİN,MOLLA HAYREDDİN,MOLLA ZEYREK,İBNÜ TEMCİD,MOLLA HÜSREV,Vezir ve hoca YUSUF SİNAN PAŞA,Bursalı vezir AHMED PAŞA,ÇELEBİZADE ABDÜLKADİR AMİDİ,MOLLA AYAS,MOLLA HASAN ÇELEBİ,MOLLA SİRACÜDDİN PAŞA, Müderris Ispartalı ABDÜLKADİR HAMİDİ,HACEZADE MUSLİHUDDİN MUSTAFA EFENDİ salona giriyorlar..
.
MOLLA GÜRANİ sofrayı görür görmez yüzünü ekşitmiş,kendisine ayrılmıi yere çömekip tespih şakırdatmaya başlamıştır...
Nihayet ezan okunur.GÜRANİ HOCA da hiçbir kıpırtı yok.Oysa OSMANLI terbiyesi,padişah sofrasında bile ilk lokmayı sofradaki en yaşlı insanın almasını gerektiriyor.Sofradakilerin en yaşlısı ise MOLLA GÜRANİ dir.Fakat hiç istifini bozmadan,tespih şakırdatmayı sürdürüyor.Oysa ezanı duymuştur.Duyduğu ,ezan başladığında gözlerini kısıp "AzizAllah celleşanuhu"diye mırıldanmasından bellidir.Dakikalar geçiyor,MOLLA GÜRANİ altın kaşığı,altın tasın içinde soğumaya yüz tutmuş çorbaya daldırmıyor.Genç Padişah çok acıkmıştır.Daha fazla dayanamıyor.MOLLA GÜRANİ ye dönerek:"Soframız helal sofradır,buyrun yemek yiyelim"diyor.
MOLLA GÜRANİ sanki bunu bekliyormuş gibi,hışımla Padişaha dönerek kükrüyor:
"Ümmete haram olan mehmed e helal midir?Altın taslardan yemek yiyip altın kaselerden su içerek Bizans imparatorlarını taklit ettiğini biliyor musun?Biliyor musun ki,bu gösteriş tutkusu ,bu debdebe,bu dünya malına tamah yüzünden ülkelerini sana kaptırdılar.Sen de aynı tantanaya kapılırsan mahvolursun!Ümmetıde mahvedersin.Tez elden kendine gel!Bizans imparatorlarına değil,Peygamberine benzemeye çalış..."
Sultan ikinci Mehmed bu azarı yer yemez altın takımları kaldırtıyor,ancak ondan sonra iftar ediliyor...Ve bir daha hayatı boyunca gösterişe,lüks ve ihtişama kendini kaptırmıyor...
Herkesin kendine sorması lazım BİZ KİME BENZEMEYE ÇALIŞIYORUZ....
Fatihin hocaları yazmakla övmekle saymakla tükenmez yine eserlerini ve fatihin hocalığını yaptığı kesin olan hakkında yazamadığımız sizin araştırmanız için isimlerini burda zikretmek istiyorum:İBNU TEMCİD HAZRETLERİ,ÇELEBİZADE ABDULKADİR HAZRETLERİ,MOLLA HASAN SAMSUNİ HAZRETLERİ,SİNANÜDDİN YUSUF HAZRETLERİ,HOCAZADE ALİ TUSİ HAZRETLERİ.....
molla hüsrev aşağıdaki resim
ahmet paşa aşağıdaki resim
akşemsettin aşağıdaki resim
molla gürani aşağıdaki resim
AKŞEMSETTİN HAZRETLERİ
Akşemsettin, (1389/1390 İskilip - 1460 Göynük) asıl adı ile Şeyh Mehmet Şemsettin Bin Hamza, 15. yüzyılın en büyük sufilerinden biri ve çok yönlü Türk Bilim adamıdır.
1389 yılında çağımızda İskilip'e bağlı olan Evlik köyünde doğmuştur. Daha sonra babası ile Şam’a gitmiş ve oradan 7 yaşında dönmüşlerdir. Haci Bayram Veli’nin müridi ve Fatih Sultan Mehmet’in hocalarındandır. İstanbul'un manevi fatihi olarak da anılır. Saçının ve sakalının ak olması ve beyaz elbiseler giymesinden dolayı 'Akşeyh' veya 'Akşemseddin' adlarıyla meşhur olmuştur. Bazı el yazmalarında soyu, Hazret-i Ebu Bekir'e kadar ulaşır. İskilip'te çocuklarından Nurulhuda'nın türbesi ile diğer yakınlarının mezarları vardır. Evlik köyünde yer alan tek bir çivi çakılmadan yapılan camiiyi onun yaptırdığı yazılıdır.
Ünlü İslam büyüğü Akşemsettin, küçük yaşlardan itibaren bilime ve sanata karşı ilgi duydu. Medrese öğrenimini zamanın büyük velisi Hacı Bayram-ı Veli hazretlerinin yanında tamamladıktan sonra seçkin bilginler arasında yerini aldı. Üstün zekası ve anlayışı, yılmak bilmeyen çalışma gücüyle kendini kitaplara adadı. Başta İslami bilimler olmak üzere tıp, astronomi, biyoloji ve matematikte zamanın ünlülerinden oldu. Uzun yıllar Osmanlı medreselerinde çalışarak yüzlerce öğrenci yetiştirdi. Tıp alanında bulaşıcı hastalıklar üzerinde de önemli çalışmalar yaptı. Araştırmaları sonunda tıp ile ilgili Türkçe yazdığı Maddet-ül Hayat ve Arapça yazdığı Hall-i Müşkilât ve Risalet-ün Nuriye adlı Tasavvuf kitapları, bilinen ünlü eserleridir.Tıp ile ilgili Türkçe yazdığı Maddet-ül Hayat'ta geçen Hastalıkların insanlarda teker teker peyda olduğunu zann etmek yanlıştır.Hastalıklar insandan insana gözle görülmeyecek kadar küçük tohumlar vasıtasıyla geçer cümle ile ilk mikrop teorilerinden birini ortaya atmıştır. Tarihte mikroorganizmalardan bahseden ilk kişidir.Ve Mikrobiyolojinin babası sayılmaktadır.
Akşemsettin'in asıl ünü, büyük veli, Hacı Bayram Veli ile tanışmasından sonra başlamıştı. İlmi konulardaki önemli başarılardan sonra tasavvuf konusunda da ağırlığını göstermiş, daha sonra da II. Murat'ın emir ve isteğiyle Fatih Sultan Mehmet'in hocalığına tayin edilmişti. İstanbul'un fethi sırasında büyük yararlılıklar göstermiş, genç sultanı teşvik ederek zaferin kazanılmasında önemli katkılarda bulunmuştu. Fethin en önemli günlerinde Ebu Eyyub'el Ensari'nin kabrini bularak ordunun maneviyatını yükseltmişti. Dünya malına önem vermeyen Akşemsettin, Fatih Sultan Mehmet'in büyük saygı ve sevgisini kazanmıştı. Fatih Sultan Mehmet ile İstanbul'a girişleri şöyle anlatılır:
İstanbul'a giriş
Beyaz atına binmiş, ordusunun önünde giren Fatih Sultan Mehmet, yanında onu yetiştiren Akşemsettin, Molla Hüsrev ve Molla Gürani ile İstanbul'a giriyor. Türk Ordusunu karşılayan şehir halkı yol boyunca dizilmiş, ellerindeki çiçek demetlerini padişaha sunmak için yaklaşıyor.
Şehir ahalisi, beyaz sakalıyla, ağır duruşuyla Akşemsettin'i padişah sanıp çiçekleri ona sunmaya çalışıyorlar. Akşemsettin atını geri çekip göz ucuyla Fatih'i göstererek:
"Sultan Mehmet odur, çiçekleri ona veriniz", demek istiyor.
Fatih Sultan Mehmet, çiçeklerle kendisine doğru yürüyenlere hocası Akşemsettin'i göstererek:
"Gidiniz, çiçekleri gene ona veriniz. Sultan Mehmet benim, ama o, benim hocamdır", diyor.
Fatih Sultan Mehmet tarafından(1464) yılında yaptırılmış olan türbesi Bolu ilinin, Göynük ilçesindedir. İlçede her yıl, İstanbul'un fetih günü olan 29 Mayıs(mayısın son pazarı) tarihinde anma günleri düzenlenmektedir.
Eserleri
Risalet-ül-Nuriyye (Nur Risalesi)
Def’ü Metain
Risale-i Zikrullah
Risale-i Şerh-i Ahval-i Hacı Bayram-ı Veli
Makamat-ı Evliya (Velilerin Makamları)
Maddet-ül-Hayat (Hayat Maddesi)
Nasihatname-i Akşemsettin (Akşemsettin Nasihatnamesi)
Kitab-ül-Tıp (Tıp Kitabı)
Hall-i Müşkülat (Güçlüklerin Halli)
Not:İstanbul Feyzullah Efendi Kütüphanesinde Hayatın Maddesi ve Tıp adında, Türkçe, elyazması iki büyük cilt eseri vardır.
MOLLA HÜSREV HAZRETLERİ
Molla Hüsrev Fıkıh Alimi , Üçüncü Osmanlı Şeyhülislamı.(Ö.1480)
Gerçek adı Muhammed bin Feramuz (Feramerz)'dir. Hanefi mezhebi fıkıh alimidir. Sivas ile Tokat arasındaki Kargın köyünde doğmuştur. Doğum tarihi bilinmemektedir. Babası, bir Fransız subayıdır ancak daha sonra müslüman olmuştur. Molla Hüsrev kızını Osmanlı emirlerinden Hüsrev adında bir kişiye verdiği de bilinmektedir. Babasının genç yaşta ölmesi üzerine, eniştesi Hüsrev Beyin yanında kalıp, burada büyümüştür. Bu sebeple Hüsrev kayını diye çağırılmıştır. Daha sonra kayını kelimesi kaldırılarak, Molla Hüsrev adıyla meşhur olmuştur.
Molla Hüsrev; orta boylu, gür sakallı, kıymetli elbise giyen, başında küçük bir sarığı olan, heybetli, tevazu sahibi bir kişilik olarak bilinmektedir. Kendisinin güzel ahlak sahibi, vakur, yüksek ilmiyle İslam dinine uymakta gayretli ve titiz olduğu da bilinmektedir. Molla Hüsrev bu sebeplerden dolayı zamanında, halkın ve devlet adamlarının sevgisini ve hayranlığını kazanmıştır.
Burhaneddin Haydar Hirevi ve zamanının diğer alimlerinden dersler almıştır. Tahsilini tamamladıktan sonra Edirne'de Şah Melik Medresesinde ve sonra da kardeşinin ölümüyle boşalan Çelebi Medresesinde öğretmenlik yapmıştır. Sultan İkinci Murad devrinde Varna Savaşından önce, 1429 (Hicri 832) senesinde Kadıaskerliğe tayin edilmiştir. Molla Hüsrev, Fatih Sultan Mehmed tahta geçince de bu göreve devam etmiştir. Sultan İkinci Murad tahttan indiğinde , yerine oğlu Fatih Sultan Mehmed geçmiştir. Ancak düşmanları,yeni sultanı çocuk yaşta görüp, bir takım huzursuzluklar çıkarmak istemişlerdir. Bunun üzerine İkinci Murad tekrar tahta geçmiş ve Sultan Mehmed'i Manisa'ya göndermiştir. ilim adamlarından çoğu, birer bahane ileri sürerek, Manisa'ya gitmek istememişlerdir. Molla Hüsrev ise kadıaskerlikten istifa ederek, Şehzade ile birlikte Manisa'ya gitmeye karar vermiştir. Şehzade olan Mehmed ise onun bu kararını duyunca; Vazifenize devâm edin, zîra memleketin size ihtiyacı var. dediyse de, Molla Hüsrev kendisine Manisa'ya giderken sizi yalnız bırakmam uygun olmaz, müsaade buyurun geleyim. diyerek samimiyetini bildirmiş ve birlikte Manisa'ya gitmişlerdir. Şehzade Fatih Sultan Mehmed burada Molla Hüsrev'den dersler almıştır.
Fatih Sultan Mehmed tekrar tahta geçince, Molla Hüsrev'de İstanbul'a gelmiştir. İstanbul'da Galata ve Üsküdar kadılıklarına tayin edilmiştir. Bu arada Ayasofya öğretmenliğini de yürütmüştür. Bir ara Bursa'ya gidip bir medrese kurarak ilim öğretmekle meşgul olduğu sırada, Fatih Sultan Mehmedtarafından İstanbul'a davet edilerek, 1460 (Hicri 865) yılında şeyhülislamlığa tayin edilmiştir. Molla Hüsrev, yirmi sene boyuncu bu görevi yürütmüştür.
Fatih Sultan Mehmed , Molla Hüsrev için Zamanımızın Ebu Hanife'sidir diyerek sevgisini belirtmiştir.
Molla Hüsrev, birçok öğrenci yetiştirmiş fıkıh alimi olduğu gibi, bir şair olarak da tanınmıştır. Molla Hüsrev, önceki alimlerin kitaplarından da her gün iki yaprak yazmayı adet haline getirmiştir. Öldüğü zaman zaman geriye bıraktığı eserlerinde kendi el yazılarıyla yazılmış pekçok eserler bulunmuştur. Molla Hüsrev 1480 (Hicri 885) senesinde İstanbul'da vefat etmiştir. Cenaze namazı Fatih Camiinde kılındıktan sonra Bursa'ya götürülüp, Emir Sultan'ın kabrinin doğusunda kendi yaptırdığı medresenin bahçesine defnedilmiştir. Mezar taşında; (Menbâ-ı İlmühüner, Vâris-i ulûmü Hayr-il-beşer, Fazlı mürşîdi eser, Sâhib-üd-Dürer vel-Gurer Mevlânâ Muhammed Hüsrev) kitabesi bulunmaktadır.
Hayatını ilim öğretmek ve yazmakla geçiren Molla Hüsrev'in, birçok kıymetli eseri vardır. Bu eserlerinin önemlileri şunlardır:
Dürer-ül-Hükkâm fî Şerh-i Gurer-il-Ahkâm (Fıkıh ile ilgili olan, sık sık başvurulan bu en önemli eseri, bütün Türk Osmanlı medreselerinde yorumlalamarı ile birlikte ders kitabı gibi takib edilmiştir. MollaHüsrev, bu eserini 1472 (Hicri 877) senesinde yazmağa başlamış, 1478 (Hicri 883) senesinde bitirerek Fatih Sultan Mehmed'e sunmuştur. Kendi el yazısıyla Fatih Sultan Mehmed'e hediye ettiği Dürer nüshası, İstanbul'da Köprülü Kütüphanesindedir.
Şerh-ul-Miftâh
Şerhut-Telvîh
Şerhu Usûl-ül-Pezdevî
Hâşiyetü Evâili Tefsîri KâdıBeydâvî
Hâşiyet-ül-Mutavvel lit-Teftâzânî
Mir'ât-ül-Usûl fî Şerh-ı Mirkât-ül-Vüsûl
Mirkât-ül-Vüsûl fî İlm-il-Usûl
Nakîd-ül-Efkâr fî Redd-il-Enzâr
En'âm sûresi tefsîriyle ilgili risâle
Şerhu Telhîs-il-Miftâh lil-Kazvînî.
MOLLA GÜRANİ
Molla Gürani Hazretleri engin tevazuu ve heybetiyle devrinin en kıymetli alimleri arasındaydı. Genç şehzadeden cevval bir Fatih çıkaran eğitimdeki en büyük pay onundur.
Molla Gürani Hazretleri, Molla Yegan Hazretleri’nin Osmanlı’yla tanıştırdığı kıymetli bir âlim ve velidir. Molla Yegan, 1440’lı yıllarda hacca gittiğinde ilim meclislerinden istifade etmek ve kıymetli insanlarla tanışmak amacıyla Kahire’ye de uğrar. İşte, Molla Gürani ile burada tanışır ve onu Osmanlı’nın payitahtına gelmeye ikna eder. 2. Murad’la tanıştırır. Asıl adı Ahmed bin İsmail olan Molla Gürani Hazretleri önce Hüdavendigar Medresesi sonra da Yıldırım Medresesi’nde hizmet verir. Çok kıymetli âlimler yetiştirir. Ele avuca sığmayan ve çok zeki olan şehzade Mehmed’in eğitimi de sonunda ona verilir. Genç şehzade, derslerini öğrenmekte zorlanmamakta ama hiç çalışmak istememektedir. Çok hocada okur; ama tamamını yıldırır! Zaman zaman öğretmenlerini zor duruma sokar. Hatta bir keresinde hocasını durdurur: “Aman efendim, ne yapıyorsunuz? Mermere basıyorsunuz! Meryem Validemiz İsa Aleyhisselam’ı taş üstünde getirmedi mi dünyaya. Öyleyse mermere hürmet gerek!” der. Başka hocaları takılsa da bir hocası onu şu mantıkla susturur: “Ya... Öyleyse çıkar bakayım yün çorabını. Bilmiyor musun aynı Meryem validemiz. İsa Aleyhisselam’ın beşiğini de yün ile örttü. Öyleyse örgüye hürmet gerek!”
Sultan 2. Murad, genç şehzadesinin eğitimi için Molla Yegân, Molla Fenâri ve Molla Ayas gibi muhteşem âlimleri düşünmektedir. Ancak bu haşarı şehzadeyle uğraşmak on medrese yönetmekten zor olacağından, “Acaba onu kim yola getirebilir?” diye düşünmektedir. Sonunda Molla Gürani’nin siması belirir gözünde. Padişah, Molla Gürani Hazretler’ini oğlunun eğitimi için yollarken “Eti de senin” der, “kemiği de. O bundan böyle senin oğlun. Var bildiğin gibi işle!” Mübarek Manisa’ya vardığı saatte şehzadeyi derse çağırır. Uşaklara bile itibar eder, ama geleceğin sultanını görmezden gelir! Talebesine sıradan biri gibi davranır ve “Otur!” der, “Hayır oraya değil, şuraya!” O güne kadar emretmeye alışan şehzade şaşakalır. Belki de hayatında ilk kez diz çöker. Molla emsileyi açar ve emreder: “Darabe (Dövmek) fiilini çek bakayım!” Fatih fiili kafasına göre çeker. Molla Gürani’nin kaşları yıkılır, kafasını “olmadı” gibilerden sallar, bakışlarıyla azarlar. Sonra üstüne basa basa fiili çeker ve sesini yükselterek, “Döverim, seni döverim, seni öyle bir döverim ki!...” Fatih ağlamaklıdır.
Şehzade artık geceleri ödev yapmaya başlar ve ezberlerini aksatmaz. Daha doğrusu aksatamaz. Ama gün gelir ilmin tadını alır. Eski haşarılıklarından uzaklaşır. Çok değil üç beş ay sonra bambaşka biridir o. Molla Gürani Hazretleri “Arabi ve Farisi bilmek yetmez.” der, “Düşmanlarının da lisanını öğrenmelisin!” Latince, Sırpça ve Rumca öğretilir. Hem konuşup hem de yazmaktadır. Ardından şehzadeyi İtalyan asıllı Anconal Giriaco’nun . önüne oturtur, Avrupa tarihini okutturur. Dahası aritmetiğe, geometriye, astronomiye zorlar. Ufkunu açar. İnanç ve ideal aşılar. Bir ara Manisa’ya gelen Sultan Murat, oğlunu tanıyamaz. Fatih görünüşte çocuktur, ama çok olgundur.
***
Hoca hasreti
2. Mehmed padişah olduğunda Molla Gürani yine Kahire’ye dönmüştür. Ancak padişahı hocasının hasreti yakmaktadır. Ona öyle çok ihtiyacı vardır ki. Hemen Sultan Kayıtbay’a bir mektup yazar, hocasını ister. Kayıtbay Molla Gürani Hazretleri’ne hem haberi iletir, hem de “Gitmeyin hocam!” der, “Size ne vâad ediyorsa, fazlasını vereyim!” Molla Gürani, “Sizin veremiyeceğinizi vâad ediyor!” der, “Evlatlık!” Ardından, “ Müsaade edin gideyim. Benim yüzümden aranıza husumet girmesin.” . der ve yola çıkar. Genç padişah hocasını görünce çocuklar gibi sevinir. İstediği imkanları önüne serer ve ardından Şeyh-ülislamlık makamına getirir.
***
Son zamanları
Molla Gürani Hazretleri dünya makamlarına rağbet etmez, ancak gençleri yükselmeye teşvik eder. Nitekim gün gelir müderrisliği de bırakır ve mütevazı dergahında bildiği usullerle talebe yetiştirir. Özellikle kıraat (Kur’an-ı Kerim’i doğru okuma) üzerinde çok durur. Büyük Veli gecelerini ibadetle geçirir ve gündüzleri daima oruçludur. Döner dolaşır ölümü anlatır ve ona hazırlanır. Nitekim bir gün talebelerini toplar. “Şimdi!” der, “üzerinizde olan hakkımı ödeme zamanıdır. Açın bakayım Yasin-i Şerifı!” Genç mollalar onun son yolculuğa çıkacağını anlar ve çok ağlarlar. Molla Gürani her zamanki gibi sakin ve mütebessimdir; ama bir başka heybet belirir yüzünde. “Beyazıd’a söyleyin âdalet üzere olsun, insanları himaye, beldeleri muhafaza etsin!” buyurur. “Namazımı bizzat o kıldırsın ve borçlarımı (aslında borcu yoktur) sahiplensin. Size vasiyetim şudur ki: Beni garipler gibi defnedin. Mezarıma ayaklarımdan çeke çeke sürükleyin!” Beyazıd Han hem vasiyyete, hem de edebe riayet etmek ister. Onu yine çeke çeke sürüklerler, ama zarif bir hasır üstünde.
***
Gönlü gibi kabri de insanlarla iç içe
Molla Gürani Hazretleri’nin kabri, İstanbul suriçinde Millet Caddesi üzerinde. Fındıkzade otobüs duraklarının hemen arkasındaki Karamani Piri Mehmed Paşa Camii’yle karşı karşıya. Her gün önünden binlerce otobüs ve tramvay geçiyor. Milyonlarca insanla her gün iç içe. Gelin onu ve diğer fethin manevi sahiplerini unutmayalım. Bizler ev sahibi değil, kıymetli ecdadımızın misafirleriyiz. Fatihalarla ruhlarını ihya edelim.
MOLLA YEGAN
MOLLA YEGÂN HAZRETLERİ
Osmanlı devrinde yetişen büyük veli ve Hanefî mezhebi fıkıh âlimi. İsmi, Muhammed bin Muhammed bin Yegân bin Armağan bin Halîl'dir. MollaYegân diye meşhûr oldu. Aslen Aydınlı idi. Doğum târihi bilinmemektedir. 1453 (H.857) târihinde Bursa'da vefât etti. Vefât târihi ile ilgili başka rivâyetler de vardır. Bursa'daYıldırımİmâreti yanındaki mektebe defnedildi. Bugün mezarından eser yoktur.
Çocukluğu Aydın'da geçti. Orada temel bilgileri öğrendi. Aydın'daki âlimlerden öğrenebileceği bilgilere sâhib olduktan sonra Bursa'ya gitti. Bursa'daMolla Fenârî'den ilim öğrenip icâzet aldı. Bursa'da çeşitli medreselerde müderrislik yaptı. Kendi adıyla anılan MollaYegân Medresesinde senelerce müderrislik yapıp, tâliblerine ilim öğretti. Molla Fenârî'nin vefâtından sonra, başmüderris ve Bursa kâdısı oldu.Sultan İkinci Murâd Han, bu kıymetli ilim adamını çok severdi. Ona sık sık ihsân ve iltifâtlarda bulunur, nasîhatlerini dinlerdi. Hattâ Molla Fenârî'den sonra onu Osmanlı Şeyhülislâmlığına tâyin ettiği söylenir. Buna göre Molla Yegân Osmanlı Devletinin üçüncü şeyhülislâmı olmaktadır. Molla Yegân'la Sultan İkinci Murâd arasındaki yakınlığa en güzel örnek Molla Gürânî'nin Bursa'ya getirilmesi hâdisesidir. Bu hâdise şöyle olmuştu:
Molla Yegân hacca gitmiş Mekke-i mükerreme ve Medîne-i münevveredeki mübârek yerleri ziyâret etmekle, Peygamber efendimizin ayak bastığı yerlere ve kabr-i şerîfine yüz sürmekle şereflenmişti. Hac esnâsında, Molla Gürânî ile tanıştı. Ondaki eşsiz ilmi, dînindeki olgunluğu ve güzel ahlâkını gören Molla Yegân, böyle bir âlimin ancak Osmanlı mülkünde kıymet bulacağını ifâde edip, Molla Gürânî'yi Bursa'ya davet etti. Berâberce Bursa'ya geldiler. Molla Yegân, SultanMurâd Hanın huzûruna varınca, Sultan; "Onca yer gezip, gördün, bize ne hediye getirdin?" diye suâl etti. Molla Yegân da; "Tefsîr ve hadîs ilimlerinde yetişmiş bir âlim getirdim." cevâbını verdi. MollaGürânî'yi getirip, Pâdişâh'a takdim etti. Pâdişâh da onun ilmini takdîr edip, Hüdâvendigâr Gâzî Medresesi müderrisliğine tâyin etti. SonraManisa'da bulunan Şehzâde Mehmed'e (Fâtih'e) hoca tâyin edildi.
Herkesin sevgisine mazhâr olanMollaYegân, keskin zekâlı ve yumuşak huylu bir zât-ı muhteremdi. Dîne uymakta,Allahü teâlânın emir ve yasaklarını gözetmekte, Peygamber efendimizin güzel ahlâkı ile ahlâklanmakta, insanlara dînini öğretmekte çok ileriydi. Yüzü ak, boyu uzun ve sakalı gürdü.Çok cömert olup, Allahü teâlânın dostları ile yemek yiyip sohbet etmekten çok hoşlanır, onlar için nadide sofralarda lezîz yemekler hazırlatırdı. Fakir-zengin herkesi sofrasına dâvet eder ve sofradan herkes doymuş olarak kalkardı.
Ömrünü, ilim öğrenmek ve öğretmekle, Allahü teâlâya ibâdet etmekle geçiren Molla Yegân, pekçok talebe yetiştirdi. Yetiştirdiği talebeleri arasında; başta oğulları Yegânzâde Mehmed Paşa ve Yegânzâde Molla Sinâneddîn Yûsuf Bâlî olmak üzere; İstanbul'un ilk kâdısı Hızır Bey, Karamanlı Küçük Yâkup, İbn-ül-Hatîb Molla Taceddîn İbrâhim, Ayasolug Çelebisi Molla Mehmed, Molla Halîl Hayreddîn, Hacı Hasan-zâde Molla Mehmed, Şeyhulislâm Efdalzâde Hamîdüddîn gibi âlimler vardı.
Daha çok talebe yetiştirmekle meşgûl olan Molla Yegân, kitap yazmaya pek fırsat bulamamış bâzı meşhûr kitapların kenarlarına hâşiyeler ile Risâletün fil-Hulle adlı bir eser yazmıştır.
1) Şakâyik-i Nu'mâniyye Tercümesi (Mecdî Efendi); s.99
2) Esmâ-ül-Müellifîn; c.2, s.199
3) Tâc-üt-Tevârih (Ulemâ Kısmı)
4) Keşf-üz-Zünûn; s.861
5) Mu'cem-ül-Müellifîn; c.11, s.211
6) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.12, s.306
AHMET PAŞA HAZRETLERİ
Doğum yeri Edirne. Ama doğum tarihi bilinmiyor. Ciddi bir öğrenim gördü. Bursa’da müderrislik, Edirne’de kadılık yaptı. Bazı sancak beyliklerinde bulundu. İkinci Beyazıt zamanında Bursa sancak beyliğine atandı. 1497’de Bursa’da öldü. XV. yüzyılın en büyük divan ozanıdır. Kendi çağında "şairlerin sultanı" diye anıldığı biliniyor. Gazel ve kasideleriyle dikkat çeker. Şarkı ve murabbada da olgun örneklerini verdi. Dizeleri divan şiirinin söz ve anlam özellikleriyle örülüdür. Farsça ve Arapça’yı ustaca kullanır. Ünü Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırlarını aştı. Kendisinden sonraki divan şairleri Ahmed Paşa’nın birçok şiirine benzetiler yazdı.
XV. yüzyılda yaşamış olan Ahmet Paşa, dönemin konuşma dilini şiirlerine yansıtmış olmanın yanında bir devlet adamıdır. Fatih Sultan Mehmed'in hocası ve sohbet arkadaşıdır. Osmanlı Sarayı'nda görev yapmış vezirmliğe kadar yükselmiştir.
Şiirlerinin çoğunda aşk ve tabiat güzelliklerini işleyen şairin, Fatih'in gözdelerinden birine aşık olduğu söylenir. Fatih Sultan Mehmed, Ahmet Paşa'yı çok sevmesine rağmen olan bitenden rahatsız olmuş, bu davranışı Saray gelenek ve göreneklerine hakaret saymış ve Ahmet Paşa'yı Yedi Kule Zindanlarına kapattırmıştır.
Yedi Kule Zindanlarında ölüm korkusuyla yaşamış olan şair, çok zor ve acı günler geçirir. Orada aklına bağışlanmak için bir kaside yazmak gelir. Ve ünlü kerem kasidesini yazar.
Ey muhit-i keremin katresi umman-ı kerem
Bağ-ı cud ebr-i kefinden dolu baran-ı kerem
.......
Ayağı toprağıdır cevher-i iksir-i hayat
Asitanı tozudur sürme-yi ayan-ı kerem
Açılır hulk-ı nesimiyle gül-i gülşen-i cud
Bezenir lütf-i zülaliyle gülistan-ı kerem
.........
Gün gibi saltanatın topu göğe ağsa ne ta'n
Sana sunuldu bu meydanda çü çevgan-ı kerem
Kul hata etse nola aff-ı şehinşah kanı
Tutalım iki elim kandayımış hani kerem
Ahmedim gam makası kesti dilim şem' gibi
Sana ruşen diyemez halini sultan-ı kerem
Ahmet Paşa son arzusu olarak zindan görevlilerinden şiirin, padişaha ulaştırılmasını ister. Şiirden iyi anlayan, kendisi de şair olan Fatih Sultan Mehmed, kasidenin güzelliği karşısında duygulanır, yanındakilere "Böyle güzel şiirler yazabilen bir aşk adamına biz zarar vermemeliyiz" diyerek, şairi affeder.
Ahmet Paşa bundan sonra Saray'daki eski yerini alamaz. Bir rivayete göre de Fatih tarafından Tuti Hatun biriyle evlendirilmiştir. Bu bahsi, daha sonra Fatih'in de nazire yazdığı Ahmet Paşa'nın güzel bir dörtlüğü ile bitirelim:
Bizi hak etti heva yoluna sevda nidelim
Pay -mal eyledi bu zülfü seman-sa nidelim
Kul edinmezdi güzeller bizi illa nidelim
Vay gönül vay bu gönül vay gönül ey vay gönül..
GAZEL
Eyâ peri nicesin hoş musun safâca mısın
Gele beri nicesin hoş musun safâca mısın
Şeker dudaklı kamer yüzlü serv boyluların
Semen-beri nicesin hoş musun safâca mısın
Bahâr-ı hüsn ü behada belalı bülbülünün
Gül-i teri nicesin hoş musun safâca mısın
Bizimle bir nefes insanlık eyle soruşalım
Gel ey peri nicesin hoş musun safâca mısın
Sefer kılıp gelir Ahmet ki deye şehrimizin
Güzelleri nicesin hoş musun safâca mısın?
GAZEL
Ey fitnesi çok kavli yalan yandım elinden,
Bir nâz ile bin gönlüm alan yandım elinden
Sen şem gibi gayr ile mecliste gülersin
Ben akıtırım yaş ile kan yandım elinden
Her hâr ile sen sohbet edersin dün ü gün ben
Derdim ederim mûnis-i can yandım elinden
Şol sunduğun âteş midir ey sâki bana kim
Kim aldın ele câm heman yandım elinden
Ahmet çeke cevrini göre lûtfunu ağyâr
Ey şefkati az şûh-i can yandım elinden
GAZEL
Ahde vefâ eylemedün öyle mi
Terk-i cefâ eylemedün öyle mi
Bir dem ayağun tozını gözüme
Kuhl-i cilâ eylemedün öyle mi
Gül yüzüne karşı gönül bülbülin
Perde-serâ eylemedün öyle mi
Şemme-i zülfüne meşâmın dilün
Gaaliye-sâ eylemedün öyle mi
Ahmed-i öldürriserin der idün
Ahde vefâ eylemedün öyle mi
MURABBA
Gül yüzünde göreli zülf-i semen-sây gönül
Kuru sevdada yiler bî-ser ü bî-pây gönül
Dimedüm mi sana dolaşma ana hay gönül
Vay gönül vay gönül vay gönül ey vay gönül
Bizi hâk itdi hevâ yolına sevdâ n’idelüm
Pây-mâl eyledi bu zülf-i semen-sâ n’idelüm
Kul idinmezdi güzeller bizi illâ n’idelüm
Vay gönül vay gönül vay gönül ey vay gönül
Felekün nûş iderem nîşini sâğarlar ile
Doğradı hâr-ı cefâ bağrumı hançerler ile
Baş koşam dimez idüm ben dahi dil-berler ile
Vay gönül vay gönül vay gönül ey vay gönül
Yarun itden çog uyar ardına ağyâr diriğ
Bize yâr olmadı ol şuh-ı sitem-gâr diriğ
Kıldı bir dil-ber-i hercâîyi dil-dâr diriğ
Vay gönül vay gönül vay gönül ey vay gönül
Ben dimezdüm ki hevâ yolına ser-bâz gelem
Ney-i ışkunla gamun çengine dem-sâz gelem
Dir idüm ışk kopuzun uşadam vâz gelem
Vay gönül vay gönül vay gönül ey vay gönül
Dil dilerken yüzinin vaslını cândan dahi yiğ
Bir demin görür iken iki cihândan dahi yiğ
Akdı bir serve dahi âb-ı revândan dahi yiğ
Vay gönül vay gönül vay gönül ey vay gönül
Ahmed’em kim okınur nâmum ile nâme-i ışk
Germdür sözlerümün sûzile hengâme-i ışk
Dil elinden biçilübdür boyuma câme-i ışk
Vay gönül vay gönül vay gönül ey vay gönül
KITA
Her ka’nun düryûze-i ışkunda şey-illâhi yok
Menzil-i dervâze-i uşşâkdan âgâhı yok
Didüm ey dil-ber dimişsin Ahmed’e cevr itmeyem
Didi yok billâhi yok vallâhi yok tallâhi
MOLLA AYAS hazretleri
Osmanlı âlim ve velîlerinden. Fâtih Sultan Mehmed Hânın ilk hocalarındandır. Nerede, ne zaman doğduğu ve vefât târihi bilinmemektedir. Hocaları ve talebeleri ile olan münâsebetlerinden, On beşinci asrın ikinci yarısında vefât ettiği anlaşılmaktadır. Bursa'da vefât edip, Zeynîler kabristanına defnedildiği tahmin edilmektedir.
Küçük yaşta keskin zekâsı ile ilim meclislerine giren MollaAyas, Ayasolug (Selçuk) Çelebisi adıyla tanınan Ayasolug kadısı oğlu Mehmed Çelebi'den ilim tahsîl etti. Hocazâde Muslihuddîn Bursavî ile berâber ders görüp, ilim öğrenirlerdi. Daha sonra Bursa Sultan Medresesi müderrislerinden Hızır Beye dânişmend oldu. Din ve fen ilimlerinde tahsîlini tamamladı. Genç yaşta ilimde olgunlaştı. Onun bu ilminden haberdâr olan Sultanİkinci Murâd Hân, şehzâdesi Mehmed'e hoca tâyin etti. Birkaç sene Fâtih Sultan Mehmed Hâna ilim öğreten MollaAyas, Zeynüddîn Hâfî hazretlerinin talebelerinden Abdüllatîf Makdisî'nin talebesi olan Tâcüddîn İbrâhim Karamânî'nin hizmetine girdi. Onun kalblere şifâ, gönüllere devâ olan mübârek bakışlarını üzerinde hissetmek, bulunmaz sohbetlerinden istifâde etmek için gayret gösterdi. Sıkı riyâzetler çekti. İlâhî cezbelere, feyzlere kavuştu. Ledünnî ilminde üstâd oldu. İnsanlara doğru yolu öğretmek vazifesi verildi. Bursa'ya yerleşti. Ömrünün sonuna kadar orada kaldı. Pekçok talebe yetiştirdi. Talebelerinin geçimini de kendisi karşılar, Allahü teâlânın kendisine ihsân ettiği maldan, ihtiyâç sâhiplerine bol bol ikrâmda bulunurdu. Dünyâ ve dünyâ ehlinden ayrılıp, bütün varlığı ile Allahü teâlâya yöneldi. Vakitlerini ilim öğrenmek ve öğretmek, Allahü teâlâya ibâdet etmekle geçirirdi. İnsanlara sık sık nasîhatlerde bulunur, Allahü teâlânın dînini öğrenip, O'nun rızâsına kavuşmak için gayret etmelerini tenbih ederdi.
Molla Ayas, yetiştirmiş olduğu talebeler yanında, birçok kitaba hâşiyeler ve tashîhler yaptı. Kitaplarda görülen yanlışlıkları düzeltmeye çok önem verirdi. Bu işte tanındı. Evinde aynı kitabın birkaç nüshası bulunurdu. Bakanlar, herbirinin baştan sona tashîh edilmiş, anlaşılmayan yerlerinin de açıklanmış olduğunu görürdü.
ZAMÂNIN KUTBU
Sultan Bâyezîd-i Velî ve Yavuz Sultan Selîm Hân devri velîlerinin büyüklerinden olan Seyyîd-i Velâyet anlatır: "Hocam Âşıkpaşazâde Şeyh Ahmed'le berâber hacca gittik. (Âşıkpaşazâde Ahmed, Abdüllatîf Makdisî hazretlerinin halîfesi idi.) Arafât'a yaklaşırken, hocam bana; "Oğlum, Arafât'ta imâmın sağında duran zât, zamânın kutbudur. Dikkat et bakalım, onu tanıyabilecek misin." dedi. Biraz sonraArafât'a vardık. Namaz vakti gelince, imâma en yakın yerde durduk. İyice baktım. İmâmın sağında duran zât, bizim Bursa'da bırakıp geldiğimiz MollaAyas'tan başkası değildi. MollaAyas'ın burada olabileceğini hiç hatırıma getirmediğim için, acabâ o mu veya bir başkası mı diye düşünüp, hocama da durumu arz ettim. O da baktı. Ben de tekrar baktım. Gerçekten Molla Ayas'tan başkası değildi. Haccı îfâ edip Bursa'ya dönünce, bizi karşılamaya gelenlerden biri; "Arafât'ta Kutb-i zamânı gördün mü? Onun kim olduğunu bilebildin mi?" dedi. Ben de; "Gördüm, Molla Ayas idi." dedim. O gece şiddetli bir hastalığa yakalandım. Ölümümün yaklaştığını hissettim. Sabaha doğru kendime geldim. Hocam Âşıkpaşazâde Ahmed'le berâber, Molla Ayas'ı ziyârete gittik. Evine girdik. Bizi karşılayıp buyur ettikten sonra, Molla Ayas, bana pek dikkatli baktı. Hocama; "Bu kimdir?" diye sordu. O da; "Bu benim oğlumdur, efendim." dedi. Bunun üzerine Molla Ayas; "Bu, benim sırrımı gizlemeyip açığa çıkardı. Bu gece Allahü teâlâya bunun vefâtı için üç defâ yalvardım. Fakat Resûlullah efendimizin rûh-i şerîflerinin şefâati bereketiyle helâk olmaktan kurtuldu. Ben de bunun, gerçekten Resûlullah efendimizin soyundan olduğunu anladım" dedi. Sonra yine bana dönüp; "Sırrı yaymak büyük tehlikedir. Böyle şeyleri yaymaktan sakınıp, gizlemek lâzımdır." dedi.
1) Şakâyık-ı Nu'mâniyye Tercümesi (Mecdî Efendi); s.189
2) Tâc-üt-Tevârih, (Ulemâ kısmı)
3) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.12, s.275
Fatih Sultan Mehmet,feth-i mübinden sonra gelen ilk ramazanda,hocalarına;vezirlerine ve komutanlarına,Vlakerna saray ında(Bizans imparatorlarının sarayı)bir iftar vermek istiyor.konuklarını çok önemsediği için de,Bizans tan ele geçirilen altın sofra takımlarının çıkarılmasını istiyor.Bu emirle altın taslar,altın sahanlar,altın bardaklar,altın kaşıklar altın siniye diziliyor.
Az sonra MOLLA GÜRANİ başta olmak üzere AK ŞEMSÜDDİN,MOLLA HAYREDDİN,MOLLA ZEYREK,İBNÜ TEMCİD,MOLLA HÜSREV,Vezir ve hoca YUSUF SİNAN PAŞA,Bursalı vezir AHMED PAŞA,ÇELEBİZADE ABDÜLKADİR AMİDİ,MOLLA AYAS,MOLLA HASAN ÇELEBİ,MOLLA SİRACÜDDİN PAŞA, Müderris Ispartalı ABDÜLKADİR HAMİDİ,HACEZADE MUSLİHUDDİN MUSTAFA EFENDİ salona giriyorlar..
.
MOLLA GÜRANİ sofrayı görür görmez yüzünü ekşitmiş,kendisine ayrılmıi yere çömekip tespih şakırdatmaya başlamıştır...
Nihayet ezan okunur.GÜRANİ HOCA da hiçbir kıpırtı yok.Oysa OSMANLI terbiyesi,padişah sofrasında bile ilk lokmayı sofradaki en yaşlı insanın almasını gerektiriyor.Sofradakilerin en yaşlısı ise MOLLA GÜRANİ dir.Fakat hiç istifini bozmadan,tespih şakırdatmayı sürdürüyor.Oysa ezanı duymuştur.Duyduğu ,ezan başladığında gözlerini kısıp "AzizAllah celleşanuhu"diye mırıldanmasından bellidir.Dakikalar geçiyor,MOLLA GÜRANİ altın kaşığı,altın tasın içinde soğumaya yüz tutmuş çorbaya daldırmıyor.Genç Padişah çok acıkmıştır.Daha fazla dayanamıyor.MOLLA GÜRANİ ye dönerek:"Soframız helal sofradır,buyrun yemek yiyelim"diyor.
MOLLA GÜRANİ sanki bunu bekliyormuş gibi,hışımla Padişaha dönerek kükrüyor:
"Ümmete haram olan mehmed e helal midir?Altın taslardan yemek yiyip altın kaselerden su içerek Bizans imparatorlarını taklit ettiğini biliyor musun?Biliyor musun ki,bu gösteriş tutkusu ,bu debdebe,bu dünya malına tamah yüzünden ülkelerini sana kaptırdılar.Sen de aynı tantanaya kapılırsan mahvolursun!Ümmetıde mahvedersin.Tez elden kendine gel!Bizans imparatorlarına değil,Peygamberine benzemeye çalış..."
Sultan ikinci Mehmed bu azarı yer yemez altın takımları kaldırtıyor,ancak ondan sonra iftar ediliyor...Ve bir daha hayatı boyunca gösterişe,lüks ve ihtişama kendini kaptırmıyor...
Herkesin kendine sorması lazım BİZ KİME BENZEMEYE ÇALIŞIYORUZ....
Fatihin hocaları yazmakla övmekle saymakla tükenmez yine eserlerini ve fatihin hocalığını yaptığı kesin olan hakkında yazamadığımız sizin araştırmanız için isimlerini burda zikretmek istiyorum:İBNU TEMCİD HAZRETLERİ,ÇELEBİZADE ABDULKADİR HAZRETLERİ,MOLLA HASAN SAMSUNİ HAZRETLERİ,SİNANÜDDİN YUSUF HAZRETLERİ,HOCAZADE ALİ TUSİ HAZRETLERİ.....
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder